Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Türkiye'de Vergi Teşvik Politikalarının Gelişimi 

Araştırma Görevlisi Yusuf Kıldiş 

Giriş 

Gelişmekte olan ülkelerde iktisadi kal­kınmayı gerçekleştirme hedefi ve bu hedef çerçevesinde uygulanan iktisat politikaları son derece önem taşımaktadır. Bilhassa özel tasar­ruf ve yatırımların toplam tasarruf ve yatırımlar içinde önemli bir pay alamaması.söz konusu ülkelerde meydana gelen ekonomik dengesiz­liklerin başlıca nedenlerinden birini oluştur­maktadır. Bu çerçevede gelişen devlet anlayı­şına paralel olarak iktisadi kalkınmayı gerçek­leştirme yönünde teşvik politikalarının yeri ve önemi açıkça ortaya çıkmaktadır. Türkiye'nin içinde bulunduğu yapısal koşullar göz önüne alındığında sermaye birikiminin yeterli bir dü­zeye çıkarılması için tasarrufların artırılması ve bu tasarruflann verimli yatınmlarda değerlen­dirilmesi gerekmektedir. Buna göre ülkemizde vergi politikalannm etkin kullanımı vergisel teşviklerin öncelikli alanlara verilmesi daha uygun olacaktır. 

Bu çalışmada Türkiye'de vergi teşvik politikalarının gelişimi, gerek Cumhuriyet ön­cesi dönem gerekse Cumhuriyet sonrası dö­nem incelenmeye ve değerlendirilmeye çalışılmıştır. 

A- Cumhuriyet Öncesi Türk Vergi Teşvik Sistemi 

Osmanlı İmparatorluğunun XIX. yüzyı­lın başına kadar devam edegelen en önemli vergileri tarımdan alınan ve vasıtasız vergiler olan aşar ve ağnam vergileridir. 1840' da %63' ü bulan vasıtasız vergiler 1911'lerde %45'e kadar düşmüş ve bu azalış Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir. 

14.12.1913 tarihinde çıkarılan "Teşvik-i Sanayi Kanun-u Muvakkati" ile toplam değeri 1000 lirayı geçen, en az 5HB motor gücü kul­lanan sanayi kuruluşlarına, makina-donatım ile hammadde ve yardımcı maddelerin dış alı­mında gümrük vergisi bağışıklığı sağlanmıştır. Ayrıca sanayi tesis­leri için beşbin metrekareye kadar arazi bağışı, emlak vergisi, öşür bedeli, ruhsatname harçla­rı, inşaat vergisi muafiyeti ile yatırım ve işletme ihtiyacı malların gümrük muafiyeti ile ithali mümkün kılınmıştır. Bu kanuna rağmen o günkü politik ve ekonomik şartlar altında cid­di yatırım yapmak mümkün olmamıştır. 

B- Cumhuriyetten Sonra Türk Vergi Teşvik Sistemi 

1923-1932 döneminde milli gelirden vergiler yoluyla çok az oranlı bir pay alınarak, özel girişimlerde sermaye birikimine ve yatırı­ma olanak sağlanmak istenmiştir. Dolayısıyla, sanayileşmenin özel kesimden beklendiği bir dönemde tutarlı bir vergi alma politikası uygu­lanmıştır (DEMÎRKAN 1979, s. 24). Bu dönem­de en önemli vergisel teşviklerden biri aşar vergisinin kaldırılmasıdır. Şöyleki; 19. yüzyılda aşarın oranı % 12.5' a yükseltilmiştir; Cumhuri­yetin ilk yıllarında da bu oranda alınmaktaydı. Aşarın başlıca toplama yolu iltizamdı. Merkezi otoriteye önceden nakit olarak ödeme yapan mültezimler, verginin alınma zamanı ve değer­lendirme tarzını işlerine geldiği gibi ayarlama olanağına sahip olduklarından sonuçta köylü öngörülen % 12.5'tan daha fazla bir oranı ver­gi olarak ödemek durumunda kalıyordu. Aşa­rın kaldırılması, mutlak artığı bir miktar çoğalt­mıştı. Ama daha da önemlisi çiftçilerin bir kıs­mını geçimlik üretimden Pazar için üretme dü­zeyine getirdi. Ürünün sekizde birlik kısmı ver­giye gitmeyip köylüye kaldığından daha önce marjinal bir konumda olan ve ancak kendi ih­tiyaçlarını karşılayan köylü tabakası pazarla dolaysız ilişkiye girdi. 

