Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

22 Kasım 2000 Likidite Krizi ve OECD Raporu, Küresel Kriz Makale 

Kasım ayının son 10 gününde ortaya çıkan "Likidite Krizi"nin; Türkiye'deki birkaç büyük bankanın bazı küçük bankaları köşeye sı­kıştırması, Telekom ve Türk Hava Yolları'nın özelleştirilmesinde ge­cikmeler sonucu, yabancılar tarafından "istikrar programı" hedeflerinin za­manında gerçekleştirilemeyeceği konusunda bir güven bunalımının ya­ratılması ve bu sebeple bir Alman bankasıyla bir ABD bankasının bir gecede 7 milyar doları aşan bir meblağı geri çekmelerinden kaynak­landığı ileri sürülmüştür. Oysa, 2000 yılı İstikrar Programına göre MB'nin para basarak (emisyon) likidite yaratabilmesi için MB'ye döviz girmesi ge­rekiyordu. 

Diğer taraftan, özelleştirme programında 7,6 milyar dolarlık he­defin 5 milyar dolarda kalması ve bu konuda yaptığımız gecikmeler so­nucu,IMF'nin Türkiye'ye taahhüt ettiği kredi dilimlerini zamanında öde­memiş olması "Likidite Krizi"nin ortaya çıkmasına katkıda bulunmuştur. Bu kriz sonucu içi boşaltılan ve Fon yönetimine alınan 11 Holding Bankasının Türk Hazinesi'ne getirmiş olduğu yükün 10 milyar doları aşması da bu krizi derinleştirdi. 

OECD Raporuna Göre Kasım Krizi, Ekonomi Kriz 

Şubat 2001'de yayınlanan OECD'nin Türkiye raporuna (OECD, Economic Survey 2000-2001, Turkey, Şubat 2001) göre Kasım 2000 kri­zine yol açan başlıca faktörler şunlardır:

- Yılların birikimi olan, Ziraat Bankası ve Halk Bankası'nın görev zararları, 1999'dan 2000'e 19 milyar dolardan 21 milyar dolara çıkmış,

-  Kamu kesimi borç stoku/GSYlH oranı %45'den %62'ye fırla­mış,

-  Kamu bankalarının görev zararı/GSYİH oranı %8,2'den %11,4'e yükselmiş

Bankaların açık pozisyonları (döviz gelir-gider farkı) 18 milyar dolara ulaşmış,

-  Niyet Mektubu ile taahhüt edilen özelleştirmeler zamanında ger­çekleştirilemediği için, 780 milyon dolarlık Dünya Bankası kredisi askıya alınmıştır. Ancak, 2000 yılında gerçekleştirilmiş olan 5,6 mil­yar dolarlık özelleştirme geliri, hedefin 2 milyar dolar altında kalma­sına rağmen, son 15 yılda elde edilmiş özelleştirme gelirlerine eş­değer olmuştur.

1999 yılında ortaya çıkan iki büyük depremin maliyeti devlete 12-15 milyar dolarlık bir yük getirmişti. Bu iki deprem için devlet bütçesinden harcanan miktarlar ise 1999'da 1,8 milyar,2000 yılın­da 4,3 milyar olup toplam 6,1 milyar dolardır. Türkiye bu iki deprem için 3,8 milyar dolarlık dış kredi taahhüdü almış olup bu miktarın sa­dece 47 milyon doları bağış şeklinde gerçekleşmiştir.

2000 yılı boyunca TL'nin %20 dolayında aşırı değerlenmesi, petrol fiyatlarındaki aşırı artış ve Euro'nun değer kaybetmesi Tür­kiye'nin ödemeler bilançosunu olumsuz bir şekilde etkilemiştir.

-  Ocak-Ağustos dönemi faiz hadlerinin hızla aşağı düşmesi so­nucu, küçük ve orta büyüklükteki bankaların hazine kağıtlarını zararına satmaları, bu bankaların karlılığını azaltarak, Kasım başın­dan itibaren likidite krizi ile karşılaşmaları ve bu küçük bankaların işlemlerinin büyük bankalar tarafından devre dışı bırakılması likidite krizinin patlak vermesini hızlandırmıştır.

