Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Türkiye Ekonomisi Nasıl Düzelir? 

Türkiye ve benzeri ülkeler, hem enflasyondan kurtulmak, hem de hızlı büyüme k istiyorlar. Ancak, imkanları çok daha geniş olan bazı zengin ekonomiler dahi bu işi beceremediler. Enflasyonu yendiler ama işsizliği azaltacak hızlı bir büyümeyi gerçekleştiremediler. Onun için fazla telaşa kapılmadan nelerin yapılabileceğini iyi düşünmek lazım. Mesela bir gecede alınan şok kararlarla ekonomiyi rayına sokmak mümkün müdür?

Şok tedavisinin belli sakıncaları var. En büyük sakınca, alınan bazı kararların yanlış olması ihtimalidir. O zaman ekonomi tam tepe­taklak gider. Çünkü, adı üstünde, yanlış tedaviden şoka gireni yeniden kendine getirmek pek güçtür. 

Diğer önemli sakınca, (hatta tehlike) , kararlar ve ilaçlar doğru olsa bile hastanın bir türlü şoktan çıkamaması ihtimalidir. Bunun, başta bazı Latin Amerika Ülkeleri olmak üzere, dünyada birçok örneği var. 

            Şu halde en iyisi, orta vadeli bir istikrar programı hazırlayıp enflasyonu tedricen fren­lerken, ekonominin de büsbütün duraklama­masını sağlamak. Ancak bunun için büyük sabır, inat ve irade gerekir. 

Tabii orta vadeli bir programda da hata yapma ihtimali var ama hatadan zamanın kurtulma şansı daha fazla. Aslında orta vade bir istikrar programının en büyük güçlü: muhtemel hatalar değil, böyle bir programın politikadaki dalgalanmaların etkisinde kalır. dan yürütülebilmesidir. 

Bu tür bir programın başarısı için önerilen yöntemler ilk bakışta çok basit. Mesela programın yürütüldüğü süre içinde bütün ücret ve maaş zamları tercihen enflasyonun bir miktar altında tutulacak. Devletin öncelikli harcamaları frenleyerek açığı ağır ağır daraltacak. Ve bu arada toplumun hiçbir kesimi: ödün verilmeyecek. 

Ayrıca, başarı için yalnızca iç politik istikrarın yetmeyeceğini de algılamak lazım. Hükümetlerin elini kolunu bağlayacak önemli  sorunların da olmaması şart. 

Şu halde şimdi Türkiye'de toplumu beklentilerini de dikkate alarak gerçekçi davranıp şok tedbirler yerine orta vadeli bir istikrar programı hazırlamak lazım. 

Ayrıca böyle bir programın hedeflerin de abartmasız ve çok gerçekçi olması gerekiyor. Halk, ekonominin başındaki dertlerin boyutlarını iyi bilmeli. Aksi takdirde alınabilecek en ılımlı önlemlere dahi direnme başlar. Başta iyimser rakamlar ve hedeflerle yola koyulup sonra haksız çıkmaktansa önceden doğruları söyleme gerekli güveni sağlamak çok daha iyidir. 

Bugünkü verimlilik ve tasarruf (sermaye birikimi) seviyesiyle yıllık refah art yüzde 4-5'i geçmez. Zaten yarım yüzyıllık ortalama da öyle. Anlaşılıyor ki verimlilik ve tasarrufları yükseltmeden refahı daha hızlı arttırmak mümkün değil.

 Geçmişte de sık sık tekrarlandığı gibi mümkün olmayanı mümkün kılmak istendiğinde bol para basmak ve yoğun borçlanmaktan başka çare kalmıyor.  O zaman da ya enflasyona veya döviz darboğazına giriliyor. Çoğunlukla da her iki bela birlikte kapıyı çalıyor.

Şu halde milletin önünde üç seçenek var. Bunlardan birincisi, bugünkü verimlilik ve tasarruf seviyesinin izin vereceği refah artışıyla yetinip sık sık enflasyona ve döviz darboğazına girmemek.

