SON KRİZİN EKONOMİK VE TOPLUMSAL SONUÇLARI: Negatif Büyüme, İşsizlik ve Yoksulluk

ÖZET 

Bu çalışmada son kriz olarak nitelenmiş olan 2000 Kasım ve 2001 Şubatında patlak veren krizlerin ikisi birden irdelenmeye çalışılmıştır. Ancak bu yapılırken temel yaklaşım açısından krizin niteliği ve nedenlerinin doğru algılanmasının önemli olduğu ve günlük piyasa haberlerinin ötesinde orta ve uzun dönemli bir çözümlemenin esas olduğu vurgulanmıştır. 

Bu nedenle ekonomik göstergeler alışılmışın dışında, yazar tarafından "medyatik göstergeler" ve "diğer önemli göstergeler" olarak ikiye ayrılmıştır, "döviz kuru" ile "borsa endeksi" gibi günlük ve güncel (popüler) göstergelerden daha çok orta ve uzun dönemli eğilimleri yansıtan "üretim (büyüme) trendi" "verimlilik," "istihdam-işsizlik" ile "refah ya da yoksullaşma" gibi göstergelerin incelenmesinin önemi ve zorunluluğuna işaret etmiştir. Zira, sürdürülebilir bir ekonomik büyümenin orta ve uzun dönem temel hedef olması gerektiği dolayısıyla enflasyonla mücadeleye ilişkin kısa dönemli politikalarla uzun dönemli sürdürülebilir büyümeyi gerçekleştirilebilecek yapısal önlemler ve politikaların uzlaştırılması ve birlikte uygulanmasının önemi ve zorunluluğu vurgulanmıştır. 

İstikrarsızlığın göstergesi olarak Enflasyon ve işsizliğin yan ısıra ekonomik büyümenin ve refah seviyesinin göstergesi olarak da GSMH ve kişi başına GSMH verileri kullanarak tarihsel bir perspektif içerisinde orta ve uzun dönemli eğilimler irdelenmeye: bu arada, 1994 krizi ile son krizin ilişkisi ortaya konmaya çalışılmıştır.www.ekodialog.com

Anahtar Sözcükler: Medyatik (Ekonomik) Göstergeler, Ekonomik Kriz, Enflasyon, İşsizlik, Sürdürülebilir Ekonomik Büyüme, Kaynak Sorunu

ABSTRACT 

His paper deals with the last economic Crises in Turkey. In order to find out both real causes and the impact of the crises one should make medium and loun-tenn analysis instaed of examining some daily and popular indicators (which is cal1ed by the author for the [ırst time as mediatic indicators) such as "exchange rates" and "stock-exchange".

There is no doubt that Economic stability is an important goal bul sustainable econo- .

mic growth should also be the major goal for a developing (or semi-industrial) country, such as Turkey. As matter of fact, the undergoing programme namely "Transition to a strong Economy" mainly based on the measures against "inflation" and Budget Deficit; therefore high unemployment fate and negatiye growth fate has been ignored.  

Key Words: Popular (mediatic) economic Indicatofs, Economic Crises, Inflation, Unemployment, Sustainable Economic Growth 

EKONOMİK İSTİKRAR 

Bilindiği üzere ekonominin genel dengesi yani iç ve dış ekonomik istikrar ancak üç koşulun (veya durumun) eşanlı olarak gerçekleşmesi halinde mümkündür; sırasıyla, fiyatlar genel düzeyinde istikrar, tam istihdam ve dış ödemeler dengesi.

Ülkemizde, bunlar arasında kamuoyu tarafından da en çok bilinen ve tartışılan fiyat istikrarsızlığı (enflasyon) olmakla birlikte, aynı zamanda işsizlik ile noksan istihdam ve dış ödemeler sorunları da yaşanmaktadır. 