1927 yılında çıkartılan 1055 Sayılı "Teşvik-i Sanayi Kanunu"nda özel kesime o zama­nın koşullarına göre geniş ve önemli sayılabi­lecek teşvikler tanınıyordu. Bunlar içinde ver­gisel yönü olanlardan başlıcaları; sınai işletme­leri kuruluş döneminde alınması gereken ver­gi, resim ve harçlardan indirim yapılması ve bağışıklığın sağlanması. Aynı zamanda maki­ne, tesis, hammadde ve yardımcı madde alım-lannda gümrük bağışıklığıydı. 

Teşvik-i Sanayi Yasa'sının yürürlüğe gir­diği yıllarda varlığını hissettiren, devletçi iktisat  politikası görüşünün iktisadi bunalım döne­minde etkisini artırdığı görülmekte ve 2. Dün­ya   Savaşının   da   etkisiyle   bu   politikanın 1950lere kadar uzandığı bilinmektedir. Sümer-bank, Etibank, Makine Kimya Endüstrisi, Ma­den Tetkik Arama Kurumu gibi Türkiye sanayiinde ağırlığı bulunan ve bir çoğu Türk sanayiine ara ve ana malı üretmekte olan kuruluş­lar böyle bir devletçilik politikasının ürünleri olmuşlardır. Bu devletçilik politikası özel ke­sim için kuşkusuz özendirici bir ortamın yara­tılmasını engelleyici etkide bulunmuştur. Bu ortam içinde 1942 yılında yürürlüğü son bulan Teşvik-i Sanayi Kanunu'nun yerini yeni bir ya­sa almayınca, mevzuat ve uygulayıcı kuruluş­lar  dağınıklığa  terkedilmişlerdir  (GÜVEM-Lİ.1981; s. 452). Teşvik-i Sanayi Kanunu yürür- lükten kalktığı 1942 yılında siyasi iktidarın serbest-biçimde el değiştirdiği 1950 yılına kadar  yatırımları teşvik edici herhangi bir tedbir uygulanmamıştır. Aksine 1946'ya kadar uygulanan harp ekonomisi, 1947 yılına kadar şiddeti artarak devam eden devletçilik politikası yatırımlar için caydıncı etki yapmıştır. Siyasi ikti­dar 1947'den itibaren ekonomik politikasında nispi bir libarelleşme başlatmıştır (Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi,1980, s. 70). 

1950'de siyasal iktidar değişmiştir. 1950-1960 döneminde kredi olanakları artırılmış, dış yardım hazine olanakları ile birleştirilerek eko­nomiye aktarılmış, dış ticarette girişimciyi yatı­rım yapmaya özendirici bir politika izlenmesi, altyapı yapımına büyük hız verilmesi, tarımsal üretimi özendirici destekleme fiyat politikası­nın uygulanması bu ortamın doğuşuna etkide bulunmuşlardır. Bu dönemde özendirme ön­lemleri mevzuatı fazla gelişme göstermemiş ol­masına rağmen sözü edilen elverişli ortam özel kesimin sanayi yatırımları için özendirme ön­lemleri niteliğinde olmuş ve özel kesimin sınai yatırımlara yönelmesi sağlanmıştır (GÜVEMLİ, 1981, s.452). 

Özetle, vergi sisteminin 1923-1960 yılla­rı arasında özel tasarruflar ve yatınmlar üzerin­de olumsuz bir etki yaptığı söylenemez. Yük­sek gelir gruplarının vergi yükünün düşük ol­ması özel tasarruflar ve yatınm kararları üze­rinde vergilerin sebep olabileceği herhangi bir olumsuz etkiyi engellemiştir. Buna tek istisna varlık vergisi olabilir. 