Ama o zaman da kişi başına refahın bir çeyrek artması için en az on yılın geçmesi lazım. Böyle ağırdan alan bir refah artışına halk razı ise, mesele yok. Ama, razı değiller. 

Onun için de ekonomide istikrarı hesaben sağlayabilecek böyle bir seçenek, bu kez toplumsal ve siyasal istikrarı bozuyar.

İkinci seçeneğin, yani bol para basıp rastgele borçlanarak hızlı kalkınma yolunun çare olmadığı da geçmişteki tecrübelerle belli. 

Tabii birinci seçenek de kabul edilse, tatmin edici bir refah seviyesine eninde sonun­da varılır ama çok vakit kaybedilir. Üstelik bu vakit kaybı yalnızca kanaatkarlıktan değil, sık sık içine düşülen toplumsal ve siyasal çalkantı­lardan da kaynaklanır. Geçmişte de hep öyle olmadı mı? 

Şu halde vakit kaybetmek istenmiyorsa, katlanılması gereken sıkıntı ve özverileri her­kese anlatmak lazım. Yani kısacası halk, refa­hın daha hızlı artmasını istiyorsa, daha çok ta­sarruf etmek ve daha çok çalışıp verimliliğini yükseltmek zorunda olduğunu mutlaka bilmelidir. 

Eğer bu gerçekler halka açıkça anlatılmazsa ve halk da durun1un ciddiyetini algılayıp başlangıçta katlanması gereken sıkıntı ve özverileri göze alamazsa, toplum ilk iki seçenek arasında sıkışıp kalmış demektir. Gerisi lafi güzafdır. 

Tabii bu iki seçenek arasında sıkışıp kalmanın da sonu mutlaka felaket değil. Zaten neredeyse yarım yüzyıldır toplum bu iki seçenek arasında ping-pong topu gibi gidip geliyor ama batmıyor. Batmadığı gibi az-çok ileri de yürüyor. 

Ama mehter takımı yürüyüşüne benzeyen ve sık sık baş ağrılarına neden olan bu gidiş de, son derece dinamik olan Türk toplu­muna doğrusu hiç yakışmıyor. Yakışanı seç­mekten başka çare yok. 

Nüfusu hızla anan, bu nüfusun yarısına yakın kısmı hala kırlarda yaşayan, sermaye birikimi ve altyapısı yetersiz olan, enerji ihtiyacının önemli bir kısmını ithal etmek zorunda kalan bir ülke, yalnızca doğal toplumsal yapının kaldırabileceği mütevazi büyüme hedefleri mi seçelim? 

Tabii üçüncü bir seçenek de var; Acaba yapı değiştirerek mevcut kaynaklarla bunalıma girmeden daha hızlı büyümek mümkün değil midir? 

Tabiidir ki mümkün. Ama bunun kararını vermek ve hele uygulamaya koyup başarılı olmak, diğer seçeneklerden çok daha zor. 

Türkiye'nin şimdiki siyasal ve toplumsal örgüsüne bakıldığında, gerekli yapı değişikli­ğinin nitelikleri ve boyutlarını tespit etmenin de, tespit edilen değişiklik önerilerini siyasal karar haline getirmenin de, bu kararları uygula­maya koymanın da pek kolay olmadığı hemen anlaşılır. 

Yapı değişikliği, önce bir zihniyet meselesi. Açık, saydam, dürüst, hoşgörülü, adil bir toplumu pek fazla özlemeyen bir zihniyetle olumlu yönde işleyecek bir yapı değişikliği gerçekleştirilemez 

Onun için yapı değişikliği yapay olarak tepeden inme kararlarla da oluşturulamaz. Önce halkın ve halk içinden gelen politikacıların, yapı değişikliğinin zorunluluğuna inanması lazım. 

Kaynak:  Prof. Dr. Erdoğan Alkin - İstanbul Üniversitesi.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005