ENFLASYON 

Son krize kadar, zaman zaman kısa süreli olmakla beraber, yüksek oranlara (%100 ve üzerine) çıkmış ve hiperenflasyona neden olabileceği endişesini doğuran artış eğilimleri göstermiş; zaman zaman da tam tersine üstesinden gelinebilecek bir sorun olarak algılanmasına neden olan nispeten düşük oranlara (%30'lara) indirilebilmiş olmasına karşın, enflasyon sorunu Ülkemizde 1970'Ierin ortalarından başlayarak yeni "milenium'a" kadar çeyrek yüzyılı aşkın bir süre varlığını sürdürmüştür 

Bu süreç, başlangıçta "1973 petrol krizi" olarak nitelenen uluslararası petrol (fiyatları) sorunu ve onun yansıması olarak algılanmıştır. Bu uluslararası krizi izleyen yıllar literatürde Türkiye'nin "ID.Enflasyon Dönemi" olarak nitelendirilmiştir. Enflasyon kronik bir hal almış ve genelde yüksek oranlarda seyretmiştir. Enflasyonu tetikleyen petrol krizi olsa bile çeyrek yüzyılı aşkın uzun bir sü­re devam etmesini başka nedenlerde aramak gerekir. 

Nitekim, yaklaşık 20 yıl sonra, 1994 krizinde, enflasyon oranlan %125.5 ve %149.6 gibi rekor düzeylere ulaşmıştır. 1994 krizinden sonra uygulanan istikrar programı ve enflasyonu düşürme çabalan sonucu gerçekten, 1995 yılında kriz öncesi enflasyon oranlarına yakın bir orana (%76 ve 65.5) indirilebilmiş ama bu düşme eğilimi devam ettirilememiş aksine 1996'dan itibaren yine tırmanma eğilimi ortaya çıkmıştır. Enflasyon oranlarında (gerek TÜFE'de gerekse TEFE'de ) tablo ve grafiklerde de görüldüğü üzere, uzunca bir süre ayın yönde, özellikle de, düşüş yönünde bir eğilimin sürdürülememesi enflasyonist baskıların kaynağının salt 1970'lerdeki petrol krizi ile açıklanamayacağı gibi geçici baş­ka dış şoklarla da açıklanamaz. Bu durumun Türk Ekonomisinin yapısal sorunlarıy­la yakından ilintili olduğunun altını çizmek gerekir.www.ekodialog.com

TABLO 1 - AYLAR İTİBARİ İLE YILLIK ENFLASYON ORANLARI

 

 

 

 

 

 

(1997 -2002)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Tefe

 

 

 

 

 

 

Tüfe

 

 

 

Aylar

 

1997

1998

1999

2001

2001

2002

 

1997

1998

1999

2000

2001

2002

ocak

 

78.0

92.5

50,0

66,4

28.3

92.0

 

75.7

101.6

65.9

68,9

35.9

73.2

Soba!

 

78.6

89,6

48.3

67.5

26.5

91.8

 

77.7

99.3

63.9

69.7

33.4

73.1

Mart

 

77.0

86,0

48.2

66.1

35.1

77.5

 

77.3

97.2

63.5

67,9

37.5

65,1

Nisan

 

72.8

83.3

50.0

61.5

50.9

58.0

 

77.2

93.6

63.9

63.8

48.3

52.7

Mayıs

 

74.6

79.9

50.0

59.2

57.7

49.3

 

77.5

91.4

63.0

62.7

52..4

46.2

Haziran

 

75.7

76.7

50.3

56.8

61.8

41,8

 

78.0

90.6

64.3

58.6

56,1

42.6

Temmuz

 

80.7

72.1

52.4

523

65,4

 

 

85.1

85.3

65,0

562

56.3

 

Ağustos

 

83.4

67.4

53.7

48.9

69.6

 

 

87.1

81.4

65.4

53.2

57.5

 

Eylül

 

85.4

65.9

54.4

43.9

74.7

 

 

89.9

80.4

64.3

49.0

61.8

 

Ekim

 

87.5

65.0

55.2

41.4

81.4

 

 

93.2

76.6

64.7

44.4

66,5

 

Kasım

 

88.4

58.6

56.3

39.1

84.5

 

 

95.8

72.8

64.6

43.8

67.3

 

Aralık

 

91.0

54.3

62.9

32.7

88.6

 

 

99.1

69.7

68.8

39.0

68.5

 

Kaynak: DİE

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

    1994 krizinden sonra uygulanan istikrar paketi ya da politikaları geçici olarak etkili olmuşsa da gerek tasarruf önlemleri gerekse öteki istikrar önlemleri kalıcı biçimde yaşama geçirilememiş ve enflasyon da yeniden azdırılmıştır.