C- Planlı Dönemde Uygulanan Vergi Politikalarında Yer Alan Teşvikler 

Türkiye'de özendirme ve yönlendirme önlemleri gerçek anlamıyla planlı dönemde uygulanmaya başlanmış ve sanayi ihracatını özendirme önlemlerinden de ilk kez bu dö­nemde yararlanmak olanağı bulunmuştur. Kal­kınma planlarının özel kesim için yol gösterici olması ve uygulama zorunluluğu getirmemesi, bu önlemlerin ayrı bir mevzuatla ortaya konul­masını zorunlu kılmıştır. 

Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı döne­minde 19 Şubat 1963 tarih ve 202 Sayılı Yasa ile 193 Sayılı Gelir Vergisi Kanunu'na bir bö­lüm eklenmek suretiyle, yurdumuzda ilk defa olarak yatırım indirimi uygulaması başlatılmıştır. Yatırım indirimi, kısa bir tanımlama ile gelir ve kurumlar vergisi mükelleflerine tanınmış bir vergi istisnasıdır. Kalkınma planlanna uygun ve kanunda belirtilen diğer koşullara haiz yatı-rımlann özkaynaktan karşılanan kısımlarının kanunda açıklanan bellibir yüzdesi kadar; ge­lir vergisi ve kurumlar vergisi matrahından in­dirilerek vergi dışı kalmakta böylece kaynak­lar, kalkınma planlanna uygun yatırımlara ka-nalize edilmektedir. 202 Sayılı Kanuna göre ya­tırımın özkaynaktan karşılanan kısmına uygu­lanacak yatırım indirimi nisbeti genel olarak % 30, tarımsal yatırımlarda % 40, az gelişmiş böl­gelerdeki yatırımlarda % 50'dir. Böylece ka­nunda bir taraftan kaynakların plan hedefleri­ne uygun yatırımlara yöneltilmesi, diğer taraf­tan da bu yatırımlann gelişmemiş bölgelere kaydınlması amacı güdülmüştür (EKER, 1995, s. 149). 

Türkiye'de, ürünlere ihraç gücü kazan­dırmak ve müteahhitlik hizmetlerini özendir­mek amacıyla 27.06.1963 tarihinde çıkanlan ihracatı Geliştirmek Amacıyla Vergilerle İlgili Olarak Hükümetçe Alınacak Önlemlere Dair 261 Sayılı Kanun, ihracatın teşviki ile ilgilidir. Adı geçen yasa ihraç ürünlerinin vergi, resim, harç gibi yükümlülüklerden istisna edilmesi, yurt dışı müteahhitlik hizmetlerindeki vergi yükünün azaltılması ve vergi iadesinden yarar­landırılması konusunda hükümete yetki ver­mektedir. Diğer yasa 5383 Sayılı Gümrük Ka­nunu'na bağlı olan 25.05.1964 tarih ve 474 Sa­yılı Gümrük Giriş Tarife Cetvelinin Değiştiril­mesi Hakkında Kanun'dur. Bu yasa ile Bakan­lar Kurulu'na gümrük vergileri ile ithalde alı­nan diğer vergi ve resim oranlannı değiştirme yetkisi tanınmıştır (KAR1UK, 1997, s. 432). 

14 Mayıs 1964 tarih ve 474 Sayılı Kanun ile Bakanlar Kurulu'na yatırım malı sayılan ve ithali uzun vadeli plan hedeflerine uygun gö­rülecek eşyanın ithalde alınan vergi resimleri­nin (damga vergisi hariç) en çok 5 yıllık bir devre içinde çeşitli taksitler halinde tahsiline müsaade etme ve gümrük giriş tarife cetvelin­de gösterilen vergi oranlarında gerekli değişik­lik yapma yetkisi tanınmıştır (DPT '5. Beş Yıllık Kalkınma Planı Özel İhtisas Komisyonu Ra­poru 1985, s. 18). 

İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı döne­minde ihracatçılar için ihraç ürünlerinin girdi­lerinin gümrük vergisinden muafiyet, 16.08.1969 tarih ve 6/10649 sayılı ve 07.08.1970 tarih ve 7/1117 sayılı "İhracatın Teşviki ve Ge­liştirilmesine Dair Karar" çerçevesinde uygu­lanmıştır. İhracatı teşvik amacıyla ihracatın ve döviz kazandırıcı faaliyetlerin finansmamnda kullanılmak şartıyla, bankaların kullandırdığı krediler, banka ve sigorta muameleleri vergisi, damga vergisi, hal rüsumu ve harçlardan 1968 yılından itibaren adı geçen kararla istisna edilmiştir. 

Bu dönemde teşvik tedbirlerinden yatı­rım indirimi, gümrük vergi ve resimlerinin taksitlendirilmesi ve ihracatta vergi iadesi daha yoğun uygulama alanı bulmuştur. 202 Sayılı Kanun'la uygulama imkanı getirilen yatırım in-dirimindeki % 30, 40 ve 50 oranları 933 Sayılı Kanun'la azami % 80'e çıkarılmıştır.

Türkiye'de sanayinin özendirilmesinde önemli bir aşamayı bu yasa bütünüyle 25.10.1969'a kadar geçerli olmuş ve önlemle­rin uygulanmasındaki dağınıklık giderilmiş, dış satımda vergi iadesi sistemi getirilmiş, yürütme tek elde toplanabilmiş, uygulama belgeleri kıs­men basitleştirilmiş ve en önemlisi "teşvik bel­gesi" uygulamasına geçilmiştir. Ayrıca bu plan döneminde sanayi bölgelerinin kurulmaya başlamasının da önemli bir gelişme olarak or­taya çıktığı görülmektedir (GÜVEMLİ,1981, s. 456). 

Özetle, İkinci Beş Yıllık Planda öngörü­len vergi politikası da birinci ile aynı esaslara dayanır. Amaçları devlet gelirlerini artırmak ve özel kesimde kaynakları daha verimli sahalara kaydırmaktır. Vergi sisteminin verimliliğini ar­tırmak için açıklanan tedbirler; vergi idaresinin düzeltilmesi, lüks tüketim vergileri ve istihsal vergisi kapsamının tekrar gözden geçirilmesi­dir. Vergi sisteminin piyasada meydana gelen kaynak dağılımını gelişme stratejisine uygun yönde değiştirilmesi için ileri sürülen teklifler ise gümrük ve istihsal vergilerinin gözden geçirilerek sınai ürünlerin maliyetlerine olum­suz etkide bulunan yönlerin giderilmesi, mev­cut vergilerde yatırımların ihracata dönük ve maliyet yapısı bakımından dış pazarlarda reka­bet edebilecek sanayi dallarına kaymasını sağ­layabilecek ayarlamaların yapılması, yatırımla­rın öncelik verilen bölgelere kaymasını müm­kün kılacak yeni değişik tedbirlerin alınmasıdır (GÖRGÜN, 1971, s. 202). 

Üçüncü Beş Yıllık kalkınma planında ise özellikle ileri teknoloji gerektiren ara ve ya­tırım malı sanayilerinin belirli bir gelişme süre­since rakip ithalata karşı korunması ve teşvik edilmesi esası getirilmiştir.Orta ve sürekli kre­dilerle ilgili önemli önlemlerin ilki 1973'te dış satım garantili yatırım kredilerine tanınan ver­gi, resim, harç bağışıklığıdır. 

Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planında ise 1968 yılından 1977 yılı sonuna kadar 4356 proje için teşvik belgesi verilmiştir. Bu projeler için öngörülen yatırım tutarı 471.2 Milyar TL'dır. Teşvik belgesi almış 4356 adet projeden tutarı 42.4 Milyar TL olan 603 adet projenin teş­vik belgesi iptal edilmiştir, iptal nedenleri; ya­tırım projesinin zamanla değişen koşullar ne­deniyle gerek konu, gerekse maliyet yüzün­den rantabilitesini yitirmiş olması sonucu yeri­ne yeni bir belge alınması, yatırımcının konu zaman ve maliyet açısından uygulanabilirliğini yitirmiş projeden vazgeçmesi; projenin öngö­rülen süre içinde uygulamaya başlanmaması-dır (DPT, Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Pla­nı, 1978, s. 44). 

