Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Bilgiden Korkan Bir Türkiye'nin Bilinç Çağına İhtiyacı Vardır 

Strateji Uzmanı, Erhan Yarar                       

21. yüzyılın Bilgi Çağı olacağı yolunda­ki iyimser varsayımlara ilk tashihin gelecek yüzyılın Bilinç Çağı olması şartı olduğu kana­atindeyim. Ele geçen bir bilginin kaynağı, ma­nası ve kullanım imkanları hakkında bir ne-den-sonuç süzgeci işletemeyen, yani bilinçten yoksun olan bir insan tipinin, geçmiş yüzyıllar­dan farklı bir görüntü vermesi beklenemez. Türkiye, mirasını, insanını, tarihini, dilini ve di­nini unutarak, anlamamakta ısrar ederek, öğ­retmeyerek bir yere varamaz. 

Sorunlarını erteleyen, sorunların çözü­mü için gereken bilgiyi bulmaya, yaymaya ve kullanmaya kendini, kilitleyen, sorunlarından kaçan ve hatta korkan bir Türkiye'ye bilgiden ziyade bilinç lazımdır. Bilinci bilgiyle yaşat­maktan ziyade, varolan ve başka amaçların sonucu üretilmiş bilgilere kendisini günlük ya­şam uğruna teslim eden bir Türkiye'den bıra­kın dünyaya, kendi insanına hayır gelmez.

Bu insan tipinin bilgisayar, fax, tv, inter­net ve benzeri iletişim araçları ile donatılmış olması ve yaşamında da bu araçların varlığın­dan kaynaklanan bir rahatlık boyutunun ortaya çıkmış olması, bilinç faktörü yerine gelme­diği sürece, ancak ve ancak kolay ve hızla manipüle edilebilir ve bir menfaat çizgisinde kul­lanılabilir bir insan tipi ile karşı karşıya olduğu­muz sonucuna bizi götürmelidir. 

Hedef Bilgi Toplumu 

TBMM'deki "Koltuk Skandalı"nın mali analizi sonucunda anlaşılıyor ki, "gasp edilen milyarlarca Türk Milleti Lirası" ile aslında Tür­kiye sınırları içindeki bütün okullar bilgisayar ağı ile donatılabilirdi. Türk Milleti Lirası yani TML'nin çalınma süreci hızlandıkça, doğa! ola­rak Türk Lirası yani TL'nin değeri de yalnızca haysiyet açısından değil, iktisadi olarak da aşı­nıyor. Bu sürece dur diyecek mekanizma da, yine doğal bilgiye dayalı bilinç aşılanmış bir toplumdan geçmektedir. 

Bir bilgi, gerçek ya da doğru arasında bir köprü de kurabilir. Bilginin kullanımı , işte burada devreye giren bir süreçtir ki, buna bi­linç denebilir. O halde, iki dunım söz konusu­dur; birinci durumda bilginin aşındırtlması ve yıpranmış halde kullanıma sürülmesi ve bu şe­kilde ya yanıltılmış ya da yokedilmiş bir kamu hafızasının oluşturulması veya ikinci durumda kamu yararına bilgi oluşturma, bilinçli kullanı­ma rehberlik etme sürecini var etmek isteyen­lerin sistematik erozyonu ve hatta kaba bir ta­birle "ortadan kaldırılması". Sanıyorum, her iki durum içice gelişmektedir ve bu manada, gara­bet de teşkil etse, Türkiye'de zengin bir birikim vardır. 

Amerika Birleşik Devletleri'nde ise, en azından toplumu yönlendiren ve yöneten ke­simde, belirgin bir bilinç düzeyinin gelişim perspektifleri içinde ele alındığını tespit edebi­liriz. Belki bu nedenle, ABD Savunma Bakan­lığı, namı diğer Pentagon, Information Warfare başlığı ile muharip kadrolara bilgi savaşı konseptleri sunmaktadır. Bu manada belirli dene­yimleri de vardır. 

ABD Hava Kuvvetleri'nde 1993 yılında "Hava Kuvvetleri Bilgi Savaş Merkezi" Kelly AFB, San Antonio'da kurulup faaliyete geçmiş-tir. Buna bir de bilgi savaş filosu eklenmiştir. 

Körfez Savaşı sırasında gönderilen bilgisayar vuruş teknikleri sonucu, Irak Hava Savunma ve Komuta Kontrol Sistemi'nde etkinliği %50'ye indiren darbe, bu ekibin eseri olmuş­tur. 

