Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Son Yüzyılda Dünya Ekonomisi ve Türk Dünyası 

Giriş 

Son 100 yıl içinde iktisadi ve teknolojik açıdan, dünyada, bundan ön­ceki asırlarda hayal bile edilemeyecek derecede gelişmeler oldu. Şüphe­siz bu gelişmeler bazen durma ve hatta gerileme noktalarına da sahne ol­du. Bu değişik dönemleri sıralarsak;

-  Birincisi Liberal bir iktisadi dönemin yaşandığı 1900-1913 dönemi,

-  İkincisi, dünya savaşları, Büyük Ekonomik Kriz ve otarşik (dı­şa kapalı ve kendi kendine yeterli) iktisat politikalarının hüküm sürdüğü 1913-1950 dönemi,

-  Üçüncüsü, uluslararası kuruluşların denetim ve yönetiminde uluslararası ekonomik ilişkilerde liberalleşmenin tekrar başla­dığı ve özellikle Sanayileşmiş Ülkeler (SÜ'ler) için altın çağ diye adlandırılan 1950-1973 dönemi ve

-          Nihayet, 1973'ten itibaren gerek kapitalist ve gerekse sosyalist ül­kelerde ekonomik büyüme hızlarının yavaşladığı ve yıllık enflasyo­nun önce arttığı, sonra kontrol altına alındığı 1973-1997 dönemi olup dört bölümden oluşmaktadır. 

Gelişmekte Olan Ülkeler (GU'ler) için ise ciddi manada iktisadi kal­kınma teorilerinde ikinci dünya savaşından sonra 1950'li ve özellikle 1960'lı yıllarda çok önemli gelişmeler oldu. Bu teorik gelişmelere paralel olarak bir çok GÜ'de sanayileşme ve kalkınma hamlesi başlatıldı.

Bir ülkede ekonomik büyüme ve kalkınmanın hızı ve seviyesi o ülke­de uygulanmakta olan makro iktisat, eğitim, dış ticaret ve sanayileşme po­litikalarına, ülkenin yeraltı ve yerüstü zenginliklerine bağlı olmakla birlikte, her ülke ekonomisi belli bir dönemde dünya ekonomisindeki değişme ve gelişmelerden de önemli ölçüde etkilenir. Bu etkiler sadece dış ticaret yo­lu ile değil, sermaye akımları, göçler, döviz kuru ve faiz politikaları, genel iktisat politikaları, ideolojik ve teorik gelişmeler, savaşlar, sömürge idare­sinde bulunup bulunmama ve çeşitli dış iktisadi şoklardan kaynaklanabilir.

Bu kısa girişten sonra, 20. yüzyılın çeşitli dönemlerindeki uygulanan iktisat politikalarını ve ekonomik gelişmeleri gerek SÜ'ler ve dünün sosya­list ülkeleri, gerekse GU'ler ve Türk Dünyası açısından değerlendirmeye geçebiliriz. 

1. 20. Yüzyılın İlk Yarısında Siyasî Askerî Olaylar 

1900 yılına gelindiğinde Güney ve Güney Doğu Asya ülkeleriyle Afri­ka ülkeleri, Batılılar tarafından birer sömürge haline getirilmişti. Günümü­zün Hindistan, Pakistan ve Bangladeş'i İngiliz sömürgesi, Endonezya Hol­landa'nın, Filipinler ABD'nin sömürgesi idi. Afrika'nın ise nerede ise tama­mı Batılı devletlerin sömürgesi idi. Daha önce İspanyol ve Portekiz sömür­gesi olan Latin Amerika ülkeleri ise 1820'lerde siyasi bağımsızlıklarını ka­zanmışlardı. 