Esasen, 1994 krizi sonrasında yakalanan fırsat siyasal istikrarsızlık nedeniyle kullanılamamıştır. Gerek kamu finansman politikalarının gerekse genelde ekonomide, özelde bankacılık sektöründe gereken reformlar veya yeniden yapılanma gerçekleştirilmemiştir. Gerçekten de bu kaçırılan fırsat ve popülist yaklaşımların sürdürülmesi son krizin de önemli nedenlerinden biridir. 

Yeniden ve bir başka açıdan uzun dönem enflasyon eğilimleri irdelenecek olursa Cumhuriyet Döneminin onar yıllık alt dönemlere ayrılması uygun olacaktır. www.ekodialog.com

Örneğin, TEFE yıllık artış oranlarındaki 1943 de %74.0 ve 1946'da %104.4 gibi çok yüksek artışlara karşın, hemen izleyen yıllarda, 1944'de %22.8 ve 1945'de %-54.1 yani önemli oranlarda deflasyon ya da genel fiyat düzeyinde artış yerine azalış kaydedilmiştir. Bu da ciddi boyutta bir ekonomik istikrarsızlık anlamına gelmektedir.

Bir başka nokta ise sanki her on yılda bir, TEFE artışlarının eşik ya da basamak atla­mış olduğunu söylemek mümkündür. Ancak 1970-1979, 1980-1989 ve 1990-2000 dönemlerinde eskiye göre aşılan eşik/basamak katlanarak yükselmiştir. Sonuçta, 1960­-1969 dönemindeki ortalama yıllık %5.0 gibi nispeten çok düşük bir orandan, 1990-2000 döneminde ortalama yıllık %65.1 gibi orana çıkmış, yani 13 kat veya % 1300 daha yük­sek bir basamağa atlanmıştır

İŞSİZLİK 

Genellikle tüm ülkelerde, ilgili kurumların hazırladığı çalışma hayatına ilişkin özellikle de işsizlik konusundaki resmi istatistikler tartışma konusu edilebilir. 

Ancak, tanım ve hesaplama yöntemindeki (Bilimsel) farklılıklar ve yetersizliklerin yanı sıra ülkemizde, çalışma istatistiklerinin yeterlilik ve doğruluk açısından ciddi zaafı olduğu ve bu konuda 1980-2000 döneminde de önemli bir ilerleme kaydedilmediği bir gerçektir. Özellikle, işsizlik verilerinin gerçekleri yansıtmaktan çok uzak olmasının önemli bir nedeni ülkemizde, "İşsizlik Sigortasının" bu dönemde de bulunmayışıdır. İşsiz kalanların belli bir süre de olsa herhangi bir mali destek ya da telafi edici ücret ödemesinden yararlanmak için kayıt olması söz konusu olmadığından işgücü piyasasına yeni katılanlar gibi İşten çıkarılanlar da resmi bir beyanda bulunma gereği duymamaktadır. Bu nedenle istihdam-işsizlik verilerinin yansıttığından çok daha fazla kişinin işsiz olduğu genel kabul görmüş bir görüştür. 

Tüm bu eleştirilere karşın, mutlak olarak işsiz sayısı veya oranlarına güvenilmese bile, belli eğilimleri ve zaman içerisinde bu eğilimlerdeki değişmeleri ya da sapmaları gözlemleyebilmek ve hesaplayabilmek (bilimsel olarak) olanaklıdır. 

Ülkemizdeki son krizlerin nedeni doğrudan dış şoklar ve Dünya ekonomisi genelin­de yaşanan krizler (Uzakdoğu/Güney Asya Krizine Rusya Krizin yanı sıra ABD ekonomisi, Japonya ekonomisi ve AB ekonomilerinde yaşanan durgunluk ve daralma) olma­makta beraber bunların aynı zamana rastlaması da bir talihsizliktir. Gerçekten de özellik­le Japonya'da ve AB/OECD ülkelerinde daha önce karşılaşılmayan ve hükümetleri tedir­gin edip harekete geçiren ekonomik durgunluk (daralma) ve dolayısıyla yüksek işsizlik oranları görülmüştür. 

