Ekonominin Geleceği ve Yapısal Reformlar

Yeni bir yüzyıla girmeye hazırlanırken, ekonomik sorunlar yine gündemimizin başında yer alıyor. 1999 yılında GSMH artışının, en iyimser tahminle %1,4 olması bekleniyor. imalat sanayiinde kapasite kullanımı son derece düşmüş ve doğal olarak yatırımlar hızla gerilemiş bulunuyor. Hizmet sektöründe de daralma yaşanıyor; turizmdeki yavaşlama tüm ekonomiyi etkiliyor. Bugünkü bu olumsuz tablonun temelinde, iç talepteki gerileme yatıyor. Türkiye bu defa da, döviz kıtlığından veya döviz fiyatından değil, iç talepteki düşüşten kaynaklanan ciddi bir bunalımla karşı karşıya. Ancak, talep azalışının doğal sonucu ve bir anlamda otomatik çaresi olan fiyat gerilemesi görülmüyor; tam tersine, enflasyon tahminleri daha yüksek oranlara doğru revize ediliyor. Bu ortamda, reel faiz beklentileri de yükseliyor. 

Ekonomimizi son derecede olumsuz etkileyen yüksek faiz oranlarının başlıca nedeni­nin, enflasyonun daha da yükseleceğine ilişkin endişeler olduğunu görüyoruz. Bu ortamda kamu borçlanmasının olanca hızı ile sürmesi ise, yükselişi arttırıyor. Sonuçta faizlerin yük­selmesi ve kamu kesimi borçlanma gereksiniminin artması birbirini destekliyor; ortaya bir kısır döngü çıkıyor. 

Birkaç yılda bir içine düştüğümüz ekonomik bunalımlardan bugün karşı karşıya bulunduğumuzun, şimdiye kadar uygulanan yöntemlerle giderilmesinin olanaksızlığı bu durumdan ileri geliyor. Durgunluk için alınabilecek standart önlem sayılan kamu harcamaları artırmak için, ya enflasyona yada yeni borçlanmaya başvurmak gerek Her iki seçenek de, zaten yüksek olan enflasyonu azdıracaktır. O halde, uzun bir süre sonunda geldiğimiz bugünkü durumdan basit önlemlerle çıkamayacağımız ortadadır. Türk ekonomisini bugünkü sıkıntılı noktaya getiren süreçte, devletin enflasyonun yarattığı "sanal" kaynaklarla seçmenleri sonsuza kadar memnun edebileceği sanıldı. Anlayış, bu kaynaklardan yararlandıklarını düşünenlerde de vardı. Sıkıntılar ortaya çıktı kur ve faizlerle oynayarak, geçici "iyileşme sağladık ve yapısal düzeltmelere yönelmek Ekonominin, bu politika ve uygulamaların birikimli etkisi ile ortaya çıkan görüntüsü, aynı yoldan gidemeyeceğimizi, yapısal reformları gerçekleştirmeden, sorunları erteleme olanağımız bile bulunmadığını açıkca gösteriyor.

Öte yandan, enflasyonla mücadele yapısal reformların yapılıp, sonuç vermelerinden sonraya da erteleyemeyiz. Reformlar, zaman geçirmeden gerçekleştirilmelidir; an eş zamanlı olarak, tüm sorunlarımızın kaynağında yer alan enflasyonla mücadeleye ağ verilmeli, bu mücadele hiçbir nedenle bırakılmamalı, ihmal edilmemelidir. Türk para yeniden güven sağlanmadan, ekonomi ala da hiçbir iyileştirme yapamayacağımızı unutmamalıyız. Özellikle, zaman zaman güçlüklerle karşılaşan sektörlerin ekonomiyi canlandırma istekleri yoğunluk kazandığında, enflasyonla mücadelenin kolay olmadığı görülmektedir; ancak, bir istikrar ve güven ortamı sağlanmadan, ekonominin canlanması da mümkün değildir. 