1900 yılından önce İngiltere irili ufaklı 38 ülkeyi sömürgeleştirerek bu ülke dışındaki 345 milyona hükmederek sömürgecilikte birinci sırayı, Fran­sa 56 milyonla ikinci sırayı, Hollanda 35 milyonla üçüncü sırayı paylaşır­ken, bu ülkeleri 10.5 milyonla ABD, 9 milyonla Portekiz takip ediyordu. Ay­rıca, Çarlık Rusya'sı 16 milyon, Çin ise 17 milyonun yaşadığı ve çoğu Türk illeri olan toprakları ülkelerine katarak bu bölgelerde bir çeşit sömürge ida­resi uyguladılar. 1918 yılına gelindiğinde ise İtalya ve Japonya gibi yeni sömürge imparatorlukları ortaya çıkmış, Osmanlı Imparatorluğu'nun yıkılma­sı ile İtalyanlar Kuzey Afrika ülkelerini ve Habeşistan'ı işgal etmiş, Japon­lar da Kore ve Tayvan'ı sömürge haline getirmişlerdi.

Sömürgeci devletler tarafından sömürgelerin, bir hammadde deposu olarak kullanılması sonucu bu ülkelerin, sanayileşmelerini başlatabilmele­ri için bağımsız bir dış ticaret politikası uygulamaları mümkün değildi. Bu dönemde kapitülasyonlardan dolayı Osmanlı İmparatorluğu da benzer du­rumda idi. Ayrıca, Çin'in gümrük gelirlerine de dış güçler tarafından el ko­nuluyordu. 

20. asrın ilk yarısında bir yandan birçok ülkenin iktisadi hayatını ve nü­fus yapılarını tahrip eden, öte yandan dünya çapında teknolojinin gelişme­sine yol açan iki dünya savaşı yaşandı. Nitekim, Birinci Dünya Savaşı (BDS) sırasında 9 milyon kişi, 1917 Rus ihtilâlinde de 10 milyon kişi, sal­gın hastalıklar yüzünden de 6 milyon kişi olmak üzere toplam 25 milyon in­san ölmüş veya öldürülmüştür. İkinci Dünya Savaşı ise Avrupa'da 42 mil­yon, Asya'da 10 milyon olmak üzere toplam 52 milyon kişinin ölümüne yol açmıştır, ilaveten bu iki savaş döneminde milyarlarca dolarlık fabrika, mesken, yol ve baraj gibi altyapı tesisleri yerle bir olmuştur. 

Nitekim, BDS'den sonra ABD ve Batı Avrupa'da ortaya çıkan kitlesel üretimin (mass production) bu ülkelerdeki çalışan kesimin hayat standar­dının (ücret seviyesinin) çok düşük olmasından dolayı tüketilememesi 1929-1932 döneminde dünya çapında büyük bir iktisadi krizin (great depression) doğmasına yol açtı. 

Bu durumdan ders alan Batılı ülkeler 1930'ların başlarında bir yandan işçi kesiminin hayat standardını yükseltip üretimin istikrarlı bir şekilde tü-ketilebilmesi için işçilerin sendikalaşmasını, öte yandan tekellerin ve oligo-pollerin aşırı fiyatlarla mal satmalarını engellemek ve haksız rekabeti önle­mek için Anti-Tekel Kanunlarını, daha sonra da Tüketiciyi Koruma Kanunu'nu yürürlüğe koydular ve bu kanunları değişen iç ve dış ekonomik şart­lara göre sık sık revize ettiler.

İkinci Dünya Savaşından sonra ise bir yandan BM'nin kurulması ile dünya savaşlarının sona ermesi, IMF, Dünya Bankası ve GATT gibi ulus­lararası kuruluşların ortaya çıkması ile bir taraftan dünya çapında kademeli bir iktisadi liberalleşme hareketinin tekrar başlaması, öte yandan zengin ve fakir ülkeler arasında iktisadi işbirliği imkanlarının artması ile insanlık alemi yeni ve değişik iktisat politikalarının uygulanabildiği ve iktisadi kal­kınma hızlarının hızla arttığı bir döneme girdi. 

2. İktisat Politikalarında Değişmeler 

a) 1900-1913 Dönemi 

20. asrın ilk yılları olan 1900-1913 dönemi bugünkü OECD ülkeleri (Batı Avrupa, ABD, Japonya, Avustralya, Yeni Zelanda ve Türkiye) için li­beralizm ilkelerine uygun bir dünya düzeni içinde (Türkiye hariç) istikrar­lı bir büyüme ve refah düzeyinin hızla arttığı bir dönemdir. Esasen bu parlak dönem 1820'lerde başlamış ve 1870'lerden itibaren de giderek hız­lanmıştır. Çünkü, 1870'lerden itibaren uluslararası sermaye akımların­da ve uluslararası göç hareketlerinde tam serbesti, dış ödemelerde de altın standardı ve sabit kur sistemi altın çağını yaşamağa başladı ve bu durum 1913 yılına kadar sürdü.