Amsterdam'daki bir apartman dairesin­den gerçekleşen ve New York Wall Street'i sa­atlerce telefonsuz bırakan karşı saldırı da, Iraklılarca gerçekleştirilmiştir. Irak bilgisayar sis­temlerine enjekte edilmek üzere hazırlanan bir virüsün, yanlışlıkla Pentagon bilgisayarına gir­mesi sonucu ise, ABD kendi silahı ile vunılmuş ve 5000'den fazla bilgisayar kullanım dışı kal­mıştır. (dpt bilgi toplumu) 

Bu durum Türk Silahlı Kuvvetleri başta olmak üzere ne denli geniş bir tehdide hangi müesselerimizin uyanık olması hakkında sanı­rım bir fikir verebilir. Üzerinde durulması gere­ken temel noktalardan birisi de, hakimiyet kur­manın enstrümanı haline gelen bu ve benzeri bilgilerin üretimidir. Bilgi ucuz üretilmeli ve pahalı satılmalıdır. Mümkünse, bilgi yenilen­dikçe, piyasada varolan bilginin sonuna kadar satımı beklenmeli ve ondan sonra yeni bilgi pi­yasaya sunulmalıdır. 

Geçmiş çağlardan bu yana insan sezgisi ve yeteneğine dayalı yürümüş olan ve istihba­ratla desteklenmiş ve hayat bulmuş olan, siya­si, ticari ve askeri savaşlar, bugün yine klasik değerler baki kalmak üzere, insan dışı araçlara bağlı bir hale gelmiştir, insan sezgi ve yetene­ğinin aktarımında, mesafelerin önemini orta­dan kaldıran, operasyon çapını daraltarak sa­vaş ve hakimiyet sahalarını genişleten, işte bu elektronikleşme, biyonikleşme, cansız bütünlerde canlılığı sürdürme tekniğidir. 

Burada klasik elektronik savaştan farklı­laşmaya dikkat çekmek gerekmektedir. Bura­da söz konusu olan, savaşa farklı bir sahada savaşla da karşılık vermek, stratejik saldırıyı se­naryo paketleri ile sürdürmek, lojistik desteğin devamlılığım önlemek için sahayı bilgi ile ka­rıştırmak, harekat alanına anında bilgi transfe­ri, bilgi kullanımının imkansız hale getirilme teknikleri,  karşı  tarafın hangi  bilgiyi hangi maksatla edindiği hakkında algılama ve karşı taarruz yeteneği, ama herşeyden önce bu ma­nada gereken insan tipinin hakimiyet stratejile­ri çizme anında hazır tutulmasıdır. 

Bu düşünceleri, bugün yalnızca TSK'da bulup ya da sezip, siyasi sahada izine raslayamamak üzüntü vericidir. Siyasi mekanizmala­rın aynı terbiye anlayışına sahip olmaması, as­kerin siyasi iradeyi bekleme sabrını gereksiz kılabilir Dünyadaki mevcut bilgilerin her 18 ayda iki katına çıktığı, 2000 yılında 16 kat daha fazla bilgi bulunacağı ve 2012 yılında iletişim teknolojilerinin de farklılaşması ile birlikte 5896 kat daha fazla bilginin dolaşımda olacağı dikkate alınırsa, siyasi karar verme süreci zor­laşacaktır.

Bilinçli bir kitlenin ya da siyasi kadro­nun elinde ise, bu artış manevranın zenginleş­mesi anlamına gelecektir. Aksi halde dezenformasyon, manipülasyon ve irritasyon gibi kav­ramlara açık, bilgi bombardımanından boğul­muş ve kendinden bezerek kendisini sadece hayatta kalmaya adamış bir insan tipi ile karşılaşağız. Bunun anlamı açıktır; hayata egemen olamamak ve sadece hayatta kalmaya çalış­mak. Ancak bilinmelidir ki, dünya tarihi de bu­nu gösteriyor, hayata egemen olanlar sadece işlerine yaradığı sürece hayatta kalmaya çalı­şan kitleye bu hakkı tanırlar ve fazlalık teşkii ettiklerini düşündükleri an da, bu kitleyi imha ederler. 

Belki bu nedenle bilgi savaşını C4ISR olarak yani, Komuta, Kontrol, İletişim, Bilgisayar.Istihbarat, Gözlem ve Keşif olarak tanımlı­yorlar. Burada Türkiye için bir ekleme yapmak gerekiyor; Niyet. 

Bu da millete dayalı bir devlet anlayışı sonucu ortaya çıkabilecek bir mefhumdur.

Türkiye'nin, gelecek yüzyılda karşılaştı­ğı iç ve dış baskının, geçmiş yüzyıldan çok da­ha fazla ve belki de katlanılamayacak kadar etkin olacağı anlaşılmış olmalıdır. Bu durumda, bu olaylardan çıkması gereken gerçek ders ve kanımca Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'ne asıl yansıması gereken şu üç ana konudur; Ulusal kimlik: Türkiye, ulusal kimliğini tahlil, teşhis ve tespit ederek ortaya koymak zoaındadır.

Ulusal menfaat: Türkiye, ulusal menfa­atlerin boyutlarındaki değişimleri ve gerek zamanla-sistematik gerekse zamanla-zamana sı­kıştırma gelişimleri saptamak zorundadır. 

