Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Ekonomik Olaylara Sosyolojik Yaklaşım 

Ekonomiyle sosyoloji arasındaki ilişki, özellikle bu kriz dönemlerinde, yani ekonominin kötüye gittiği dönemlerde biraz daha güncel hale geldi. Aşağı yuka­rı son 20 yıldır da bir disiplin olarak tanımlanması ile bütün ekonomi ve sosyo­loji kitaplarında ve literatürde yer almaya başladı.

Ekonomiyle sosyoloji disiplinlerinin arası aslında çok uzun yıllar açık olarak kal­mış; yani birbirlerine dargın, kırgın bilimler gibi. Çünkü her iki bilimin de karşı ta­rafa yönelttiği bir takım eleştiriler var. Sözgelimi, ekonomi bilimi ve ekonomistler genelde sosyolojiyi matematiğe hiç önem vermedikleri için eleştirmişlerdir. Yani her şeyi sosyal olarak değerlendirmek, bir bakıma ekonomistler için büyük bir eksiklik olarak değerlendirilmiştir. Diğer taraftan sosyologlara baktığımızda, onlar da iktisat­çılara karşı çok ağır eleştirilerde bulunmuşlardır. Onlara göre de ekonomistler çok fazla soyut davranmaktalar. Bu iki alan arasındaki kritikler ve savaşlar aslında her ikisinin de birbiri açısından sahip olabilecekleri birtakım görüş açılarını kaybetme­lerine sebep olmuş. Halbuki her ikisi birlikte çalışabiliyor olsaydı veya çalışmış ol­saydı, bugün geldiğimiz noktalarda daha başarılı olma ihtimali de olabilirdi. Bu se­beple bu bakış açılarını değerlendirmeye yönelik birtakım çalışmalar çeşitli sosyo­loglar ve ekonomistler tarafından değerlendirilmeye çalışılmıştır. 

Bazı ekonomistler sosyolojinin önemini kavrayarak, sosyolojiyle ekonomiyi bir­likte incelemeyi denemişlerdir. Yani bu bilim dalını geliştirenler genellikle ne sade­ce ekonomist, ne de sadece sosyolog, her ikisini bir araya getirmeye çalışmışlar. Özellikle Max Weber'in ekonomik sosyolojinin bir disiplin olarak kabul edilmesin­de önemli katkıları olmuştur. Ekonomik sosyoloji, çok basit, kısa bir tanımlamayla ekonomik fenomenlere sosyolojik bir perspektif açısıdır. Bu bilim dalı sosyal haya­tın ekonomik değişkenleri üzerine odaklanmaktadır. Ancak ekonomik sosyolojiyi daha iyi açıklayabilmek için iki disiplin arasındaki temel bir takım teorik farklılık­lara bakmak gerekir. Ekonomi biliminden bahsedildiğinde hemen akla birtakım var­sayımlar gelir. Bu varsayımlar altında ekonominin işleyeceği ve bunlardan da sap­manın çok mümkün olmayacağı düşünülür. 

Tabii bu varsayımların ileri sürülmesinin altında, birtakım temel hesaplamaların kolay yapılması fikri yatar. Çünkü toplumun bütününün veya bireylerin davranışla­rını her zaman çok iyi değerlendirmek ve bunların davranış biçimlerini matematik­sel olarak ölçmek mümkün değildir. Farklılıklar genelde bu varsayımlara bakış açısından kaynaklanmaktadır. Bu farklılıklardan en önemlisi, hepimizin çok yakından; yani sizin de ekonomi bilimiyle ilgili insanlar olarak çok yakından bildiği ekonomik aktörün nasıl davranacağı noktasıdır. 