Buna rağmen, Fransa ve Almanya özellikle tarım sektörünü korumak için sırasıyla %16 ve %12'lik tarifeler uygularken, Batılılar başta Çin, Mısır, İran, Tayland ve Osmanlı İmparatorluğu'na serbest ticareti empoze etmiş­lerdi. Japonya 1911 yılında maksimum %5 tarife anlaşmasını reddederek bu oranı %10-15 dolayına çıkardı. Bu dönemin en koruyucu ülkeleri ABD, Rusya ve Latin Amerika ülkeleri idi. 

İlaveten bu dönemde gerek Batı Avrupa ülkeleri ve ABD, gerekse Ja­ponya eğitime büyük ağırlık verdi. Japonya, eğitimde yaptığı muazzam ya­tırımlara ilaveten, kurumlarını da batılılaştırmasıyla ve sanayiinin gelişme­sinde devletin aktif müdahaleleriyle diğer Asya ülkelerinden daha önce is­tikrarlı ve yüksek seviyede bir iktisadi büyüme trendini yakalayarak, özel­likle 20. asrın ikinci yarısında, bir sanayi devi olarak dünyadaki yerini aldı. Bu dönemde ve takip eden dönemde ABD'nin insan kapitaline (eğitime), endüstriyel araştırma ve geliştirme faaliyetlerine verdiği önem Batılı ülke­lerden ve Japonya'dan da daha önde idi. Onun için ABD daha 1950'lere gelmeden dünyanın süper gücü olarak ortaya çıktı. 

Günümüzün GU'lerinin çoğu ise 1910-1913 dönemi ile 1913-1945 dönemlerinde sömürge durumunda oldukları için onların iktisadi gelişme hamleleri ancak 2.Dünya Savaşından sonra başlatılabildi. 

b) 1913-1950 Dönemi 

Büyük İktisadi Kriz'in 1929 yılında patlak vermesiyle birlikte, bütün batılı ülkelerde dış ticarette serbesti yerine ithalat yasakları, yüksek gümrük duvarları ve yabancı sermaye akımlarında ortaya çıkan geri­lemeler sonucu, dünya dış ticaret hacminin azalmasına yol açmış, neti­cede hem GU'lerde ve hem de SU'lerde, içe dönük otarşik bir iktisat politikalarının uygulanması zorunlu hale gelmiş olduğu için, bu dönem büyük bir iktisadi durgunluk içinde geçmiştir. 

Öyle ki, 1950 yılına gelindiğinde yabancı sermaye akımları 1900 yılı­nın yarısı düzeyinde idi. Oysa bu akımlar ve özellikle Direkt Yabancı Ser­maye Yatırımları (DYS) dönemin daha az gelişmiş ülkelerinin yatırım ve üretim kapasitelerini artırmakta, modern teknoloji transferini sağlamakta ve geçici olarak da olsa dış ödeme açıklarının giderilmesine önemli katkı­lar yapmaktaydı. 

1913-1950 döneminde iki dünya savaşı yaşanmış olmasının en önemli sonucu, dünyada iktisadi ve siyasi dengelerin altüst edilmiş olma­sı, ABD'nin ve Japonya'nın ekonomik gücünün daha da artması ve ABD'nin dünyanın en güçlü süper gücü durumuna terfi etmesidir. 

Birinci Dünya Savaşına katılan ülkelerde yatırım ve üretimde devletin payı artmış, iç ve dış parasal ve mali disiplin ortadan kalktığı için bir yan­dan enflasyonist ortama girilmiş, öte yandan rekabetçi devalüasyonlar dö­nemi başlamış, böylece sabit kur sistemi ve altın standardı son bulmuştur. 1920'lerin ilk yarısında altın standardına tekrar geçilmesi ve sabit kur uy­gulamasına geçilmesi için verilen çabalar ise büyük iktisadi krizle birlikte son buldu.