Ulusal Strateji: Türkiye, ulusal kimlik ve ulusal menfaat tanımlaması sonucu, iç ve dış politik alanlarda eş zamanlı olarak kullanımı zorunluluk arz eden bir ulusal stratejiyi devre­ye sokmak zorundadır. 

Kısacası Türkiye, ne zaman, hangi krizlerin, hangi merkezlerden, kimlerin aracı­lığı ile ve ne kadar süre için çıkarılacağını, kriz patlak vermeden öngörmeli, hazırlık ya­pıp, bertaraf edecek donanımı oluşturmaya yetecek zamana sahip olabilmeli ve en önem­lisi bu zamanın kontrolünü de elinde tutabilmelidir. Bu amaçla acilen, "TÜRKİYE ULUSAL STRATEfl VE KRİZ YÖNETİMİ MERKEZİ" oluş­turulmalıdır. (bilgi toplumu olmak) 

Bu sıralama içinde gelişmeyecek bir süreçten, Türkiye'nin herhangi bir bölgesel ya da küresel tez üretmesi olanaklı gözükmemektedir. 

Türkiye Hangi Bilinç ve Bilgi ile Nereye Gidiyor? 

21.yüzyılda Türkiye'nin varlığını koru­mak, onu geliştirmekden daha zor bir sorun ola­rak karşımızdadır. Bugün değişen ancak farklı­laşmamış bir dünyada özellikle teorik çalışma­larla meşrulaştırılan Yeni Dünya Düzeni oyun­larının basıncı, 19yy'da ülkemizin göğüsle­mek zorunda kaldığı basınçtan çok daha ağır­dır. Üstelik, bugün devlet, milletin gerisinde kalmıştır. Türkiye, değişen dünya dengelerine karşın, jeostratejik önemini muhafaza eden bir konumda bulunmaktadır. 

Devletin Bekaası Nasıl Tehdit Altına  Girer? 

21.yy'nırn sonuna kadar akacak süreçte,  Türkiye topraklarında yaşayan insanların devletin bekaasını belirli ihtimallerde tehdit etme­si veya Türkiye'yi bir devlet olarak belirli man­tıklarda değiştirmesi beklenebilir.

A. Yaşam standartlanndan kaynaklanan bir üst sınıf arayışı bugün için zaten mevcuttur. Gerekli ekonomik, sosyal ve siyasal reformları, bir çırpıda gerçekleştirmek isteyecektir Devle­tin alışılmış üslubu ile reformlar için fazla zaman harcamasını, kendi yaşam standaalaun-dan bir taviz olaıak göreceklerdir. Bu üst sınıf, varolan devletin kuralları karşısında bir süku­net gösteremeyecektir. Bu üst sınıf, yaşam üs­lubu ile artık toplumun bir parçası değildir ve topluluk kavramında bu anlamda bir dar halka oluşacaktır. Bu dar halkayı birarada tutan öğe­ler, bu üst sınıf için belirleyici etnik noktalar olarak anlaşılmalıdır. Bu anlamda, bu üst sını­fın, kendi yaşam standartını korumak ve geliş­tirmek için, kendi yaşam çevresinde siyasi yö­netim yetkisini elde etme girişiminde bulun­ması beklenilebilir. Sonuçta, varolan devlet düzenine ters düşerek bir çatışma oluşacaktır. Bu dunımda klasik anlamda devletin güvenli­ği tehdit altındadır. 

B. Yukarıda öne sürülen durumda do­ğal olarak bir de alt sınıf olacaktır. Bu alt sınıf, varolan yönetim düzenini adil bulmayacaktır. Üst sınıfın baskıları alt sınıfın varlığını tehdit et­mektedir. Varolan merkezi devlet, bu ihtilafda katalizatör olmaktan uzaktır. Bu da ayrıca bir baskı olarak değerlendirilebilir. Alt sınıf, bu baskılara karşı koymak için girişimlerde bulu­nacak ve bu nedenle öncelikle liderlik amacıy­la kendi içinde çatışmalara girecektir. Tarihsel olgular, liderlik çatışmalarının alt sınıfda daha ciddi boyutlarda gerçekleştiğini göstermekte­dir ve bu çatışmalar kısa zaman sürmektedir. Alt sınıfı birarada tutan öğeler ise, liderlik çatış­masından bağımsızdır. Alt sınıf içinde yaşam sürmek, belirgin bir kimlik gerektirmektedir. Bunları doğaldan doğaıya kullanılan dil ve dış görünüm içinde bulmak mümkündür. Bunları etniklikte yabancılaşma  olarak  değerlendir­mek gerekir ve değişime açık değildir. Devle­tin kontrolünü ve üst sınıfın tamamını ortadan kaldırmayı hedeflemekle, burada da güvenlik açısından bir tehdit söz konusudur.