Buna rağmen, hükümetimizin o dönemdeki kararlı tutumu ve IMF'nin, 7,5 milyar doları rezerv desteği olmak üzere, 10,4 milyar doları Türkiye'ye tahsis etmesi sonucu "Likidite Krizi"nin olumsuz etkileri kısa sürede orta­dan kalkmış gibi göründü. Ancak, 19 Şubat 2001'de Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın MGK toplantısında sürtüşmesinin dışarı yansımasıyla Türk ekonomisinin hastalığı gün yüzüne çıkarak, bu sefer Likidite Krizine ila­veten bir de Kamu Bankalarının "Finans Krizi" ortaya çıktı. 

Finans Krizinin Sebepleri, Türkiyede Kriz 

Başta Ziraat Bankası olmak üzere, Kamu bankalarında "Finans Kri-zi"nin ortaya çıkmasının esas sebebi 2000 yılında "hükümetin istik­rar programı" uygulamalarına bağlanamaz. Çünkü, 2000 yılına kadar Türkiye'nin 10-15 dolayındaki tarım ürününe uyguladığı taban fiyat politi­kası genellikle dünya fiyatlarının iki katı dolayında idi. Mesela, 1999 yılın­da dünya piyasasında buğdayın tonu 100 dolar iken hükümet 200 doların TL karşılığı bir destekleme fiyatı belirlemişti. Oysa, IMF'nin dayatması so­nucu, 2000 yılında verilen taban fiyatları dünya fiyatlarının %35'ini geçme­diği ve çiftçilerimizi çok zor duruma düşürdüğü halde, Ziraat Bankası'nın görev zararlarından dolayı battığı öne sürüldü.

Demek ki,bu bankanın mali krize girmesi en az 10 yıllık bir ihma­lin sonucu olup, Kamu Bankaları "görev zararları" yükü bardağının dolup taşmasının bu yılın başında ortaya çıkması mukadderdi (kaçı­nılmaz idi). Kabahati sadece bugünkü hükümete yükleyemeyiz. Mesele, görev zararı ve taban fiyat politikası sisteminin köklü bir şekilde değiştiril­mesidir. Nitekim, YEP (Yeni Ekonomik Program) ile bu politikalara esas­lı bir çözüm getirilecektir.

Türkiye, 2000 yılında uyguladığı istikrar programında enflasyonla mü­cadelede başarılı olmak için, bir taraftan kemer sıkarken, öte yandan aşırı değerlenmiş kur politikası (ucuz döviz kuru politikası) uygulamaya koydu. Çünkü, ithalatımızın yaklaşık %87'si ara mallardan, %21 'i yatırım malların­dan, sadece %13'lük kısmı ise dayanıklı ve dayanıksız tüketim mallarından oluşmaktadır. Böylece, ucuz ithal girdilerinin TL cinsinde ucuza getirilerek, Türkiye'de satılan nihai malların fiyatları ve ihracat malları maliyetinin dü­şük tutulması öngörülüyordu. 

Ucuz döviz politikasının ihracatı azaltacağı ve ithalatı teşvik edeceği bi­lindiği için, Türk Eximbank kredi faiz oranları %60 dolaylarından %25 dola­yına indirildi (Bu oranlar Şubat Krizinden sonra tekrar %60 dolayına çıkarıl­dı).Buna rağmen, 1999'dan 2000'e Dış Ticaret Açığı (DTA= İhracat-İtha-lat farkı) -14,1 milyar dolardan -26,7 milyar dolara, Cari İşlemler Dengesi (CID=Döviz cinsinden Türkiye'nin mal ve hizmet gelir-giderleri farkı) Açığı da -1,4 milyar dolardan -9,8 milyar dolara fırladı. Bu iki açığın astronomik rakamlara çıkmasının başlıca iki sebebi vardır. Bunlar: 

-  2000 yılı boyunca dünya petrol fiyatlarının, bir yıl öncekine göre, yaklaşık ikiye katlanması sonucu, Türkiye'nin ithalatında petrol, doğalgaz ve diğer petrol ürünleri için beklenmedik 5 milyar dolarlık bir ek yük oluşması,

-  Yine 2000 yılı boyunca Euro/Dolar paritesinin dolar lehine gelişme­si ve özellikle Alman markı gibi bir çok AB parasının TL cinsinden ilk on aylık dönemde yerinde saymasıdır.

