Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Dış Politika ve Savunma 

Dr. Veysel Gani, Eğitimci 

Giriş 

Fertlerin ve toplumların birbiri üzerine üstünlük kurma istek ve gayretleri insanın ya­ratılması ile birlikte başlamıştır. Tarz ve şiddet­leri farklılıklar gösterse de, insanlar ve toplum­lar üstünlük kurmak ve hakimiyetlerini devam ettirmek isterler. 

Bölge ve dünya hakimiyetine ulaşma is­teği birçok kavim ve liderin tutkusu olmuş, bu hakimiyete ulaşabilmek maksadı ile de çok çe­şitli fedakarlıklara katlanılmıştır. Yıllar süren mücadele ve harplerin temelinde bu hakimi­yet istekleri yatmaktadır. Politika ve ittifaklarla ulaşılmak istenen nihai hedefe varılamazsa, o takdirde harpler kaçınılmaz hale gelmektedir. 

Fertlerin olduğu kadar toplumların da hedef ve menfaatleri sözkonusudur. Bu hedef ve menfaatlere varmak için gösterilen gayret­lerin bütünü politikaları oluşturur. Politikalar ise, eldeki mevcut imkan ve kabiliyetlerin he­def ve menfaatlere ulaşma istikametinde plan­lı, verimli ve devamlı olarak kullanılma faali­yetleridir.Dış politika, ülke ve toplumların dünya üzerindeki coğrafi konumları ile milli hedef ve menfaatlerinin çakıştırılma işlemidir. Bu ba-kımdan ülke coğrafyaları dış politikayı belirle-yen en önemli unsur durumundadır. Bölge ve dünya hakimiyetine giden yol ülke coğrafyala-rından geçmektedir. Coğrafya ve politika ayrıl-maz bir bütündür. 

Politikaları belirleyen diğer bir unsur ise demografik yapıdır. Aktif ve dinamik dış poli­tikaların hareket gücü nüfus kaynaklarından doğmaktadır. Ülke ve toplumların sosyo-eko-nomik yapıları ise en az askeri güçleri kadar politikaları belirleyen unsurlar durumundadır.

Bütün bu hususları ülke ve toplumu­muz irin ele alarak Türk Dıs Politikaları ve Sa­vunmamız açısından, incelemeye çalışalım. 

Coğrafi Politika

Ülkelerin coğrafi konumlan, arazi yapı­ları, iklim ve tabii kaynakları izlenecek millet­lerarası politikaların belirleyici unsurlarıdır. Ada devleti, kıta devleti, kara devleti olmak gi­bi farklılıklar o ülke ve toplumun iç ve dış po­litikalarını etkiler.

Konuya Türkiye açısından bakıldığında, ülkemiz jeopolitik konumuyla büyük manevra sahalarına sahip Asya-Avrupa ve bir ölçüde Afrika kıtalarına ulaşma yollarını elinde tut­maktadır. Diğer bir ifade ile Türkiye sadece elinde bulundurduğu Trakya ve Anadolu top­raklarında değil, bu toprakların tabii uzantısı durumundaki Balkanlar, Kafkaslar ve Ortado­ğu topraklan üzerinde de etki sahibidir. Bu et­ki sadece coğrafyanın Türkiye'ye sağladığı bir avantaj olup, bu topraklara yıllarca hakim ol­manın hak ve menfaatleri bunun dışındadır. 

Türkiye bir taraftan Kafkaslar yolu ile Hazar Denizi'ne, diğer taraftan da Balkanlar ile Adriyatik Denizi'ne erişebilecek mükem­mel bir coğrafya üzerinde yer almaktadır. Fırat ve Dicle nehirleri ile tabii olarak Körfez'e de ulaşmaktadır. Türk Dış Politikası'nı bakanlık koridorları yerine dünya haritasında belirleme gayretlerinin oluşması halinde, karar mercileri sahip olduğumuz imkan ve kabiliyetleri daha kolay görebileceklerdir.