C. Yukarıda anılan iki duruım karşısında, devlet kendi düzenini korumak için kimliğini pekiştirmek isteyecektir. Açıkça, üst sınıf ve alt sınıf kendi yaşam sahalarını fiili boyuttan hu­kuki boyuta çıkarmaya çalışacaklardır. Bu ya­şam sahaları doğrudan kimlik demektir ve et-nisiteye eşittir. Bu faaliyetler, üst ve alt sınıfla­rın kendi savunma ve güvenlik örgütlenmele­rini beraberinde getirecektir. Devlet ise, klasik savunma ve güvenlik tedbirlerini artırmak, bu yeni örgütlenmeleri göğüslemek için de kendi örgütünü etnisite uzmanları ile güçlendirmek duaımunda kalacaktır. Muhtemel çatışmalara girecekleri alana artık bilimsel bir boyut da ek­lenmiştir. 

Varolan sınırlarımıza dayanarak bazı so­runlarla karşılaşmamız da Türkiye devletinin bekaasını tehdit edebilir. 

A. Halen merkezi yönetim anlayışı va­rolmakla beraber, yerel yönetimin yaygınlaştı­rılması istekleri mevcuttur. Bu alanlarda ger­çekleşen ticaretin yalnızca bölgeye yansıması, arzulanabilir. Bölgede ihtiyaç duyulan savun­mayı üstlenecek unsur merkezi otoriteden ba­ğımsız davranmak isteyecektir. Ülke genelinde yatırım hesapları yapılırken, yalnızca belirli bölgelerin yaşam standartlarının göz önüne alınması talep edilebilir. Kalkınmış bölgeler­den toplanan vergilerden yalnızca kalkınmış bölgenin ihtiyaçlarının karşılanması gibi bir so-run ortaya çıkabilir. Bu durumda bölgecilik ve bölgeye ait olma zihniyeti güçlenecek ve fark­lı bir etnisite anlayışı ile karşılaşılacaktır. Mer­kezden bağımsız karaktere sahip olan bir böl­ge, ülke genelinde yönetimde ağırlık kazan­mak isteyecektir. Bu amaçlar için insan kaybı, kaynak aktarımı, çevre kirlenmesi konuların­da, kalkınmış bölgenin etkilenmemesi için ça­lışmalar yapılacaktır. Az gelişmiş bir bölgede var olan şiddeti ortadan kaldırmak için, kalkın­mış bölge kendi kaynaklarını kullanmak iste­meyecektir. Devletin, merkezde otorite kaybı başlayacak, bölge sınırlarında tehditlere karşı koymak mümkün olamayacağı için de, bir sı­nır güvenliği sorunu yaşanacaktır. 

B. Merkezde ülke genelinde sistematik ve doğru bilgi edinmede varolan sıkıntı sonu­cu karar alma güçleşecek, istihbaratta bilgi sız­ması sonucu ise kararların uygulanmasında otorite eksikliği yaşanacaktır. Sınırlarımızda güvenlik sağlamada yaşanacak olan sorunları gidermek için karar mekanizmaları açık top­lum koşullarında serbest hareket edemeyecek duruma düşecektir. Baskı ve çıkar grupları kar­şısında, devlete ait güçlerin, sorgulanmazlık ve dokunulmazlık zırhlarını artırmaları beklene­bilir. Bu durumda aynca bir otorite kaosu da beklenebilir. Bu son nokta özellikle dış kay­naklı terör örgütleri için bulunmaz fırsatlar ya­ratacaktır. (Avrupa birliği bilgi toplumu) 

Küreselleşen ancak farklılaşmamış bir dünyada olduğumuza dair kanılar gün geçtik­çe güçlenmektedir. Türkiye, bir devlet olarak bu küreselleşmiş ilişkilerde bazı sıkıntılar yaşa­yabilir.

A. Devlet, küçülmeyi tercih edecektir. İdari konularda, giderek devletin müdahalesi ve yetkisi ortadan kalkacaktır. Toprak genişli­ğinin anlamı sorgulanacaktır. Sınırlar, yeraltı kaynakları ve yaşam standartları oranında daraltılabilecektir. Yeni sınırlarda yaşamanın be­deli, bu sınırlar dahilinde yeni bir kimlik orta­ya çıkaracaktır. Vatandaşlık, doğum veya yer­leşim konularından soyutlanarak, doğaldan yetenek, bilgi ve uygulama düzeylerine endekslenecektir. Bu durum, etnisitenin bugün­kü anlamından tamamen farklıdır. Böyle bir devlet zihniyetinin sonu oldukça karamsar gö­zükmektedir. Otoriter rejimin oluşması bekle­nebilirse de buradaki idarenin, bu yeni etnisite kavramının devamlılığını sağlamak konusun­da, vatandaşları sürekli testlerden geçirmesi beklenebilir. Standartlara uymayarak toplum dışı bırakılma söz konusu olacağı için, sosyal ilişkilerin yerini bireyin kendisiyle devamlı ya­rışması alacaktır. Sosyalitenin anlamı soyut mutluluk ve tedirginlik karşımı bir duygudur. Toplumdışı bırakılanların saldırganlık göster­mesi beklenebilir. Diğer devletler karşısında bu yeni devletin teknolojik üstünlüğü kaçınıl­maz olmakla beraber, devamlılığı sorusu açıktır. 