Ekonomik aktör, genellikle faydasını maksimize etmeye çalışan, maliyetleri mi­nimize etmeye çalışan, kendi çıkarlarını daima her şeyin üstünde tutan homo econo-micus; yani Türkçe adıyla "iktisadi insan" dediğimiz insan profilini bizim karşımı­za getiriyor. Demek ki, egemen ekonominin ekonomik aktör açısından sınırlarını rasyonel birey oluşturuyor. Yani temel prensip "insanlar daima rasyonel davranır­lar." Fakat bireyi ekonomik sosyoloji disiplini açısından ele aldığımızda farklı bir perspektifle karşılaşıyoruz. Ekonomik sosyoloji kesinlikle sadece rasyonel olan dav­ranışları ele almaz, ekonomik aktörün aynı zamanda rasyonel olmayan davranışlar­la da örüntülü olarak hareket edeceğini savunur. Homo-economicus'a karşı homo-sociologicus insan tipini yani sosyal çevreden etkilenen, sosyal aktörü getirir. "Bu­rada ne etkilidir" diye sorarsak, elbette ki toplumların farklı sosyal yapılan, kültür­leri ve insanların bazen rasyonel davranmaktaki yetersizliklerini sayabiliriz. 

Rasyonel davranmak konusunu ele aldığımızda, "acaba biz her zaman ekonomik çıkarlarımızı her şeyin önünde mi tutarız" diye kendi kendimize bir soru sorabiliriz. Sizlere sorayım: Örneğin, herhangi bir arkadaşınıza hediye almak durumundasınız, belli bir satın alma gücününüz, içinde bulunduğunuz toplumun birtakım temel de­ğerleri ve arkadaşınıza verdiğiniz önem var. Nasıl hareket ettiğimizi bir kendi ken­dimize düşünelim. Hediyeleşmeye hem ekonomik hem de sosyal bir mübadele ola­rak bakıldığında kendimizi bir değerlendirelim istiyorum. Kaçımız hiç arkadaşlığı­mızı önemsemeden, cebimizdeki paranın çok az bir kısmını ayırarak hediye almayı düşünür veya arkadaşlığımızın değerli olduğunu düşünerek, elimizdeki paranın mümkün olan en fazlasını harcamaya çalışır? 

Arkadaşlık düzeyine göre değişiyor. Demek ki, sadece cebinizdeki paranın önemli olmadığını görüyorsunuz. Eğer çok samimi arkadaşınızsa -hani bizim kültü­rümüzde vardır- can ciğer arkadaşınızsa, demek ki o paranın daha fazla bir kısmını harcama ihtimaliniz yükseliyor demektir; yani hediyeleşme sadece parasal olarak değerlendireceğimiz bir olgu değil. Hediyeleşme konusunda şunu da düşünür müsü­nüz: "Bugün ben arkadaşıma bu kadar değerli bir hediye aldım, günün birinde o da bana alacaktır, onun için daha küçük bir hediye almayayım" gibi bir düşünce tarzı­na... 

Bazen insanlar böyle düşünebilir. Sözgelimi, düğünlerde bir tane altın takılır, "bir gün bizim oğlumuz, kızımız evlenince de aynı şekilde bize de gelecektir" diye. Tabii bu karşılıklı sosyal hediyeleşme yanında iktisadi bir davranış gibi gözüküyor; ama diğer yandan bu bir dayanışma örneği aynı zamanda, toplumda evlenen insana bir yardım etme duygusunun hâkim olduğunu gösteriyor bize. Çünkü bazen hakika­ten ekonomik krizler de olunca, evlenme olayı oldukça zor gerçekleşiyor. Hepiniz çok gençsiniz, herhalde günün birinde böyle bir şey düşünürseniz, dayanışmaya hakikaten ihtiyaçları var insanların. Bu bakımdan da -baktığınızda, elbette ki kültürel bir özellik de taşıyor. 

Ama bu hediyenin niteliği toplumlara göre farklılık gösteriyor, değil mi? Mese­la, gidip de Amerika'da evlenen birisine bir Cumhuriyet Altını takmak fazla bir an­lam ifade etmeyebilir veya ona fazla değer atfedilmeyebilir. Ama bizim toplumu­muzda altın ve kâğıt para takmak oldukça önemli bir gelenektir.