Sadece jeopolitik açıdan bu ölçüde ta­lihli olan Türkiye'nin bölgedeki nüfus kaynak­ları açısından hiçbir ülke ve topluma nasip ol­mayacak imkanları mevcuttur. Bu imkanların başında Birinci Cihan Savaşı sonunda çizilen hudutların dışında kalan Türk varlığı gelmek­tedir. Misak-ı Milli Hudutları 1914-1918 yılları arasında muhafazası gerekli bir milli hedefti. Ancak aradan geçen bir asırlık süre bu milli hedefi Balkanlar ve Kafkaslara taşımalıydı. Maalesef hadiseler dışişlerimizi de aşan bir sü­rat ve fevkaladelikle gelişmiş, Türkiye bu ge­lişmeler karşısında hazırlıksız yakalanmıştır. 

Altmış milyonluk Türk nüfusa ilave ola­rak sadece çevre ülkelerde mevcut otuz mil­yon Türk varlığı da kaale alındığında; yüz mil­yonluk bir nüfus gücü Türk Dış Politikası'nın manevra sahasını oluşturması gerekirken bu imkan her vesile ile değerlendirme dışı bırakıl­mıştır.

Çevre ülkelerdeki Türk varlığına ilave olarak kuşak ülkelerde ve merkezi Asya'daki Türk varlığı da gözönüne alındığında Türkiye kendiliğinden (ilave bir gayret sarfetmeden) bölgede güç oluşturmaktadır. Bu güç karar be­yinlerimiz dışında bütün dünya tarafından bi­linmekte ve önleyici tedbirler alınmaktadır. 

Jeopolitik yapı ve nüfusa ilave olarak özellikle güney bölgemizde yer alan İslam Alemi ile kurulacak olumlu münasebetler, mevcut güce güç katarak Türk Dış Politikala-n'na hareket alanları sağlayacak, milli hedef ve menfaatlerimize ulaşma gayretlerimize des­tek olacaktır.

Bütün bu olumlu şartlar ve imkanlar karşısında Türk Dış Politikası'nın gerek Avru­pa ve gerekse dünya devletleri arasında arzu edilen yere gelemediği görülmektedir. Bu ba­şarısızlığın çeşitli sebepleri olmakla birlikte en önemli olanı bilgi ve enformasyon kaynak ek­sikliğidir. Sadece dünyada değil, bölgemizde bile cereyan eden hadiseleri dış kaynaklardan izleyen ve buna göre hareket tarzları belirle­yen politik karar beyinleri ülke ve toplumu­muzun hedef ve menfaatlerini koruyamamak­ta, çok defa hatalı kararlarla dış mihraklara im­kan hazırlamaktadırlar. 

Sosyo-Ekonomik Politikalar 

Her asırda medeniyetler kurmuş, çeşitli din, dil ve ırklara mensup insanları yönetme­deki köklü devlet geleneği ile Türkiye isteme­se de bölgede ve dünyada söz sahibidir. Kısa görüşlü, günlük politikalarla zaman israf eden­ler bu gerçekleri görmek zorundadırlar.

Türkiye değişen ve gelişen şartlar mu­vacehesinde hakikaten büyük atılımlar ger­çekleştirmiş bir ölçüde kendi kendin'- yeter hale gelmiştir. Ancak katedilen mesafeler ye­terli olmamış, gelişme arzu edilen veya bekle nen düzeye varamamıştır. Bunun çeşitli se­bepleri mevcut olmakla birlikte en önemli se­bep iç istikrarın sağlanamamasıdır. 

Özellikle 1980-90 döneminde katedilen mesafe oldukça tatmin edici olmasına rağmen, sosyal yapıdaki bölünmeler ve maddeye aşırı değer vermek, manevi hasletleri zedeleyerek kültürel boşluklar doğurmuştur. Kültürel yapı­daki bu boşluk giderek tehdit halini almış ve mütecanis Türk Milleti bölünme ile yüzyüze kalmıştır. 