Dördüncü plan döneminde katma de­ğer vergisine geçiş çalışmalarının ilk aşamasını gider vergileri sistemi tabanının geliştirilmesi ve vergi denetiminin etkinleştirilmesi oluştur­muştur: Yürürlükteki gider vergileri sisteminin sanayileşme hedeflerine erişmeyi güçleştiren göreli fiyat yapısını çarpıtan yanlarının gideril­mesi öncelikle gözetilmiştir.8/181 sayılı karar ile ithalde  alınacak  damga resmi oranları GATT Ülkelerinden yapılacak ithalatta % 25'ten % l'e indirilmiştir. 

8/175 sayılı kararname ile ihraç ürünle­rinin üretiminde kullanılan ithal mallarında gümrük bağışıklığının kapsamı genişletilmiş, 80/1 sayılı tebliğ ile bu önlemin uygulanması kolaylaştırılmıştır. Ayrıca 80/2 sayılı tebliğ ile tüm ihracatı özendirme önlemleri uygulama­daki dağınıklığı önlemek amacıyla bir araya getirilmiştir. Dördüncü plan dönemi içerisinde 24 Ocak 1980'de ithal ikameci sanayileşme po­litikası terkedilmiş yerine ihracata yönelik sa­nayileşme politikasına geçilmiştir. Bu bağlam­da sanayiye ihraç imkanlarını artırmaları için yoğun bir vergisel teşvik politikası uygulanmıştır. Bu dönemde uygulanan vergisel teşvik­leri şu şekilde özetleyebiliriz: 

1) Sanayi Ürünü ihracat istisnası; Sanayi ürünü ihraç eden ve yıllık ihracat tutan 250.000 $'ı veya dengi yabancı para kar­şılığı Türk Lirasını aşan imalatçı kurumların bu ihracattan sağladıkları hasılatın belli oranları istisna kabul edilmiştir. 

2) Yaş Meyve, Sebze, Kesme Çiçek, Süs Bitkileri ile Bunların Tohum ve Fideleri ile Su Ürünleri ihracat istisnası;

Yaş meyve sebze, çiçek, süs bitkileri ve su ürünleri ihracatından sağlanan hasılatın bel­li oranları kurum kazancından indirilmiştir, ih­raç edildiğinin belgelendirilmesi şartıyla üreti­ciler de ihracatçılara yaptıkları satışlar dolayı­sıyla bu istisnadan yararlanabilmişlerdir.

3) Dış Navlun Hasılatı İstisnası; 

Kambiyo mevzuatı gereğince Türki­ye'ye döviz olarak getirildiğinin belgelendiril­mesi kaydıyla dış navlun hasılatının belli oran­lan kurum kazancından indirilmiştir. 

4)  Yurt Dışı Müteahhitlik Kazançları is­tisnası ;

Yurt dışında yapılan inşaat, onarım ve montaj işleri ile teknik hizmetlerden sağlanan kazançların Türkiye'ye getirildiğinin belgelen­dirilmesi şartıyla kurumlar vergisine tabi tutul­mamaktadır. 

5) Dar Mükellef Kurumların Yurt Dışı Faaliyetlerinden Elde Ettikleri Kazançlar istisnası; 

Türkiye'ye döviz olarak getirildiğinin belgelendirilmesi kaydıyla, Türkiye'de işyeri olan veya daimi temsilci bulunduran dar mü­kellef kurumların yurt dışı faaliyetlerinden elde ettikleri kazançlar kurumlar vergisinden 1986 yılından itibaren istisna tutulmuştur. Bu istisna esas itibariyle, dar mükellef kurumlann teşviki suretiyle döviz girdilerinin artırılmasına yöne­liktir. Ayrıca bu tür kazançlar üzerinden gelir vergisi kesintisi de yapılmamaktadır. 