Hatırlanacağı gibi, Ocak-Kasım 2000 döneminde Alman Markı 285-300 bin lira dolayında çakılı kalmış, oysa bu 11 aylık dönemde Türkiye'de TEFE'ye göre enflasyon hızı %30 dolayında artmıştır. Bu gelişme,Türki­ye'nin ihracatına büyük bir darbe vurmuştur.Çünkü, Türkiye'nin ihracatının yaklaşık %52,5'i AB ülkelerinedir. Bu olumsuz çapraz kur değişikliğinin de Türkiye'nin ihracatının artmasını en az 2-3 milyar dolar seviyesinde engel­lediği ortadadır. 

Bu durumda DTA ve CİD açıklarının astronomik rakamlara çık­ması, daha çok, Türkiye'nin kontrolü dışındaki ekonomik hadiseler­den kaynaklandığı ortaya çıkmaktadır.Buna ilaveten, Türkiye'nin ithala­tının artışı büyük ölçüde büyüme hızı artışından kaynaklanmaktadır. Nite­kim tabloda görüldüğü gibi,1997 yılında büyüme hızı %8,3 iken DTA -22,3 milyar dolar, 1999'da ise büyüme hızı %-6,1 küçüldüğü için DTA açığı da-14,1 milyar dolara inmiştir. 2000 yılında da büyüme hızı %6,1'e çıktığı için DTA -26,7 milyar dolara fırlamıştır. 

Kur Politikası ve Küresel Ekonomik Kriz 

19 Şubat krizinin patlak vermesi sonucu Türkiye, 22 Şubat'ta, ucuz döviz politikasından dalgalı kur politikasına geçmiştir. Çünkü, bu politika ile Türkiye'de gerçekçi kur politikası uygulaması kaçınılmaz ha­le gelmiştir. Ancak serbest kur politikasına geçilmesi yanlış olmuştur. Bunun yerine, %25-30 arasında bir devalüasyon yapılarak, eskiden olduğu gibi, MB tarafından günlük kur ayarlamalarına geçilseydi kur politikasında belirsizlik ortadan kalkacaktı. Bu konu da yetkilileri çeşitli defalar, gerek sözlü olarak, gerek bundan önceki makalelerimde ve ge­rekse de TV programlarında uyardığım halde başarılı olamadım. 

Gerçekçi kur politikası,Türkiye ile başlıca dış ticaret ortakları arasın­daki aylık-yıllık enflasyon farkları oranında döviz fiyatlarının arttırılması demektir. 19 Şubat krizinden önce TL'nin %l5-20 arasında değerlen­diği ifade ediliyordu. Bu durumun dış ticaretimize etkileri şunlardır:

-  İhracattan gelen her dolar için %20 daha az TL ödenmesi ile ihra­catçıların cezalandırılması,

-  Yerli malı yerine ithal malı kullanan sanayicilere ve tüketicilere devlet ve millet kesesinden %20'lik bir sübvansiyon (destek) sağlanması,

-  İçe dönük üretim yapanlara dış rekabete.karşı %20 oranında daha az koruma sağlaması (Aynı tür malı Türkiye'ye getiren yabancılara ise %20 teşvik ve dolayısıyla haksız rekabet primi (avantajı) öde­mekten başka bir şey değildir),

Düşük döviz politikası orta vadede (3-5 yıl) uygulanırsa Türkiye'de dı­şa dönük yatırım ve üretimin, kısaca dışa dönük sanayileşme şevkinin kı­rılmasına yol açacaktır. Onun için Temmuz-2001 'de kur sisteminden bant sistemine geçilmesi ve TL'nin ±%7,5 dalgalanması öngörülüyordu.