1999 yılında yine 1994 gibi toplam işsizlik oranında ciddi bir yükselme yaşanmıştır. Ancak, son kriz bağlamında gerçekte, toplam işsizlik oranlarının(2) gösterdiği eğilimler kadar, işsizliğin bileşiminde ya da yapısında ortaya çıkan değişmeler de dikkati çekmekte ve önem taşımaktadır. 

Son krizde ilk ve çok derinden etkilenen, Bankacılık ve Finans piyasaları olduğu için, bu sektörde çalışanlardan binlerce kişi işten çıkarılmıştır. Bu Türk ekonomisinde ve mali sektörde yaşanan en derin, yaygın ve uzun kriz olmuştur. Bankalar Birliğinin verilerine göre 40.000 banka çalışanı işsiz kalmıştır. Daha sonra, mali sektörü reel sektör izledi; Kapanan veya küçülen şirketler ve dolayısıyla reel sektördeki daralma sonucu ortaya çıkan işsizlik ilave edilince son krizde işsizlik ciddi boyutlara ulaşmıştır. Ayrıca bun­ların önemli bir bölümü eğitimli ve yüksek nitelikli işgücü olarak nitelendirilebilecek kişilerden oluşmaktadır. 

    Bankacılık sistemi 1999 yılında, gerek banka sayısı (81) gerekse istihdam hacmi (Yada çalışan sayısı 173.988) bakımından en yüksek düzeye ulaşmıştı. İki yıl içerisinde, 2001 yılı sonu itibariyle banka sayısı 61'e ve istihdam hacmi de 137.495'e düşerek sek­törde çarpıcı bir küçülme kaydedilmiştir 

Söz konusu iki yıllık dönemde çalışan sayısındaki yaklaşık 36.500 kişi olan azalma aslında işten çıkarılan veya çıkan ve sonuçta işsiz kalan sayısından daha az olduğu açıktır; Zira bu dönemde sektörde faaliyetine devan eden 61 banka mutlaka belli sayıda kişiyi işe almıştır. Bu sayı da 36.500 rakamına ilave edilerek bu sektörde iki yılda işten çıkarılan/işsiz kalanlara ilişkin daha gerçekçi sayılar elde edilebilir. 

Sonuç olarak, 1999-2001 döneminde bankacılık sektöründe istihdamdaki yıllık azalma oranları 2000 sonu itibariyle %2.1, 2001 yılı sonu itibariyle 2000 yılına göre %19.3 olmuştur. Kriz döneminde Banka ve Finans sektöründe istihdam edilenlerin yaklaşık %25 gibi önemli bir kısmı işten çıkarılmış veya işten çıkmak durumunda bırakılmıştır.www.ekodialog.com              

Öte yandan DİE'nin hane halkı işgücü anket sonuçlarına göre 2001 sonu itibariyle kurumsal olmayan toplam sivil nüfus 65 milyon iken bunun yaklaşık %61'i kentlerde yaşamaktadır. 15 ve daha yukarı yaştaki yani çalışabilir yaştaki nüfus ise 45.7 milyon olarak belirlenmiştir. Bunun ancak %49'u yani 22.3 milyonu toplam işgücünü-işgücü arzını oluşturmaktadır. 

NEGATİF EKONOMİK BÜYÜME 

Milli hasıla (GSMH) ve Milli Gelir (MG) düzeyleri veya kişi başına GSMH ve MG düzeylerinin genellikle gerek ulusal gerekse uluslararası değerlendirmelerde eksiliklerine rağmen temel kriter veya ölçüt olarak kullanıldığı bilinmektedir. Bu göstergedeki yıl­lık artış sırasıyla ekonominin nicel gelişmesini büyümesini ve toplumun refah düzeyindeki artışı (ya da azalışı) yansıttığı kabul edilmektedir. Bu nedenle de GSMH veya MG deki yıllık artış oranının kimi zaman aradaki nüanslar bile dikkate alınmadan birden çok kavramla ifade edildiği görülmektedir; "Ekonomik Büyüme" , "Ekonomik Gelişme" ve hatta Devlet Planlama Teşkilatının plan ve programlarında kullandığı gibi "Kalkınma Hızı" bunların başlıcalarıdır. 