Avrupa'da ilk savaşın yol açtığı tahribatlar ve dış varlıklarında uğ­radığı kayıplar sebebiyle Avrupa'nın büyük ve sömürgeci devletleri güçle­rinden çok şey kaybetmiş, Avusturya, Osmanlı İmparatorlukları ile Alman­ya yıkılmış, Rus İmparatorluğu da yıkılmış ise de yerine ilk sosyalist eko­nomi olan Sovyetler Birliği (SB) kurulmuştur. Bu yeni imparatorluk sadece kendini değil, Baltık ülkeleri ile Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ile Balkan ül­kelerinin çoğunu hür dünyanın iktisadi ve siyasi ilişkilerden büyük ölçüde ayırmış oldu. 

Diğer taraftan, iki savaş arasında, Fransa ve Almanya borç veren ül­ke yerine borç alan ülke durumuna düşmüş, İngiltere'nin borç verme ka­pasitesi gerilemiş, neticede ABD daha 1920'lerden itibaren finansal güç ve merkez olarak birinciliğe yükselmiş, ikinci savaştan sonra da dünyanın siyasi liderliğine oturmuştur.

1929-1932 döneminde OECD ülkelerinde ithalat hacmi %25 düşmüş, uluslararası sermaye piyasası çökmüş, altın standardı terk edilmiş, dünya fiyatlarındaki %50'lik düşüş ve negatif iktisadi büyümenin bir sonucu ola­rak bu ülkelerde her dört kişiden birinin işsiz kalması büyük bir iktisadi ve sosyal kaos yaratmıştır. Bu dönemde bu ülkelerde yatırım ve üretimde aşı­rı ve geçici devlet müdahaleleri de krizin atlatılmasına yetmedi. 1938 yılı­na gelindiğinde Batı Avrupa ve ABD'de GSYİH 1929 yılı seviyesinin sade­ce %6 üzerine çıkabilmişti. İkinci Dünya Savaşının patlak vermesi ile bu müspet gelişme de son buldu. Ayrıca, bu kriz döneminde çok ağır savaş tazminatını ödeyebilmek için Almanya'nın katlanmak zorunda olduğu ikti­sadi sıkıntılar, Alman milleti galip devletlere tepki olarak, Hitler'i iktidara ge­tirmiş ve 2. Dünya Savaşı'nın patlak vermesine yol açmıştır. 

c) 1950-1973 Dönemi 

Bu iki savaşın getirdiği felaketlerden ders alan batılı ülkeler da­ha İkinci Dünya Savaşı bitmeden, ABD'nin öncülüğünde, dünyanın iktisadi ve siyasi düzeninin bir daha bozulmaması için harekete ge­çerek, savaş sonrasında daha önce bahsettiğimiz iktisadi, siyasi ve mali kuruluşları kurdular. 

İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar sömürgeciliğin birçok GÜ'de sür­mesi bu ülkelerde modern sanayi sektörünün kurulmasını engelledi. Bu savaşın sona ermesi ile sömürgeciliğin büyük ölçüde son bulması bir çok ülkenin sanayileşme stratejisi olarak önce ithal ikamesinin, bazı GÜ'lerde de, 1960'lardan itibaren de dışa (ihracata) dönük stratejinin uygulanması­na fırsat verdi. 

Geçmişte İngiltere ve son zamanlarda Hong Kong hariç, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin tamamı iktisadi kalkınmalarının başlangıcında it­hal ikamesi politikaları uygulamışlardır. Ancak ithal ikamesi politikalarının dozu, süresi ve dışa dönük kalkınma veya sanayileşme stratejilerinin baş­latılması için harcanan zaman ülkeden ülkeye farklılıklar göstermiştir. Ne­ticede, birçok ülke benzer yeraltı ve yerüstü zenginliklerine, benzer rejim­lere ve benzer büyüklüğe sahip oldukları halde, uygulamaya koydukları bu farklı sanayileşme stratejilerinden dolayı iktisadi kalkınmada değişik başa­rılar elde etmişlerdir. 