B.   Toprak, kaynak ve çevrenin kısıtlı kalması karşısında devlet kendi merkezi otori­tesi sabit kalmak şartı ile, diğer küresel nokta­larda bir anlamda temsilci gibi çalışmak üzere, tıpkı merkezi devlet gibi örgütlenmiş alt-devletlerin, temsilciliklerin ya da uluslarüstü şir­ketlerin oluşturulmasında tasanlar geliştirmek zonanda kalabil:''. Bu bir anlamda ayrı: çıkarlar için merkezi bir kararla ortak olarak çalışan ül­keler birliğine benzetilebilir. Bugünkü dunun­dan farkı, etnisite konusunda hiçbir kaygısının olmamasıdır. 

C.  Bölge ya da blok arayışlarında birin­cil rolü kazanmak için o alanlarda barınan in­sanı başka türlü ele geçiremeyeceği bir pers­pektif sunarak kazanmak da devletin uygula­mak isteyeceği bir yoldur.

D.   Küresel bir sistemin oluşturulması çabasında devlet bilgi merkezi olma arayışında bulunacaktır. Bu sistem dışında kalma tehlike­si karşısında yerel, bölgesel, blok ve küresel it­tifakların gelişmesini önleyecek sigortaların geliştirecektir. Siyasi, ekonomik, dini ve kültü­rel motiflere dayalı bu sorunların yeni kavram­lara ve etniklikte yeni boyutlara yolaçacağı tahmin edilir. 

İnsan ve kültür varlığı kendi yarattığı teknolojiye yetişemeyince kültür boşlukları doğmaktadır. Teknolojinin iletişime verdiği yeni süratten yararlanarak, toplumun günde­mini elinde tutanlar birinci grubu, bu sürate ya bilgilenme ya da ekonomik yetersizliklerden dolayı uyum sağlayamayanlar ikinci grubu oluşturmaktadır. 

Kültür Boşluğu Sınıfsal Paylaşıma Nasıl Yansır? 

Kültür boşluğu birinci grubun faydasına bir durum arzetmektedir ve bu grup bu duru­mu kontrol altında tutmak isteğindedir. Maruz kalan ikinci grup ile bir ihtilaf oluşmuştur. Bu nedenle yapılması gereken, etkiye maruz ka­lanların, boşluk üstü bir kültür seviyesine Ulaş­maları için olanağın sağlanmasıdır. Bu olanağın sağlanmaması başka, sağlanamaması başka kavramlardır. Sağlanamamanın gerekçeleri, ekonomik kriterlere dayanarak verilebilir ve belirli bir dengenin sağlanması, en azından ma­nız kalınan etkiyi azaltmak için bir çabanın ser­gilenmesi beklenebilir. Sağlanmamanın ise tek gerekçesi olabilir, o da, ikinci grupta bulunan kitlelere yapılacak yatırımın, birinci grup için katlanılamayacak bir maliyet gerekmesidir İkinci grubun getireceği verim, yatırımı karşıla­mamaktadır endişesi birinci grupta mevcuttur. 

Kısacası, süreçten azami karın sağlan­ması, modernleştirilmiş kalıplarda ve katlanıla­bilir koşullarda bir sömürünün devamıdır. İşte Türkiye'de süreçte aslında şimdi yaşanmakta olan ve orta vadede kapsamlı hale gelecek olan ihtilaf, klasik yollardan partilere baskı yapmak yerine bizzat sürece sahip çıkmak için partileşen gruplardan kaynaklanmaktadır. 

Süreçten olumsuz etkilenenlerin savun­masını sahiplenecek varlıklar yetersizdir. Bu toplumda bir endişe, umutsuzluk ve güvensiz­lik yaratmakta, bireysel ihtiyaçların giderilmesi ön plana çıkmakla birlikte, çok-bireyli bir top­luluk tipi gelişmektedir. Siyasi platformda va­rolan partiler ve diğer örgütlenmeler arasında pek fark kalmaması bu endişeyi körüklemek­tedir. Üstelik sayıca da çoğalmış olmaları se­çimlerde yeni bir oy dağılımı ortaya çıkarmaya başlamıştır. Bu dağılımların karakteristiği, ülke yönetiminde, hiçbir grubun tek başına temsil yetkisini ilan edememesidir. Tarihsel olarak söylemleri artık atıl kalmaları, ortadan kaldır­mayı hedefledikleri değerlere öncelikle kendi­lerinin uyum sağlamış olmaları ve bu değerle­rin yerine insanı madde ve nıh anlamıyla bir arada tutacak yeni değerler yaratamamış olma­ları bir gerçektir.