Özellikle "Kalkınma Hızı" kavramının kullanılması ciddi yanılmalara ve yanlışlara yol açabilmektedir. Zira, ekonominin sadece nicel ya da rakamsal büyümesi olan GSMH veya MG artışı kalkınma gibi ekonominin ve toplumun tüm kesimlerinde köklü ve sü­rekli değişim ve dolayısıyla gelişim anlamına gelen bir süreci yansıtmaktan çok uzaktır. 

Bu çalışmada tanımı gereği kısa dönemli bir sorun olan "kriz" ile sadece "büyüme" üzerinde durulduğu bir kez daha vurgulanmalıdır. Ancak, burada hemen, Kriz ve Büyüme ile Kalkınmanın önündeki temel engelin ortak olduğu ve bunun da halen "Kaynak Sorunu" olduğu belirtilmelidir. 

Kaynak yaratma ve kaynakların etkin ve verimli kullanılması bağlamında Türk ekonomisinde karşılaşılan ciddi darboğazlar halen devam etmektedir. Bir yandan kamu finansmanı, çevrilebilirliği büyük risk taşır hale gelen ağır borç yükünden kurtulamamış; Öte yandan, özel reel sektörün ve özel bankacılık kesiminin de benzer durumla karşı karşıya kalmasına neden olmuştur. 

1924'den 2001 yılına kadar Cumhuriyet tarihinin tamamında sabit fiyatlarla GSMH ve kişi başına GSMH’ DE meydana gelen yıllık artışlar verilmiştir. Bu verilere göre ekonomik büyüme (reel GSMH artış) oranları Cumhuriyet döneminin tama­mında çok fazla salınım göstermektedir. 

Cumhuriyetin ilk dönemlerinde (1924- 1945 arasında) büyüme oranlarının tersine dönme ya da negatif büyüme yıllarının yoğunlukta olduğu yani ciddi boyutta dalgalı (is­tikrarsız) bir seyir izlediği görülmektedir. 

Örneğin, 1926 yılında %18.2 reel GSMH artışına karşın izleyen yılda (1927'de) %­12.8 gibi çok büyük oranda düşüş ya da küçülme olmuştur. Ya da 1932 yılındaki %-3 oranını (küçülmeyi), 1933 yılı %23.2 gibi çok yüksek bir büyüme oranı izlemiştir; öte yandan yine bu dönemde 1940, 1941, 1943, 1944 ve 1945 yılları hep negatif büyüme ya da küçülme yılları olmuştur. Daha sonra 1946'dan itibaren 1960'lara kadar nispeten daha düzenli büyüme seyri görülmekte; ancak, 1955-1961 döneminde büyüme oranlarının önceki döneme göre daha mütevazı olduğu dikkati çekmektedir. 1962-1 döneminde, planlı kalkınma yıllarında, pozitif büyüme devam etmekle kalmamış, büyüme oranları ortalaması bu dönemde önceki döneme göre daha yüksek olmuştur. 

Ancak, 1970'lerin ortalarından (hatta 1973'den) itibaren 1980'lerin başına kadar hem dönem ortalaması düşmüş hem de yıldan yıla çok çarpıcı değişmeler gözlenmiştir. Esa­sen 1979 krizi ve (1980) 24 Ocak ekonomik modeli ile çok radikal bir dönüşümün başlatıldığı yeni bir döneme girilmiştir. 

    Cumhuriyet döneminin reçel büyüme oranların tarihsel bir özetinden sonra şimdi konumuz olan son kriz ve öncesini irdelemek yararlı olacaktır. 

1988 ve 1989 yıllarında %1.5 ve %1.6 ile dönemin en düşük büyüme oranlan ile 1990'lann başına gelinmiştir. 1991 yılında çok daha düşük, sıfıra yakın (%0.3) bir büyüme ve nihayet 1994 krizinde ciddi bir negatif büyüme oranı (%-6.1) kaydedilmiştir  

1999'a kadar görünüşte pozitif bir trend yakalanmış ve küçümsenemeyecek oranlar­da yıllık reel GSMH artışı sağlanmıştır. Ancak 1999 'da ekonomide yine çok ciddi bir daralma ile yani %-6.1 negatif büyüme ile karşılaşılmıştır. Ekonomi 2000'de toparlanmış görünüp %6.3 pozitif büyüme kaydetmiş ama izleyen yılda (2001'de %-9,4) daha büyük oranda bir küçülmeye mahkum olmuştur. 