2000 yılında uygulanmış olan yarı esnek (yarı sabit) kur politika­sı, Türkiye'nin dış rekabet gücünün azalmasına ve dış rekabete da­yanamayan Türk imalat sanayiinde bir çok işyeri kapanması veya vardiya sayılarının azaltılmasından dolayı işsizliğin büyük ölçüde artma­sına yol açmıştır. 

Krizle birlikte %25 dolayında bir kur ayarlaması yapılmış olsay­dı, Türk sanayisine bu oranda bir koruma sağlanacak idi. Mesela, dö­viz fiyatları düşük tutulurken yurt dışından ithal edilen çeşitli iplik ve ku­maş gibi ara malları bundan böyle büyük ölçüde yerli üreticilerden temin edilecekti. Diğer taraftan, ihracattan gelen her dolara %25 daha fazla TL ödeneceğinden ihracatımız da bu oranda teşvik görmüş olacaktı. Özetler­sek, "Gerçekçi Kur Politikası" (döviz fiyatlarının aylık/yıllık enflasyon ka­dar ayarlanması) içe ve dışa dönük sanayilere, sırasıyla aynı oranda koruma ve teşvik sağlamakta olup, kaynak dağılımındaki etkinliği bozmamaktadır

Ancak, Ocak-Nisan 2001 döneminde döviz fiyatlarındaki %75 (21 Şubat - Nisan döneminde %65) dolayındaki aşırı artışın bundan böyle ithalat girdi fiyatlarını aşırı bir şekilde artıracak olması, bir çeşit ma­liyet enflasyonu ortaya çıkararak ihracattaki rekabet gücünü azalta­bilir. Bu olumsuz gelişmenin önüne geçmek için, bundan böyle döviz fi­yatları belirlendikten sonra "Gerçekçi Kur Politikası'nın titizlikle uygulan­masına, ilaveten istikrar programının sürmesi sonucu işletmelerimizde ve­rimliliğin arttırılmasıyla maliyetlerin düşürülmesine hız verilmesi kaçınılmaz olacaktır. 

Çıkarılmış olan yeni Merkez Bankası Kanunu ile, bu bankaya da­ha fazla bağımsızlık yetkisi verilmiştir. Ancak bu kanunda, MB'ye Gerçekçi Kur Politikası uygulama görev ve sorumluluğu verilmemiş­tir. Güdümlü dalgalanmada döviz fiyatları artışı hızlandığında, MB piya­saya döviz satarak bu artış hızını düşürecek, döviz fiyatlarındaki aşırı düş­me halinde ise piyasadan döviz satın alacaktır. Bunun için MB'de yeterli döviz rezervinin bulunması gerekir. Bu ek döviz miktarını da, Türkiye'ye Yarı Sabit Kur ile Serbest Dalgalı Kur Sistemlerini dikte eden IMF karşıla­mak zorundadır. IMF, "Dalgalı kur sisteminin arkasındayız" sözü ile sorum­luluktan kurtulamaz. 

Bundan böyle serbest dalgalı kur yerine, Merkez Bankası'nın da gö­revlendirildiği "Güdümlü veya Kontrollü Dalgalanan (Managed Flo-ating) Kur Politikası"na geçmekten başka çare yoktur. Çünkü, bu gün dünyada dalgalı kur uygulayan ülke sayısı 50 dolayında olup, bu ülkelerin en az %80'ninde serbest dalgalı kur değil, güdümlü dalgalanan kur politi­kası uygulanmaktadır. Döviz fiyatları konusunda ortaya çıkacak aşağı­daki olumsuz etkilerin asgari düzeye indirilebilmesi için MB'nin dö­viz kuruna sık sık müdahale etmesi gerekmektedir. MB,