    Bu gerçeğin ekonomik kesimlerce kavranması için, öncelikle, kamu yönetimi enflasyonla mücadeleyi esas alan bir politika çerçevesinde, harcamalarını disiplin altına al­ması gerekir. O zaman toplumda, istikrarın sağlanacağı inancı hakim olacak, enflasyon beklentisi kırılacaktır. Böyle bir ortamda, yapı­sal reformların gerçekleştirileceğine ilişkin 'inandırıcılık da sağlanabilirse, canlanmayı sağ­layıcı mekanizmalar çalışmaya başlayacaktır. özellikle, bu koşullarda sağlanacak dış finans­man olanaklarının ekonomiyi canlandırıcı Önemli etkileri olacaktır.

Ekonomimizin sürekli bunalımlar doğuran yapısal sorunlardan kalıcı biçimde kurtulması için tümü birden zorunlu olan reformlar ve bunlardan beklenen yararlar Üzerinde top­lumsal bir anlayış birliğine ulaşmamız gerekiyor 

Finans sistemi, çağdaş ekonomilerin can damarını oluşturuyor. Eğer bu damarlarda hastalık varsa, sağlıklı ve sürdürülebilir ekono­mik gelişme elde edilemiyor. Görünürde dış ödemeler açığı, bütçe açıkları gibi sorunları ol­mayan Uzak Doğu ekonomilerinin sağlıksız bankacılık ve finans sistemleri nedeniyle nasıl bir krize sürüklendiklerini gördük. Bizim bankacılık ve finans kesimimizin sorunları da çözümlenemediği sürece, Türk ekonomisinin her türlü krize dirençli olduğunu ileri sürmek, gerçekçilikten uzak, içi boş bir iddiadan başka bir şey olamaz. 

Bankalar Yasası ekonomimizin işte bu sorunlu alanında daha sağlıklı bir düzene doğ­ru önemli bir adımı oluşturuyor. Ancak bunu bugün için uzunca bir yolda atılmış "ilk adım" olarak değerlendirmeliyiz. Eskiden insanların ölüm nedenleri arasında enfeksiyonlar birinci sıradaydı. Şimdi artık bir antibiyotik alınca en­feksiyonlar tedavi ediliyor; ona karşılık damar hastalıkları ölüm nedenleri arasında birinci sıraya yükseldi. Ne yazık ki bu hastalıklar bir ilaç yutmakla tedavi edilemiyor, damar sistemini korumak çok özen ve dikkat gerektiriyor. Aynı şekilde, Bankacılık Kanunu'nun çıkarılması ile sistemimizin sorunlarının çözüldüğünü san­mak büyük bir hata olacaktır. Şimdi asıl önem­lisi bankacılığı dünya standartlarına kavuştur­mak ve bu kesimi siyasetin etki alanının dışına çıkarabilmektir. Bu bakımdan yeni yasa ile oluşturulan Bankacılık Düzenleme ve Denetle­me Kurulu'na büyük sorumluluk düşmektedir. Çağdaş ekonomilerde bankacılık sisteminin gözetim ve denetiminden sorumlu kurumlar, ekonominin işleyişi açısından en duyarlı, en ciddi sorumlulukları Üstlenmiş olan birimler­dir. Bu organların, siyasi etkilerden uzak ve özerk kalmalarına büyük özen gösterilir. Yeni yasa ile kurulan Bankacılık Düzenleme ve De­netleme Kurulu'nun .belirlenmesi aşamasında "siyasi hesaplar"ın ağırlık kazandığı yönünde­ki yorumlar endişe vericidir. Ancak, bu kadar önemli bir sorumluluk taşıyacak olan kişilerin siyasi hesaplara iltifat etmeyeceklerine, bunların dışında kalacaklarına içten inanıyoruz. Dileğimiz, bu yasanın yürürlüğe girmesinden sonra bankacılık kesiminin reformu yönünde hızla yol alınmasıdır.