1950-1973 dönemi özellikle SÜ'ler, Japonya ve G. Kore gibi bazı ül­keler için bir altın çağ niteliğindedir. Bu dönemde büyüme hızının istikrarlı ve yüksek seviyede seyretmesinin başlıca etkenlerinden en önemlisi, amaçları açıkça belli olan ve rasyonel davranış kurallarına sahip ve ulus­lararası dayanışmayı sağlayan bir düzenin varlığıdır. 

Diğer etken ise Kuzey-Güney ilişkilerinde savaş öncesi sömürge ve­sayeti durumundan yeni bağımsızlığa kavuşmuş ülkelerin iktisadi kalkın­malarını teşvik eden yeni bir dünya düzeninin kurulmasıdır. Bu dönem GÜ'lere dış ticaret de, mukayeseli üstünlüklerine göre uzmanlaşabilmele-rine büyük fırsatlar sunmuş, yabancı sermaye ve teknolojiye daha kolay ulaşma fırsatları ortaya çıkmıştır. Meselâ, 1950'den 1985'e yabancı serma­ye artışları yıllık %9'luk bir artışla, kümülatif olarak 47 milyar dolardan 944 milyar dolara ulaşmıştır. 

Bu dönemde bir yandan iktisadi kalkınma teorilerinde önemli gelişme­ler olmuş, öte yandan Keynes'in aktif mali politikalar ve tam istihdam he­defleri akademik, politik ve bürokratik çevrelerce desteklenmiş ve uygula­ma alanı bulmuştur. 

Altın çağın en önemli neticelerinden biri de, toplam üretimde (GSYİH'da) devlet harcamalarının OECD ülkelerinde 1950'de %27'den 1973'te %37'ye yükselmesidir. Bu durum ise dönem sonunda SÜ'lerin bi­le enflasyona duyarlı bir hale gelmesine yol açmıştır. 

Ekonomide devletin payının hem SÜ'lerde ve hem de GÜ'lerde hızla artmasına yol açan başlıca faktörler ise sosyal güvenlik, eğitim, sağlık har­camalarındaki hızlı artış ve GÜ'lerde yol, baraj gibi altyapı yatırımlarının sadece devletçe üstlenilmesi ve ayrıca doğrudan verimli yatırımlarda da dev­letin devreye girmesidir.

Neticede bütün ülkelerde toplam istihdamda kamunun payı artmış, ül­kelerin sanayileşme derecelerine paralel olarak ekonomide tarımın payı %5-10 seviyelerine gerilemiş, sanayi sektörünün payı ise önce artmış son­ra biraz azalmış, hizmet sektörünün payı ise gitgide artarak % 60-70 do­layına fırlamıştır. 

d) 1973-1995 Dönemi 

Bu dönemde, Uzak Doğu ülkeleri hariç, hem SÜ'lerde ve hem de sosyalist ülkelerde iktisadi büyüme düşme eğilimine yıllık enflasyon hızları da yükselme seyrine girmiştir. Büyümedeki gerilemeye ve enf­lasyondaki sıçramaya 1974'teki birinci petrol şoku ile 1979-1980 de­ki ikinci petrol şokunun yol açtığı öne sürüldü ise de sonradan bu görüşün yeterli ve gerçekçi olmadığı ortaya çıkmıştır. 

Çünkü, birinci petrol şokundan önce de OECD ülkelerinde enflasyon hızı 1973'te %10'a çıkmıştı. Sanayileşmiş Ülkelerin standartlarına göre bu oran çok yüksektir. Dünya ölçeğinde 1970'lerde hızlanan enflasyonun se­bepleri arasında, sabit kur sistemine dayanan Bretton VVoods sisteminin 1971'de çökmesi ile, dalgalı kur ve dalgalı faiz politikasının başlamasına ilaveten, en önemlisi de ekonomilerin büyük çoğunluğunda devletin payı­nın artmış olmasıdır. Petrol fiyatları artışı ise bu enflasyonist süreci sade­ce hızlandırmıştır. 