1980 yılını izleyerek vergi politikası kök­ten bir anlayış değişikliği geçirmiştir. Bunun bir bölümü 1984 sonrası vergi gelirlerinin GSMH'deki payının azaltılarak iç borçlanmanın bunu ikame etmesidir (KAZGAN, 1990, s. 11). Vergi gelirlerinin GSMH'deki payının azaltılma­sı vergi yükünü azaltıp teşvik edici bir görev üstlendiği şeklinde değerlendirilebilir. Keza bu dönemde vergi kanunlarında bilhassa ihracatı geliştirmek amacıyla bir çok istisna ve muafiyet ihracatı teşvik edici etkilere sahip olmuştur. Bu açıdan iktisadi kalkınmaya etkisi olumludur. Ancak vergi gelirlerinin azalan payım devlet borçlanma ile karşıladığından dolayı ve tahvil­leri alanlar gelir seviyesi yüksek kesimler olma­sı sebebiyle gelir dağılımı da olumsuz yönde etkilenmiştir. Yani bu dönemde uygulanan teş­vik politikaları ile ihracatı artırmak gayesi ile mevcut gelir dağılımı daha da bozulmuş, kal­kınmanın maliyeti bir nevi düşük gelirli kesime yüklenmiştir. 

Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planında ise yine ihracata verilen teşvikler ön planda olmuş­tur. Bu bağlamda 85/9353 sayılı kararla ihracat­ta vergi.resim ve harç istisnası belli bir sistema­tiğe kavuşturulmuştur. Daha sonra bu istisnaya bazı eklemeler ve değişiklikler yapılmıştır, ih­racatı ve döviz kazandırıcı diğer faaliyetlerin fi­nansmanında kullanılmak kaydıyla merkez bankası ve bankaların kullandıracağı krediler (prefınansman ve döviz kredileri dahil) bu faa­liyetlerle ilgili olarak bankaların (merkez ban­kası dahil) sigorta şirketlerinin ve diğer kuruluşlann yaptıkları tüm hizmet ve işlemler dolayısıyla aldıkları paralar ihracatı teşvik belgesine göre yapılacak ithalat, ihracat karşılığı ödene­cek vergi iadeleri ile ihracatla ilgili bütün işlemler de; banka ve sigorta muameleleri vergisi, damga resmi, hal rüsumu ve harçlardan istisna edilmiştir. 

1985 yılında önemli teşvik araçlarından bin olarak kabul edilen kaynak kullanımını destekleme primi (KKDP) yürürlüğe konmuş­tur. KKDP uygulamasına 1991 yılında son ve­rilmiş yerine ilk başta kaynak kullanımını des­tekleme fonu kaynaklı kredi daha sonra ise fon kaynaklı kredi uygulaması ihdas edilmiştir. Ya­tırımlara ait yerli makine ve teçhizata uygula­nan teşvik primi 1989 yılında yürürlükten kalk­tığı halde 1992 yılında tekrar uygulamaya ko­nulmuştur. 

Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planında yer alan teşviklerden vergisel yönü olardan da şu şekilde özetleyebiliriz; 

1) Gümrük Muafiyeti;

Rekabet gücünü artıracak, yeni teknolo­ji getirecek, plan ve programlara uygun yatı­rımlarda ithal edilmesi gereken makine ve teç­hizatın gümrükten muaf olarak ithali imkanı sağlandı. 

2) Vergi, Resim ve Harç istisnası;

Devlet belirli miktarlarda ihracat yapıl­masının garanti edildiği yatırımlarda kullanıl­ması öngörülen krediler için yatırımcılara ver­gi resim ve harç istisnası tanımıştır. Bunun dı­şında diğer istisnalar ise; 

3) Bina inşaat Harcı istisnası,

4)  İthalatta Katma Değer Vergisi Ertele­mesi,

5) Yatırım İndirimi,

6) Finansman Fonu,

7) Emlak Vergisi Muafiyeti,

8)  Hızlandırılmış Amortisman ve Yeni­den Değerleme,

9) Hisse Senedi Emisyon Primleri İstisnası,

10) Devralman Kurumlann Geçmiş Yıl Zararları île ilgili İstisnası olarak sayılabilir. 