-  Zaman zaman ortaya çıkan ekonomik ve siyasi şokların döviz kuruna etkilerini elemine etmek,

-  Ödemeler dengesine ve dolayısıyla döviz kuruna geçici olarak şok etkisi yapabilecek tabii (doğal) afetler, grevler, hammadde ve ya­kıt teminindeki güçlükler gibi olayların olumsuz etkilerini azalt­mak,

Dış ticaret bilançosundaki (ithalat ve ihracat) mevsimlik ve kon­jonktüre bağlı dalgalanmaların döviz kuruna olumsuz etkilerini azaltmak,

-  Rezervlerin miktarını ve kompozisyonu ayarlamak için döviz piyasasına müdahale etmek zorundadır. 

MB yetkilileri genellikle " Biz döviz kuruna karışmayız. Kuru para po­litikası ve dolayısıyla faiz oranlarını arttırarak yönlendiririz" iddiasında bu­lunmaktadırlar. Oysa, faiz oranlarını arttırarak döviz fiyatı artışlarını bastırmaya çalışmak, astarı yüzünden daha pahalı bir uygulamadır.

Çünkü, faiz oranlarındaki artış önce maliyet enflasyonunu artırarak dış re­kabet gücümüzün azalmasına, ilaveten yatırım ve üretimin azalması sure­tiyle işsizliğin artmasına yol açacağı unutulmamalıdır. 

Merkez Bankası'nın Hataları, İşletmelerde Kriz

Her istikrar programında temel amaç enflasyonu düşürmek olduğu için, genellikle para ve maliye politikası toplam talebi kısacak şekilde uygulanır. Oysa, Merkez Bankası,uyguladığı para ve faiz politikası ile ta­sarrufu teşvik yerine tüketime ağırlık veren bir politika uygulamıştır. Çünkü MB, 2000 yılının özellikle Nisan-Ağustos döneminde yıllık faiz oran­larını %40'ın altına düşürmüş, ilaveten tüketici kredilerini düşmesine yol açarak tüketimi kamçılamıştır. Nitekim, 1999'dan 2000'e dayanıklı tüketim malları (buzdolabı, TV, araba vs.) satışlarındaki artış %8'den %23,7'ye fırlamıştır.

Yıllık enflasyon hızının %50-55 arasında seyrettiği bir dönemde, mev­duata verilen faiz oranları da %40' dolayına indirildiği için tasarruf etmek cazibesini kaybetti. İlaveten, dolar fiyatları da düşük tutulduğu için ta­sarruf sahibinin gelir temin edeceği araçlar ortadan kaldırılmış oldu. Neticede, Türkiye'nin yatırım ve üretim için ihtiyaç duyduğu tasarruf mev­duatlarının tüketim harcamalarıyla çarçur edilmesi, çok kısa sürede likidite krizinin ortaya çıkmasına katkıda bulundu. 

Hazine'nin Hatası, Kriz Hakkında 

Diğer taraftan,enflasyon beklentisi ve eğiliminin ortaya çıkması sonu­cu Türk hazinesi yetkilileri de büyük bir yanlışlık yaptı. Kamunun, borç­lanma kağıtlarının yıllık borçlanma faizi oranı %35 dolayında seyrederken, borçlanma vadesini hiç olmazsa 2 yıla uzatmak yerine, Hazi-ran-2001 vadeli borçlanmaya devam etmesi, devlet bütçesini büyük bir sıkıntıya sokmuştur. Likidite krizinin de ortaya çıkması ile, yüksek fa­izlerle aylık borçlanmaya gitmek zorunda kalınarak büyük bir mali sıkıntı­ya girilmiştir. Hazine yetkilileri,belki de 2001'de yıllık faiz oranlarının %20'lere ineceğini düşünerek bu hataya düşmüştür. 