Büyümenin yavaşlamasındaki önemli bir sebep ise ekonomi politika­sı konusunda iktisadi istikrarın ve dolayısıyla fiyat istikrarının sürekli olarak sağlanması ihtiyacının tam istihdam hedefinin önüne geçmesidir. Çünkü, enflasyonun gelir dağılımını bozduğu, iktisadi büyümeyi dalgalandırdığı ve sadece ekonomik bozulmaya değil, aynı zamanda çok büyük sosyal ve ahlaki tahribata yol açtığı iyice anlaşılmıştır. 

Büyüme hızının düşmesinin diğer bir sebebi de, yine ekonomiler­de kamu kesiminin payının artması ile her ekonomide verimliliğin düş­mesidir. Teknik tabirle, kamu payının arttığı ülkelerde Phillips Eğrisi sağa kaymış, enflasyonu kontrol etmenin alternatif maliyeti olan büyü­menin yavaşlaması ve işsizliğin artması bedeli daha da artmıştır. 

Nitekim, 1950-1973 döneminde SU'lerde ortalama yıllık verimlilik artı­şı % 4.5 iken, bu oran 1973-1995 döneminde % 2'nin altına düşmüştür. Bu asrın ilk yarısında % 1.9 olan bu oranın 1950-1973 döneminde hızla yük­selmesinin en önemli sebeplerinden birisi SU ekonomilerinde daha düşük verimle çalışan tarımın payının hızla düşmesi ve sanayiin payının da hızla artmasıdır. Ancak bu değişme bir defalık hızlı bir verim artışına sebep ol­muştur. 1973'ten günümüze de ekonomilerde servis sektörünün payı gide­rek artmış ve sanayiin payı gerilemeye yüz tutmuştur. 

Bilindiği gibi, hizmet sektöründeki verimlilik artışı sanayi sektörüne göre daha zor sağlanmaktadır. Son yıllarda hizmetler sektöründe teknolo­jik gelişmelerin nerede ise sınırına gelmiş olması SU'lerde verimlilik artışı­nı frenleyerek büyüme hızlarının düşük seviyelerde seyretmesine yol açan diğer önemli faktördür. (Ancak, son 10 yıl içinde ortaya çıkan hızlı teknolo­jik gelişmeler hizmet sektöründeki verim artışına da önemli katkılarda bu­lunmaktadır) 

SÜ'lerde enflasyonla mücadelenin tam istihdam hedefi yerine geçme­si, özellikle 1990'lı yıllarda büyüme hızlarının 1-2 dolayında seyretmesine, işsizlik oranlarının da % 10 dolayına yükselmesine yol açmıştır. SU'lerde 1980'li yılların ortasında % 5 dolayına çekilmiş olan yıllık enflasyon hızları, son iki yıldır %2 dolayına indirilmiştir. 

1973-1996 döneminin ilk yarısında petrol ithal eden birçok ülke dış borç batağına girdiği için, bazı Latin Amerika ülkeleri olmak üzere, bir çok GÜ'de büyük iktisadi sıkıntılar ortaya çıkmıştır. Petrol fiyatlarındaki hızlı ar­tış bu ülkelerin Ödemeler Dengesi açıklarını büyüttüğü gibi, petrol fiyatları artışına paralel olarak makine ve teçhizat fiyatlarındaki sıçramalar da, ithal enflasyonunun da etkisi ile, bir çok GÜ'de yıllık enflasyon hızlarında üç-dört hanelik rakamların ortaya çıkmasına yol açmıştır.

1990*lı yıllarda tutarlı ve sıkı para-maliye politikaları ile birlikte özelleştirmeye hız vererek kamu paylarını en düşük düzeye indirebi­len Brezilya, Şili ve Arjantin gibi Latin Amerika ülkelerinde yıllık dört haneli enflasyon hızları önce % 100'ler dolayına ve iki haneli rakam­lara, 1996 ve 1997 yıllarında da %5 dolayına indirilmiştir. Bu ülkeler­deki büyüme hızları ise, uyguladıkları iktisat politikalarına ve sanayileş­me stratejilerine göre dalgalı bir seyir takip etmiştir. 


Kaynak: Prof. Dr. Emin Çarıkcı

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005