Ekonomik büyümenin göstergesi olan yıllık reel GSMH artışının yanısıra kabaca re­fah düzeyinin bir göstergesi olarak kabul edilen Kişi Başına GSMH'deki yıllık değişim oranlan dikkate alındığında daha olumsuz yargılara varılabilir 

Zira özellikle 1980'lerden sonra 1950'li ve 1960'lı yıllara göre nüfus artış oranında nispeten düşmeler olmuştur. Ancak buna rağmen Kişi Başına GSMH az önce işaret etti­ğimiz yıllarda artacağına azalarak genelde yoksullaşmaya yol açmıştır, Sırasıyla 1988, 1989, 1991, 1994, 1999 ve 2001 yıllarında %0.7, %0.6, %1.6, %7.8, %7.3 ve %1.1 oranlarında kişi başına gelir düzeyinde düşme olmuştur. Yani son 12 yılın 6 yılın­da gelir düzeyi artacağına azalmıştır  

Bu rakamlar sürekli büyüme ile gelir artışım, gerçekleştiremediğimizi, istikrarsızlığı, göstermesi bakımından önemlidir. Ancak daha önemli bir husus tüm bu istikrarsız gidişin temel nedenin "kaynak sorunu" olduğunu göz ardı etmemektir. 

Kaynak sorununun dönemsel olmadığı, 1980'lere kadar dış borç ağırlıklı daha sonra ise iç borçlanma ağırlıklı kaynak sağlama politikalar sonucu borç servis yükü­nün her yıl ivme kazanarak Çarpıcı biçimde artış gösterdiği anlaşılmaktadır. 

Son krizde, önce "enflasyonla mücadele" program daha sonra (Kemal Derviş'in15 Mayıs 2001 'de açıkladığı) "Güçlü Ekonomiye Geçiş" programı olarak nitelendiri­len, önlemler paketinin ikisinin de gerçekte "istikrar sağlamaya yönelik paketler" ol­duğu bilinmektedir. Ancak, ikincisinin ismindeki farklılık aslında daha köklü ve belki yapısal önlemler çağrıştırmaktadır. Nitekim, bizzat "Güçlü Ekonomiye Geçiş" programın açıklanan temel hedefi "sürdürülemez boyutlara varmış olan kamu borçlarına yol açan borç dinamiğinin ortadan kaldırılarak Türk Ekonomisinin dış yardıma muhtaç olmayan bir yapıya kavuşturulması olarak belirtilmiştir. Yani, kamu finansman açığı sorunu ile kaynak sorununun çözümü öncelikli ve temel hedef alınmıştır. Ama burada kamu finansmanı politikasının ve borçlanma politi­kasının artık eskisi gibi devam ettirilemeyeceği vurgulanarak köklü, radikal ve kalıcı(yapısal) önlemler ve düzenlemeler gündeme getirilmiştir. 

SONUÇ 

"Son Kriz" konjoktürel ya da dönemsel bir sorun değildir. Etkilerinin de uzun süreli olacağım görebilmek lazımdır. 1994 'deki kriz ve banka iflaslan gerçekte önemli bir uyan ve aynı zamanda önemli bir fırsattı. Ancak, bu değerlendirilemedi ve köklü, ya­pısal ya da ciddi, uzun dönemli, önlem alınmadı, yasal ve kurumsal düzenleme yapıl­madı. Esasen son krize kadar Bankacılık Sektörünün sorunları ve genelde 1994 krizi donduruldu denilebilir. Gerek Hükümetler (Kamu Otoritesi) ve gerekse Bankacılık kesimi sorunlar görmezlikten geldiler, hatalara göz yumdular. Bir yandan kamu otoritesi tarafından ciddi etkili denetim yapılmaz ve önlem a1ınmazken örneğin, Bankaların açık (döviz) pozisyonları ve sermaye yeterlilik rasyolarındaki olumsuzluktan kritik noktalara geldiği göz ardı edinilmeye çalışılmıştır. Öte yandan Bankalar da, bankacılık yapmak yerine büyük ölçüde Hazinenin finansman ihtiyacını karşılayarak, Devlet İç Borçlanma senetlerinden yüksek faiz geliri elde etmeye devam etmişlerdir. 1999'a gelindiğinde so­run1ann göz ardı edilemeyecek düzeyde yaygınlık ve derinlik kazandığı ortaya Çıkmıştır. 