Bankacılık sektörünün yeniden yapılan­dırılması, kuşkusuz gerçekleştirmemiz gere­ken en önemli reformlardan biridir. Bu reform­la, teknolojisi çoktan çağdaş dünyayı yakala­mış olan finans sektörümüzün kurumsal altya­pısı da uluslararası standartlara ulaşacaktır. An­cak, mali sektör reformundan söz edilirken, kamu bankalarının rehabilitasyonunun üzerin­de durulduğunu, kamu bankalarının özelleşti­rilmesine ise hiç değinilmediğini görüyoruz. Hükümetler kurulurken hangi kamu bankası­nın koalisyonun hangi kanadına verileceğine ilişkin pazarlıklara ise alışmış bulunuyoruz. Si­yasetin çekim alanındaki finans sektörünün ekonomimize giydirdiği eski-püskü üçüncü dünya üniformasını artık çıkartıp atacaksak, kamu bürokrasisinin uzantıları haline dönüş­müş olan kamu bankalarını süratle özelleştir­mekten başka çaremiz olmadığı açıktır. 

Sosyo-ekonomik gelişme sürecinde ül­kelerin seçebilecekleri bir tek yolun bulundu­ğu çağımızın gerçeği olarak ortaya çıkmıştır. Küreselleşme ve uluslararası rekabet ortamın­da yarışlar artık tek pistte koşuluyor. Rekabete dayalı ekonomik düzen, çağın gerisinde kalmak istemeyen tüm Ülkelerin çıkmaya mecbur olduğu tek yarışma alanıdır. Bir yazar, "Eski­den birinci dünya, ikinci dünya, Üçüncü dünya ülkeleri vardı. Şimdi ise bir tek dünya ve bu dünyada yavaş yol alanlarla hızlı gidenlerin ya­rışı var", diyor. Aynı yazar, Soğuk Savaş döneminin Mücadelesini Japonların Sumo güreşine benzetiyor. İki süper güç birbirlerine meydan okuyarak ve birbirlerinin gözünün içine baka­rak epeyce vakit geçirdiler. Sonunda dev adamlardan biri ötekini ringin dışına itiverdi; bir döğüşme seyredemedik, ölen veya yarala­nan da olmadı. Çağımızın yaraşmalarını ise ya­zar' hiç durmadan tekrarlanan, çok sayıda ya­rışmacının katıldığı 100 metre koşularına ben­zetiyor. Yarışı kazanmak da yetmiyor, yarışın biri biter bitmez yenisi başlıyor. Davos toplan­tılarını düzenleyen Dünya Ekonomik Forumu'nun başkanı Klaus Schwab da şöyle diyor: "Artık  büyüklerin küçükleri yuttuğu dünya­dan, hızlıların yavaşları yuttuğu bir dünyaya geçtik. "

İşte böyle bir dünyada, bırakın yarış ka­zanmayı, bu yarışmalara katılabilmek bile, her­şeyden önce ekonomimizin kan dolaşım siste­mini sağlığa kavuşturmakla mümkün olabile­cektir. Bu bağlamda mali sektörün reformu ka­dar önemli bir başka konu da vergi sistemimizin sağlıklı işleyişidir. 

Geçen yıl içinde çıkartılan yeni vergi ya­sası, eksik ve hataları bulunsa da, ekonomimi­zin en can alıcı sorunlarından biri olan vergi kaçağı ile mücadeleyi etkinleştirmeyi amaçla­yan, önemli bir aşamaydı. Çok tartışılan "mali milat", getirilen blokaj zorunluluğu ile yasanın kabulü arasındaki süre çok kısa olduğundan amacına ulaşamamış, bu süre içinde endişeleri ortadan kaldıracak açıklamalar yapılanmamıştır. Kayıt dışı kaynakların ekonomiye kazandırılması amaçlanırken, tam tersine bunların dövi­ze çevrilip "yastık altına" gitmesine ya da yurt­dışı tasarrufa dönüşmesine yol açmıştır. Bu ne­denle, saptanan yeni sürenin sonunda, hatta olanak olursa daha erken bir tarihte "mali milat"ın yenilemesinde, "mali milat"ın her hangi bir servet vergisi ile ilişkisinin bulunmadığının vurgulanmasında ve bunun sözünün verilmesinde, ama "mali milatından asla vazgeçilmesinde yarar vardır. Vergilendirildiği ispatla mayan gelirler için "nereden buldun?" Sorunun sorulması ilkesinden hiçbir şekilde vazgeçilmemeli, kayıt dışı ekonomi kayıt altına alınmadığı sürece haksız rekabetin önlenemeyeceği, yabancı sermaye yatırımlarının artırılamayacağı, ekonomimizin dünya ile bütünleşmenin sağlanamayacağı unutulmamalıdır. 