Bir başka örnek, hastanede yatan bir akrabanız var ve onu ziyaret etmek istiyor­sunuz. Giderken çiçek almak yerine hastaneye gittiğinizde, bir miktar para vererek kendisine bir demet çiçek almasını söylerseniz nasıl bir tepkiyle karşılaşırsınız? Si­zin açınızdan çok rasyonel görünen bu davranış karşısında akrabanızın pek de mem­nun olmayacağı açıktır. 

Rasyonel davranma konusunda "bazen insanların yetenekleri de bunu engelli­yor" demiştik. Biz buna ekonomik sosyolojide "sınırlı rasyonellik" adını veriyoruz. Serbest piyasa ekonomisinde ekonomik aktör değerlendirildiğinde, genellikle piya­sa hakkında tam bir bilgiye sahip oldukları düşünülür. İktisadın temel prensiplerin­den bir tanesi budur; yani piyasa içinde yer alan aktörlerin tümü piyasadaki kendi­lerine rasyonel davranmayı sağlayacak her türlü bilgiye sahiptir ve bu bilgilerin de­ğerlendirilmesi sonucunda rasyonel davranır. Yine hayatımızdan günlük bir örnek vermek istiyorum. Diyelim ki, süper markete alışverişe gideceksiniz; biliyorsunuz ki, A süper marketinde birtakım mallar ucuz, B süper marketindekinde de öbürleri ucuz. Belki yakınınızdaki iki süper marketi karşılaştırarak, cebinizdeki parayı rasyo­nel harcamaya çalışabilirsiniz. İlk hafta bunu yaptığınızı farz edelim, A ile B'yi kar­şılaştırıyorsunuz. Sonra arkadaşınızdan duydunuz ki, C süper marketinde de sizin al­dığınız mallar daha ucuz. Bunları çoğalttığınızda, sizin alış veriş yapmak için harca­yacağınız zaman, günlük hayatta yapmanız gereken bir çok işinizin aksamasına se­bep olur. Çünkü rasyonel davranabilmek için bunların hepsini değerlendirmek zo­rundasınız. 

Demek ki, ekonomik aktör için bu tam bilgiyi elde etmek ve değerlendirmek çok zordur. Özellikle de pazarların genişlediği, yani kapitalist sistemde birden fazla ay­nı malı satan işyerlerinin çoğaldığı bir sistemde ekonomik aktörlerin karar verme sü­reci de hızlı olmak zorundadır. Bunun yanında bu bilgileri değerlendirip kullanılabi­lir hale getirmek için sahip olduğumuz zihinsel kapasite de diğerleri gibi kıt bir kay­naktır. O yüzden de insanların tüm bilgileri aynı zamanda, bilgisayar gibi değerlen­dirme yeteneğine de sahip değildir. Bütün verileri girip hangi malın, nerede ucuz ol­duğunu eğer kendi kendinize listelemeye kalkarsanız, bunun için harcayacağınız enerji herhalde iş hayatınızı dahi etkileyecektir veya okul hayatınızı dahi etkileye­cektir. Demek ki, zihni kapasite, artı bütün bilgilere tam olarak ulaşamama, insanla­rın her zaman en rasyonel davranışta bulunamamalarına sebep oluyor. Ama bunu ta­bii ki "insanların hiçbir zaman rasyonel davranamamalan" diye değerlendirmek de doğru değil, insanlar elde ettikleri bilgiler veya ulaşabildikleri bilgiler ölçüsünde rasyonel davranabilirler. Onların davranışları, bulundukları o kısıtlı çevre içinde ve­ya kısıtlı bilgi içinde zaten rasyonel değerlendirilmek durumundadır. 