İki Krizin Temel Sebepleri, Kriz Ekonomisi 

Özellikle 1990'lı yılların büyük bir bölümünde para ve sermaye piyasalarında oluşan fonların (tasarrufların) yaklaşık %80'ı devlet ta­rafından emilmiş, geriye kalan %20'nin en az %95'i holdinglere, sa­dece %5'i de KOBİ'lere gider hale gelmiştir. Böyle bir ortamda tarım, sanayi ve hizmetler sektöründeki üreticilere kredi kullandırılması yerine, Devlet tahvili ve hazine bonolarından yüksek ve risksiz faiz geliriyle terle­meden para kazanan sağlıksız banka sayısı 30'lardan 80'lere çıkmasına seyirci kalınmış, böylece devlet ve millet sırtından geçinen 15-20 bin kişi­lik bir parazit grubu ortaya çıkmıştır. 

Yine son yıllarda devletin aylık/yıllık enflasyonun çok üstünde faiz ödeyerek borçlanmak zorunda kalması neticesinde, en büyük 500 özel sektör firması gelirlerinin %60-70'ini bile faaliyet dışı kârlardan (dev­letin ödediği yüksek faiz gelirlerinden) elde eder hale gelmiştir. Böy­lece, Türk ekonomisi 10 yılı aşkın bir süredir üretim ekonomisinden çok, rant ekonomisine dönüşmüş ve neticede bu saadet zinciri sona ermiştir. 

Bu rant ekonomisinin yanısıra, Türkiye'nin 3 ay içerisinde iki ekono­mik krizle karşılaşmasının diğer önemli sebepleri de holding bankacılı­ğında^ soygunlar ile kamu bankacılığında yıllardır süren israflardır. Sabit kur politikası da bu krizi bir ölçüde hızlandırmıştır. Son günler­de Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş'in ifade ettiği gibi "Ziraat Bankasının bir günlük faiz ödemesi tutarı bu bankanın bir yıllık ma­aş ödemelerine eşittir". 

Bu nedenle, 70'i aşan banka birleştirilerek Türkiye'deki banka sa­yısının en kısa zamanda 15-20 dolayına indirilmesi gerekir. Ayrıca, Serbest Dalgalı Kur yerine 1999 sonuna kadar uygulanmış olan Esnek Kur veya Güdümlü Dalgalı Kur sistemine geri dönülmelidir. Gerçekçi Kur Politikasının gerçekleşmesinde MB'nin görev ve sorumluluğu olma­lıdır.

Not 2001: Son 20 yıldır ileri sürdüğüm bu görüş, maalesef yeni çıkan Merkez Bankası Yasası'nda da yer almamıştır. 

İstikrar Programı Sona Erdi mi? Kriz İletişimi 

Hayır, çünkü, yukarıdaki analizlerimizden de anlaşıldığı gibi, kur poli­tikası haricinde, eski ve yeni program arasında pek fark olmayacaktır. Ara-lık-2000'de IMF'ye verilen 4. Ek Niyet Mektubu halen yürürlüktedir. Bu ni­yet mektubunun kapsamında şu hususlara yer verilmiştir:

-  Merkez Bankası Kanunun çıkarılması (Nisan-2001 sonu),

-  Türk Telekom'un özelleştirilmesi için tekliflerin istenmesi (Mart-2001 sonu),

-  Tütün kanununun kabulü ve Tekel'in özelleştirme idaresine portfö­yüne devri (2001 Şubat sonu),

-  Fon yönetimine alınan satılacak Banka paketleri hakkında bilgi ve­rilmesi ve tekliflerin istenmesi (teklifler 24-Nisan-2001'e kadar),

-  Vergi kimlik numaralarının verilmesine ilişkin düzenlemenin kabulü (Eylül-2001 sonu).

-  Devlet ihale kanunu (bir buçuk yıldır üzerinde çalışılmaktadır), İlaveten, hükümetin kamu maliyesinde disipline devam etmesi ve ya­pısal reformların en kısa zamanda tamamlanması ile ilgili taahhütleri de devam etmektedir. 

Kaynak: Prof. Dr. Emin Çarıkcı

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005