Kamu maliyesinin makro ekonomik. etkinliği, vergi sisteminin etkinliği kadar kamu harcamalarının şeffaflığına da bağlıdır. Makro ekonomik politikalar ve sonuçları dolayısıyla denetlenebilir bir kamu harcamaları düzeni ile değerlendirilebilir. Türk Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) kamuoyuna sunduğu Mali Sistem Reformu konulu rapor, bu alanda oldukça geri bir kon da olduğumuzu ortaya koyuyor. Bu rapor örneğin, makro ekonomi açısından büyük önem taşıyan "kamu borçlanma gereği" rakamının, bizdeki uygulamada, gerçeği yansıtmadığını gösteriyor.  ulaşabilecekleri ülkelere yöneltmeyi tercih edi­yorlar,

İşte bu nedenlerle, kamu maliyesinde "şeffaflığı sağlayacak düzenlemeleri gerçekleştirmemiz, içinde bulunduğumuz ekonomik sorunların giderilmesi bakımından büyük önem taşıyor, Kamu maliyesinde şeffaflaşma gereği bize, bu açıdan da şart olan, kamu bankalarının özelleştirilmesi zorunluluğunu bir kez daha hatırlatıyor,

İstikrara ve çok ihtiyacımız olan büyümeye yeniden geçişin sancısız olmayacağını baştan kabul etmeliyiz; ancak, bu sancıların ha­fifletilmesi için gerekli önlemleri de zaman geçirmeden almalıyız, Bu kapsamda, sosyal güvenlik sistemimizde yapılacak reformunun büyük önem taşıdığı açıktır. Bugünkü haliyle sosyal güvenlik sistemi, çalışanlar açısından gerçek bir güvence oluşturamadığı gibi, finansal zayıflığı nedeniyle sürekli sübvansiyon gerektiren ve enflasyonu hızlandıran bir niteliğe sahiptir. Çalışanlara, gerçekten sosyal desteğe ihtiyaçları olduğunda güvence sağlayacak ve kendi kendini finanse edecek bir sistem yönünde derhal adım atılması kaçınılmaz görünüyor. 

Bugüne kadar "tarım kesiminin destek­lenmesi" adı altında yürütülen uygulamaların da, aslında beklenen yararı sağlamadığı gibi, kamu harcan1alarının ölçüsüzce artmasına yol açtığı ortadadır, Tarım kesiminin desteklenmesinin, siyasal rüşvet kokan fiyat politikaları ile değil, çağdaş ve rasyonel uygulamalarla sağlanmasına zaman geçirmeden başlanmalıdır.

Tüm bu reformlar, bizim irademizin dışında ve geri döndürülmesi olanaksız biçimde ilerleyen küreselleşmenin gereklerine ayak uydurabilmemiz için zorunlu olan reformlardır. Bu reformların gerektirdiği mevzuat değişiklikleri er ya da geç, yapılacaktır; önemli olan, toplumun ve siyasetçilerimizin, bu reformların zorunluluğunu kavrayacak zihniyet değişikliğini benimseyebilmeleridir.

Yapısal reformlarla sağlığına kavuşturul­mayı bekleyen Türk ekonomisinin, şampiyon bir yarışmacı olduğunu unutmayalım, Hastayı iyileştirmeden doping iğneleri ile yarışa sokma­ya kalkarsak, ona çok büyük kötülük edeceğiz. Oysa tedavisini tamamlarsak, bu şampiyonun girdiği tüm yarışları kazanacağını hep birlikte göreceğiz, 

Kaynak: Bülent Eczacıbaşı

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005