Sonuç olarak, ekonomik sosyoloji, egemen ekonomiden farklı olarak bireylerin her zaman tam olarak rasyonel olamadıklarını ve bazen rasyonel olmayan hareket­lerde bulunduklarını, bunların da son derece normal bir davranış tarzı olduğunu söy­ler. Ekonomide rasyonel, egoist bireylerin ortaya çıkışı, toplumda ekonomik aktör­lerin birbirlerinden hiç etkilenmediği fikrine bağlıdır yani yöntemsel bireycilik söz konusudur. Kişiler kendi düşüncesiyle toplumdan hiç etkilenmeksizin karar verir ve uygulamaya geçer. Bireyi motive eden fayda veya kar elde etmektir, kendi çıkarla­rıdır. Buna karşılık ekonomik sosyoloji bireylerin toplumdan ve diğer gruplardan et­kilendiğini savunur. Ekonomik sosyoloji için ekonomi sosyal sistemin bir parçası ol­duğundan dolayı, bireyleri motive eden maddi çıkarlar değil sosyal konumlarını, sosyal haklarını ve sosyal değerlerini koruma istekleridir. Sosyal prestij, güç, ahlak ve ekonomik olmayan motifler toplum içinde daha önemlidir.

Tabii burada önemli olan bir başka farklılık da şudur: ekonomide genelde zevk­ler, değerler, birtakım tercihler daima sabitmiş gibi ele alınır; yani hiç değişmeyen faktörlermiş gibi. Oysaki, insanlar daha önce de belirttiğimiz gibi toplumda hem bir­birlerinden hem de mesela günümüzde çok yaygın olan reklamlardan, artı yanındaki komşudan, arkadaşından, herkesten etkilenir. O zaman tercihlerinin ve zevklerinin değişmesi son derece doğaldır. Yine sonuçta ekonominin zevkleri ve tercihleri bu şe­kilde değerlendirmesi bir takım matematiksel ölçüm ve hesap yapma isteğine dayan­maktadır. Ama ekonomik sosyolojiye göre kesinlikle zevkler ve tercihler değişken­dir ve sosyal olarak iç etkilere bağlıdır. Bunu niye böyle varsayıyor ekonomi?

SORU: Yani tamamen görünmez el mantığıyla bir yaklaşım var, yani bu tama­men bir felsefi bakış açısı.

CEVAP: Yani uygulamada yer almayacak bir varsayım olarak karşımıza çıkıyor. Tabii ki ekonomide matematiğin öneminden vazgeçmek mümkün değil ancak eko­nomiyi toplumdan bağımsız bir sistem olarak görmek de bizi yanlışlara götürmekte­dir. Her toplumda her davranışın aynı sonucu vermeyeceği çok açıktır ve sosyal olaylar tek sebepli değildir; yani iktisadı da aslında sosyal bir bilim olarak kabul edi­yoruz. Bazı iktisatçılar matematik temelli olduğu için iktisadı sosyal bilimler içinde değerlendirmek istememektedirler. Gerçekte ekonomi demin de bahsettiğimiz gibi sosyal sistemin bir parçası ve toplumun içinde gömülüdür. Bu sebeple de tek sebep­li açıklamaları imkansız hale geliyor, birden fazla sebebi göz önüne almamız gere­kiyor. Sözgelimi, yakın zamanlarda yaşadığımız ekonomik kriz de bunun bir göster­gesi sayılabilir. IMF politikalarına baktığınızda aynı tip ekonomik modellerin top­lumların sosyal yapısı, ekonomiye bakış açıları hiç ele alınmadan değerlendirildiğin­de son derece başarısız olduğuna son ekonomik krizle hepimiz şahit olduk. IMF po­litikalarının yeniden gözden geçirilmesi gereği demek ki sadece ekonomik kuralla­rın sürekli bizi idare etmesini engellediğini gösteriyor. 