Yirmibirinci asra beş kala Türkiye mad­de ve mana arasında bocalar hale gelmiştir. Neticede ise milli güç unsurlarından biri olan ekonomi, giderek güç olmaktan çıkmıştır. Bunda çevremizde cereyan eden hadiselerin Türkiye'ye yüklediği sorumlulukların da bü­yük payı olmuştur. İran-Irak Savaşı, Azerbay­can kargaşası, Bosna-Hersek'te yaşanan soykı-nm bunlara misal teşkil etmektedir. Şu veya bu oranlarda yapılan maddi yardımlara ilave olarak milletimize yüklediği manevi sorumlu­luk da istikrarsızlık sebepleri arasında sayılabi­lir. 

Türkiye'nin arka bahçeleri sayılabilecek Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu'daki istikrar­sızlıklar ister istemez ülke ve milletimizi etkile­miştir. Avrupa Topluluğu da dahil olmak üze­re birçok ülke ve toplum birleşerek güç teşkil etmeye çalışırken, ülkemizdeki bölünme gay­retlerini sadece insan hakları ölçüsünde izah etmek mümkün değildir. Bu isteklerin tamamı Türkiye'yi bölgede güç olmaktan alıkoyacak oyunların ve gayretlerin bir parçasıdır. 

Türk Dış Politikası'nın insiyatif kazana­bilmesi ancak iç istikrarın temini ile mümkün olacaktır. Bunu sağlayamayan bir ülkenin di­ğer avantajlardan istifade edebilmesi oldukça zordur. 

Bu açıklamalar ışığında; Cenab-ı Hak­kın Türk Milleti'ne sağladığı imkan ve kabili­yetlerin heba edildiğini söylemek, bizi bugün­lere getiren yönetimlere saygısızlık  olmayaıl ilenilen >. ve toplumlar bu  problemleri çözümleyebili-yorsa, bizim de çareler üreterek en kısa za­manda gücümüzün gerektirdiği aktif bir politi­kaya geçiş yapmamız şarttır. 

Sadece "Yurtta Sulh Cihanda" Sulh diye­rek cihana sulhu getirmemiz mümkün olamaz; kaldı ki yurda sulhu getirme konusunda 1960-1980 ve günümüzdeki gelişmelerle ne ölçüde gerçekleştirebildiğimiz de ortadadır. Yurtta sulhun oluşturulması ancak ve yalnız milletin arzu ve isteklerine uymakla mümkün olur. Millete rağmen devlet olmak ve millete rağ­men hizmet sunmak mümkün değildir. Millet-le bütünleşecek istikrar politikaları sağlanma­dıkça, her türlü maddi ve manevi tedbirler ye­tersiz kalacaktır. 1924, 196l ve 1982 Anayasa­larına doğan tepkilerin temelinde "millete rağ­men hizmet" anlayışı yattığından tartışmalar sürüp gitmekte ve iç politika dışa galip gelmektedir. Bu zaaf sebebiyle Türkiye Cumhuri­yeti birkaç istisna dışında uluslararası akdi hu­kuktan doğan hak ve menfaatlerini bile savu­namaz hale gelmiştir. 

Netice 

Bölge ve dünya hakimiyetine gidecek yollara sahip, birçok imkanları kendisine bah­şedilen bir millet, sadece karar beyinlerinin yetersizliği sebebi ile iki asırdan beri gölge boksu yapmaktadır. 

Milli hedef ve politikaları belirlenme­miş, bu hedef ve politikaları gerçekleştirmeyi hedef edinen bir nüfusu oluşturamamış, neti­cede kararsızlık ve bocalama içerisinde kalmış bir milletin, istikbalini tayin gücü kendiliğin­den kaybolmaktadır.

Mevcut imkan ve kabiliyetlerimizden en verimli şekilde istifade edebilecek iç ve dış yapılanma kaçınılmazdır. Bu yapılanmanın te­melini milli kültür ve milli güç unsurları oluş­turmalıdır. Gayri milli olan bütün kurum, ku­ruluş ve icraata son verilerek yirmibirinci yüz­yıla güçlü, dinamik ve kararlı bir politika ve yapılanma ile Besmele çekilmesi zaruret halini almıştır.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005