Süreçten olumsuz etkilenenlerin, tepki­lerini sosyal şiddet, yaşam sahası paylaşımı için örgütlenme ve nihayet sürece hakim olan­lara tek bir ses olarak karşı koymak için önce kendi içinde bir önderlik kavgası biçiminde ifade etmeleri oldukça gariptir. (bilgi toplumu kitap) 

Bunlar esasen son yirmi yılda Türki­ye'de alt modellerde yaşanmış sıkıntılar olmuş­sa da, önümüzdeki yirmi yıl içinde bölgesel ve global basınca dayanmak, bundan yirmi yıl öncesi koşullardan çok daha fazla bir direnci gerektirmektedir. 

Bu direnç karşısında toplumun güvenliği­ni sağlamak daha zor olacaktır ve kültür boşluk­larına uğramış olanlar ile bu kültür sürecinden doğnıdan yararlananlar r.rasında farklı bir sava­şım gündeme gelecektir. Bu nedenle bugün Türkiye'de gündemde olan ve esasen bu yüzyı­lın başından veya en azından geçen yüzyıldan kalan değerler, tartışma konusu olmaktan çıka­caktır. Bu değerlerin tamamı, katlanılabilir ya­şam koşullarında üzerinde dunılabilecek kav­ramlardır. Hatta bu değerleri kurumsal kılmak için kanlı savaşlar bile verilmiştir. Oysa kültür boşluğu içinde kalanların savunacaklan bu tarz değerler değil, doğaldan insanın hayatta kalma savaşımını ifade eden unsurlar olacaktır.

Kuşkusuz bu son nokta üzerinde tartı­şılmaya değerdir, çünkü bu kavramların neler olması gerektiği konusundaki çalışmalar daha bugünden yapılmaktadır. Gene! olarak süreç sahipleri tarafından yapılan çalışmaların ama­cı, ihtilafın sıcak çatışmaya dönüşmesinde ko­pukluk sağlamak üzere kitlelerin manipülasyonu olacaktır. 

Türkiye Cumhuriyeti'ni yaratan ideoloji­nin siyasi platformda güçlü bir temsilcisi kal­mamış olup, bu değerleri savunan toplumun katmanları boşlukta bırakılmıştır ve her yere çekilmeye müsaittir. Merkez partiler, dünyaya bakışları hemen hemen benzer olmakla birlik­te, siyasi ve ekonomik çıkarlar, hukuksal do­kunulmazlıklar uğruna kendi aralarında cemiyetleşme içindedirler. 

Devlet Hangi Sistemin Ürünü Haline Gelmelidir? 

Vatandaş olmaktan ziyade devletin mensubu olmanın ulusu oluşturduğu bir or­tamda yaşamaktayız. Devlet yalnızca siyasi bir organizyon biçimi olarak anlaşılmalıdır. An­cak, devletin sıcak ihtilaf bölgesindeki konu­munun, özerkliği kısıtlayabileceği ve merkezi­yetçiliği artırabileceği üzerinde de durulmalı-dır. Güneydoğu Anadolu'da ve hemen yanı başındaki Kuzey Irak bölgesinde yaşananlar bu anlayışı pekiştirmektedir. Türkiye'nin içinde bulunduğu jeopolitik konumdaki değişimler ve genel olarak tüm komşuları ile olan ilişkile­ri de açık toplum için gerekli reformları zorlaş­tırmaktadır. Oysa, tam da bu durumun sivilleş­meyi gerektirmesi beklenir. 

21.yy'm eşiğinde asıl sorun, gelişmiş ül­kelerin ihtilaflara karşın birlikte yaşamaları de­ğil, politik bilinçlerine kavuşmanın ilk aşama­sını yaşayan kitlelerdir. 1989 sonrası değişim­lerle özellikle eski Doğu Bloku coğrafyasında ortaya çıkan yeni durumda, mikro milliyetçili­ğin ve etnikliğin baskın olması bu durumu özetlemektedir.  Bunlar politik  olarak  uyan­maktadırlar. Politik uyanışın ilk aşamasının te­mel karakteristiği, kitlelerin kendilerini " etnik ayrıcalıklara dayanan " dar bir kapsam içinde tanımlamalarıdır.   Toplumsal duyguların dışavurumunun ne kadar ilkel olduğu bütün olay­lardan görülmektedir. Türkiye için de ne yazık ki aynı durum geçerli gibi gözükmektedir. Po­litik ve dinsel açıdan Manichean eğilimlerle kendi fikirlerini haklı bularak felsefi tartışma­lardan ye sosyai olayların karmaşıklığı  göz önünde bulundurulmaksızın politik uzlaşma­dan kaçış vardır. Türkiye'de bu son durum özellikle dini motiflere veya dogmatik misyona dayalı oluşumlarda kendini belli etmektedir. 