Kaynak sorununu da sadece dönemsel kaynak yetersizliği olarak algılamak yanlış olur. Kaynak sorunu kaynakların yetersizliği kadar dağılımı ve kullanımının verimli ve etkin olmayışı olarak algılanmalıdır.  

Daha da önemlisi, bu tablo en Çarpıcı biçimde IMF tarafından T.c. Hükümetinin önüne konmuştur. Kamu Bankaların başta olmak üzere kamu kurum ve kuruluşlarının ye­niden yapılanması, şeffaflık ve bağımsız denetim kurumların oluşturulması, bankacılık sektörünün zayıf banka1ardan temizlenip yeniden yapılandırılması. IMF ye Dünya Bankasının fidansal desteğine muhtaç olan hükümete ön koşul olarak ileri sürülmüştür.  

Enflasyona karşı alınacak önlemler ve genelde istikrar politikalar "tasarruf' ağırlıklı olup ciddi fedakarlık gerektirmektir. 

Türkiye'de uygulanan istikrar politikalarda da Hükümetler tarafından hep ilk yapılan, "genel ve katma bütçeli idareleri ve döner sermaye işletmelerini" de içine alan kamu kesimine yönelik: bir tasarruf kararnamesi çıkarıp, tüm kurum ve kuruluşlardan harcama­larını kısıp tasarruf önlemlerine uymalarını istemektir. Hatta bu önlemlerde zaman zaman aşırıya kaçılmıştır. Buna ilave olarak bir de 1990'larda (özellikle 1990'ların ortala­rından itibaren) siyasal istikrarsızlık. doruğa çıktığı için, sık hükümet değişiklikleri yaşanmıştır. Bir yıl bile iktidarda kalamayan koalisyon (hükümetleri) olmuştur. Her gelen hükümetin ilk işi yeni bir tasarruf kararnamesi çıkarıp uygulamaya kaynak olmuştu. Böyle olunca bu dönemde kamu kesimindeki kurum ve kuruluşları bırakın yatırım yapmayı orta ve uzun dönemli plan ve program yapması olanağı bile olmamıştır. Örne­ğin, Devlet Üniversiteleri bile en köhne verimsiz kamu kuruluşlarına benzemeye başlamıştır.www.ekodialog.com

Burada önemli olan nokta "istikrar fedakarlık gerektirir" gerçeği ve herkesin bunun bilincinde olması zorunluluğudur. Esasen her hükümet de bunu slogan haline getirmiş ve toplumdan sürekli fedakarlık talep etmiştir. Ancak. Ülkemizde istikrar politikaların ve fedakarlık talepleri sürekli tekrarlanan ve bir türlü sonu gelmeyen bir nitelik: kazanmıştır. Oysa. istikrarsızlık tanımı gereği kısa dönemli bir sorun olup tedavisinin de çok uzun sürmemesi gerekir. Ayrıca, kemer sıkması ya da fedakarlık etmesi gereken hep belirli ve ayın kesimler olmuştur.

Kısaca, sadece büyümeye odaklanıp öncelik verildiğinde ekonominin dengeleri alt üst edilebilir; ya da tam tersi şimdilerde ülkemizde olduğu gibi enflasyona odaklanıp büyümeyi ikinci plana atma ekonomideki daralma, işsizlik ve yoksul­luk ciddi "(potansiyel) toplumsal sorunlara ve beklenmeyen radikal toplumsal deği­şim veya dönüşümlere neden olabilecek uç noktalara dayanabilir. 

Özellikle, "Güçlü Ekonomiye Geçiş" programı ve önceki istikrar paketi olumlu sonuç verdi mi? Bu soruya hem evet, hem hayır cevabı verilebilir. 

Öncelikle, Bankacılık sektörü halen yerle bir edilmiş bir görüntü vermektedir. Ban­kaların reçel sektörü "fonlama mekanizması" iflas etmiş görünüyor. Belki de Bankaların "kredi" kadar reel sektörün "kredi talebi" de ciddi bir azalma göstermiştir.

Kaynak: Prof. Dr. Ertan OKTAY 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005