Ekonomik sosyoloji ile ekonomi arasındaki bir başka farklılık da kültüre olan ba­kış açısından kaynaklanmaktadır. Ekonomik sosyolojide kültür temel bir veridir, ya­ni kültürden bağımsız olarak herhangi bir ekonomik olayın işleyişi veya herhangi bir insan davranışının açıklanışı mümkün olamaz. Ama, temel ekonomiye, egemen eko­nomiye baktığınız zaman ise, durum tamamen farklılık gösteriyor. Kültür, ekonomik değişkenlere bir ilave olarak ele almıyor ve çoğu zaman ekonomik olayları etkile­mediği farz ediliyor. Buna aslında tüketimle ilgili bir örnek vermemiz mümkün. Tü­ketim, ekonominin genel prensipleri içinde gelirin bir fonksiyonu olarak ele alınır. Tüketim gerçekten gelirin bir fonksiyonu mu? Yani gelirimiz arttığında tüketimimi­zi arttırıp, azaldığında da tüketimimizi kısar mıyız? Belki gelirimiz azaldığında tü­ketimden vazgeçmemiz söz konusu olabilir. Fakat acaba her gelir artışında, tüketim­de de bir artış olacağını varsaymak ne kadar doğru? Bu toplumların yapısına göre farklılık gösterecek bir alan tabii ki. Ancak tüm toplumlarda sözgelimi bireylerin ge­liri arttığında birilerine yardım etme fikri mevcuttur. Bu gelir aktarımının bazen din bazen de değişik kuruluşlar aracılığı ile gerçekleştiği görülür. İslam dininde zekat bu duruma örnek gösterilebilir. Kültürün bir unsuru olan din ekonomik bir faaliyet olan tüketimi zaman zaman doğrudan etkileyebilmektedir.

Ekonomik sosyolojiyi ilgilendiren konulardan belki de en dikkat çeken konu tü­ketimdir. Çünkü insanların neden şu ya da bu malı tükettikleri oldukça karmaşık bir konu ve bir çok disiplini ilgilendiriyor. Ekonomik sosyoloji açısından bireyler, tüketimde bulunurken ekonomik çıkarlarını korumak istemekten çok toplumsal ko­numlarını korumak gayesiyle hareket ederler. Yani kişileri motive eden şey sosyal prestij, ahlak gibi ekonomik olmayan motiflerdir. Tüketim sosyal prestij, sosyal statü için gerçekleştirilince Veblen tarafından ortaya atılan gösteriş tüketimi kavra­mı karşımıza çıkıyor. Gösteriş tüketimi bizim toplumumuzda da tarihten gelen bir özellik. Tabii ki, tüketim toplumuna geçişle, özellikle 1980'lerden sonra değişim­le bu durum daha da yaygın bir hal aldı kuşkusuz. "Komşuda varsa, bende de ol­sun" düşüncesi, Türk toplumunun önemli özelliklerinden biri kıskançlık olduğu için veya reklamlara konu olan "komşunun kürkü var, bende de olsun" düşüncesi tüketimi etkiliyor. Marka merakı ve belli markalarla giyinmenin verdiği bir statü söz konusu. Bu anlamda malların sadece kullanım değeri için satın alınmadıkları­nı söyleyebiliriz. Kullanım değeri yanında sosyal prestij ve rekabet unsurunu da ta­şıyan sembolik değerinden bahsetmek gerekir. Bu sebeple kişiler satın aldıkları malların hem gerçek fiyatım hem de gösteriş fiyatını öderler. Bunlar bir araya gel­diğinde, tüketimin sosyal boyutundan bağımsız incelemenin imkansız olduğu gö­rülmektedir.

Tüketimin gelişimine bir göz atarsak, sözgelimi; ilkel toplumlara baktığımızda, tüketim, insanların biyolojik ihtiyaçlarının karşılandığı, çok fazla gösterişe ve reka­betçi özelliklere dayanmayan bir görünüm arz eder. Çünkü sosyal sınıflar arasında fazla bir farklılaşma yoktur, herkes aşağı yukarı aynı şeyi tüketir. 

Yrd. Doç. Dr. Filiz Baloğlu

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005