Sorun çağın yeni bunalımına bir ad koy­maktır. İnsanın zihni ye ahlaki bir çöküş döne­mi yaşaması, bir insanı ve dolayısıyla bir toplu­mu birarada tutan yapıştırıcı unsurları sistematik olarak yok etmek sonucu ortada bir şeyin kal­mamaya başlaması, en azından yeniden doğuş arayışına insanoğlunun takadinin kalmayışı ola­rak ifade edebiliriz. Bu son durumda yalnız kal-maktan korkan ve toplumdan yalıtılmaya doğası gereği tahammülü olmayan insanlar, etnik ve dini ve belirli dönemlerde gördüğümüz gibi ideolojik unsurlarda tutunmaya çalışmışlardır, Yalnız burada Türkiye'de özellikle 1980 sonra­sında yaşanan tüketim çılgınlığı ve üretimden uzak düşmek de değerlendirilmelidir. 

Sosyal Şizofreni Nasıl Frenlenir? 

Ahlaki olarak eksik unsurlara dayanan birarada yaşama çabası, paylaşım isteksizliğim getirince, Karşılaşılan tablo düzenli ve tartışıl­maz söylemlerle, insanların diğer kitleleri ya tahakküm altına alma, ya eritme, ya da yoketme sürecine girmeleri olmuştur. Bunun en kestirme yolu da, etniklik olarak ifade edilen ve çoğu kez ne olması konusunda görüş birli­ği bulunmayan bir kavrama dayanarak ihtilaf­ların şekillenmesi ve çoğu kez de çatışmaya dönüşmesi olmuştur. Bu yüzyıldaki savaşlarda bir tahmine göre 87 milyon insan ölmüştür ve bir o kadarı da yaralanmış ve sakat kalmıştır. 

Bu sayı, tarihin bütün dönemlerinden daha fazla bir toplam oluşturmaktadır ve bu in­sanların çoğu etnik ve dini sebeblerden ötürü yaşamını yitirmiştir. Bu insanların kaybı ile, muazzam bir genetik mirasın da insanlığın elinden gittiğini ayrıca düşünmek gerekir. Tür­kiye tarihinde Kurtuluş Savaşı sırasındaki şe­hitlerimiz ve trafik kurbanları dikkate alınmaz ise, bu anlamda 1980 öncesi terör ve 1984 son­rası Güneydoğu olayları sürecinde yitirdiğimiz insanlarımız Türkiye'nin genetik mirası adına muazzam bir kayıpur. Bir ülkenin güvenliği için en önemli unsunın insana yapılan yatırım olduğu düşünülürse, bu bir rizikodur. (bilgi toplumu pdf) 

Türkiye'nin güvenliğini, ulusu oluşturan devletten ziyade devleti oluşturan ulusa eksenleyerek yapmak durumundayız. Temeli itibarı ile eksiklikleri de olsa, Türkiye'nin inşası tari­hinde, bu satırların yazarının naçiz kanısınca, modernite sonrası bir espri hakimdir ve Türki­ye Cumhuriyeti'ne kanat gerenler bu nedenle çağlarının ilerisinde hamleler sergilemişlerdir. Bu konu doğal olarak, siyaset bilimciler ve sos­yologların üzerine durmaları gereken analitik çalışmalara dayanacaktır. 

Karşılaştığımız! olaylarda söz  konusu olan motiflere bakarak: bir etnik grubun kendisini dil, din, kabile, milliyet veya ırk gibi ortak vasıflardan herhangi biri ya da bir kısmına da­yanarak tanımlayabileceği ve bu şekilde bu gruba üyeliğin bir şekilde kimliği belirlenmiş olacağı talimin edilir. Ancak bu tip bir tanımla­ma böylesi bir kavramı açıklamaktan çok, onu, bugünkü şartlarda daha birçok soruya açık ha­le getirmektedir. Bu tarz bir tanımlamadan yo­la çıkarak etnik grubun bir halk, ulus, yurttaş, azınlık, kabile veya cemaatlari kapsayacağı dü­şünülür. 

Esasen etnik ihtilaf olarak gündeme ge­len olayların aslında bir sınıf ya da çıkar savaşımındaki grupların, etnik unsurları kullanarak birarada kaldıkları ve taraftarlarını genişlettik­leri düşünülebilir. Bu ihülaflarda, sonınun ya da "davanın" sosyal, ekonomik veya siyasi bo­yutlarını etniklik unsurları kullanarak gizleme­leri de bir olasılıktır. Bu durumda etnikliğin önemi, kitleleri harekete geçirmek için kullanı­lan motifler seviyesine indirgenmektedir. Ka­naatimce, etniklik bugün Türkiye'de gerek iç gerekse dış kaynaklarca kullanılan bir araç ha­line getirilmek istenmektedir. Bunun açık ör­nekleri, Türk-Kürt, Alevi-Sünni ve hatta laik-antilaik kutuplaşmaları sürecinde görülebilir. 

Şahsen, Yeni Dünya Düzeni'nin mimar­larının, PKK'yı " ikame edilebilir ve yeniden kurgulanabilir terör" mantığının bir aleti olarak nitelendirdiklerini sanıyorum. Bugün izini bel­li etmiş "boşlukta solcu ve teorik beslemesi va­roşlardan gelen 1 Mayıs tahrikçileri", "İkinci Cumhuriyetçi ve Kuvayi Milliye ruhu düşman­ları", "Putperest ya da Gardrop Atatürkçüler", "Kendi terör eylemlerini ilahi kaynaklarla akla­yan sözde-Şeriatçılar" ve " Ümitsizlik Tacirleri" gibi şizofrenik kategoriler, ülkemiz gündemine geleceğe yatırım amacıyla sokulmaktalar.

Ulusal menfaatler sloganı ile demokratik sancılar içindeki ülkelerde doğal zamanın ta­mamlanması engellenerek demokratik görü­nümlü bürokratik iktidarlar teşvik ediliyor. Bu iktidarlar altında üretim zincirinin sekteye uğra­maması için canalıct sorunların tartışılması ya ekonomik sebeblerle ya da hukuki yaptırımlar­la engelleniyor ve düşünce ortamı zedeleniyor. 

21,yy'ın eşiğinde hala 19.yy'dan kalma sorunlar ve kavramlarla uğraşmak zorunda ka­lan Türkiye'nin derdi, temiz olduğundan emin olduğumuz toplum değil, toplumu sosyal şi­zofreniye taammüden sürüklemekte olanlar­dır. Sistemin sorunu ise, ihtilaf, menfaat, istik­rar ve iktidarın nasıl birarada barınabileceğidir. 

Türk insanını zihni ve ahlaki bir çöküş dönemine itenler, toplumu birarada tutan ya­pıştırıcı unsurları sistematik olarak yok etmek­te ve sonuçta yeniden doğuş arayışına insanı­mızın takadi kalmamış gözükmektedir. Yalnız kalmaktan korkan ve toplumdan yalıtılmaya doğası gereği tahammülü olmayan insanlar, etnik ve dini ve belirli dönemlerde gördüğü­müz gibi ideolojik unsurlara tutunmaya çalış­maktadır.

Ahlaki olarak eksik unsurlara dayanan birarada yaşama çabası, paylaşım isteksizliğini getirince, karşılaşılan tablo düzenli ve tartışıl­maz söylemlerle, insanların diğer kitleleri ya tahakküm altına alma ya eritme ya da yoketme sürecine girmeleri olmuştur. 

Sonuç Yerine Kavramlara Yenilenmiş Bakış 

Esasen tamamen anakronik olan bu so­runların, bugün neden hala ve özellikle bizim gibi bir uygarlıklar beşiğinde uygun zemin bul­duğu sorusunun yanıtı, yukarıda sorgulanma­ya çalışılan tablo kadar karmaşıktır.

Burada yalnızca iç değil dış etkenler de sözkonusudur. Amaçlarını teorik çalışmalarla meşrulaştırmaya çalışan Yeni Dünya Düzenci­leri, içimizdeki "legal ya da illegal mentalite teröristlerinin"de yardımıyla Türkiye'ye kesin roller dayatmaktadır. Türkiye, kendine biçil­miş rollere yani tarım, turizm, tekstil gibi ikinci sınıf üretim alanlarında uzmanlaşmaya rıza göstermezse halen yaşamakta olduğumuzdan daha çok güçlükle karşılaşacaktır. Buna diren­menin aşısı demokratikleşmedir. 

Karasal silahlar ve tehdit, gıda ürünleri­ne talep ve ulaştırılması, insanın tek başına bir harekat unsuru olması gibi gerçekler varoldu­ğu sürece, Türkiye'nin bu jeopolitik konumu ile stratejik öneminin kaybolması düşünüle­mez. Yeniden yapılanacak bir Türkiye'nin ge­liştireceği yeni ve uzun soluklu bir kimlik ile işe başlayacak iyi bir yönetim, dirayetli liderler ve kadro, egemenliğini kontrol edebilme dü­zeyine getirilebilecek bir millet ile Türkiye'nin 21.yüzyılda başarısız olması mümkün değildir. Türkiye'de bugünkü düzen sürdükçe, 21.yüz­yılda bir devlet olarak varolma sorunu ile karşılacağımız ise neredeyse kesindir. Bırakın de­rin devlet tartışmasını, Türkiye ara devlet ol­maya sürüklenebilir. Bütün bunlar için bilinç gerekmiyor mu?

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005