1980 yılı sonrasında alınan teşvik ted­birleri üretken yatırımları istenilen ölçüde uyarmaktan uzak kalmış/ yatırımlar hedefle­nen çizgiye ulaşamamıştır. Bunun en önemli nedeni ise yatırımlara ayrılan fonlann ulaştır­ma, enerji ve inşaat gibi hizmet alanlanna ağır­lık verilmesi sonucu yeterli düzeye ulaşama­ması ve devletin yoğun iç borçlanmaya gitme­si sonucunda (yükselen faizlere bağlı olarak) özel tasarrufların yatınmlar yerine daha kolay ve risksiz alanlara kayrriasıdır (YETİM, 1996, s. 39). 

Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planında da bir önceki plan döneminde uygulanan teşvik­ler devam etmiştir. Yalnız altıncı beş yıllık kal­kınma planında değinilmesi gereken yatınm indirimi ile ilgili önemli bir husus vardır. Bu plan döneminde yatırım indiriminden sadece kurumlar vergisi mükellefleri faydalandmlmış, gelir vergisi mükelleflerine yatırım indirimin­den faydalanma imkanı verilmemiştir. Vergi adaletine aykırı bu durum küçük ve orta ölçek­li gelir vergisi mükelleflerini büyük sermaye şirketleri karşısında güçsüz bırakmıştır. 

1994 ekonomik krizinin ardından 13 Ocak 1995 tarihinde yatırımlarda devlet yar­dımları hakkındaki karar yayınlanarak yürürlü­ğe girmiştir. Sözkonusu Bakanlar Kurulu kara­rıyla 1995 yılından itibaren uygulanacak yatı­rım teşvik sistemi düzenlenmiştir. 

Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planında ise ekonomide etkinliğin artırılmasına yönelik yapısal değişim projeleri başlığı altında vergiy­le ilgili yapısal düzenlemeler yer almıştır (DPT 1996 yılı programı, 1995, s. 132-133). Bu plan döneminde vergi alanındaki temel strateji; AB vergi politikası ve vergi yapısını dikkate alarak tüm ekonomik faaliyetleri kapsayan, üretim faktörleri üzerindeki vergi yükünü azaltan, tü­ketim vergilerine ağırlık veren, gayrimenkul rantlarını vergileyen bir sistem oluşturmaktır. 

İçinde Bulunduğumuz Yedinci Beş Yıl­lık Kalkınma Planında Olağanüstü Hal Böl­gesinde ve Kalkınmada Öncelikli Yörelerde İs­tihdam ve Yatırımların Teşvik Edilmesi İle İlgi­li 4325 Sayılı Kanunla Vergisel Amaçlı Bazı Teşvikler Getirilmiştir;

Bu kanunda amaç olarak olağanüstü hal bölgesinde ve kalkınmada öncelikli yörelerde vergi teşvikleri uygulamak ve yatırımlara be­delsiz kamu arsa ve arazisi temin etmek sure­tiyle yaünmları ve istihdam imkanlannı artır­mak sağlanmak istenmiştir. 

a)   Bu maddenin yürürlük tarihi ile 31.12.2000 tarihi arasında; olağanüstü hal böl­gesi kapsamında sayılan illerde yeni işe başla­yan gelir ve kurumlar vergisi mükelleflerinin bu illerdeki işyerlerinde fiilen ve sürekli olarak 10 ve daha fazla işçi çalıştırmaları şartıyla mün­hasıran bu işyerlerinden elde ettikleri kazanç­ları işe başlama tarihinden itibaren yatırım dö­nemi dahil 5 vergilendirme dönemi gelir ve kurumlar vergisinden müstesnadır. Bu kazanç­lar hakkında 5422 Sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 25. maddesinin 2. fıkrası ile 193 Sa­yılı Gelir Vergisi Kanunu'nun 94. maddesinin 6 numaralı bendinin (B) altbendi hükümleri uy­gulanmaz. 

b)  (a) fıkrasında belirtilen gelir ve ku­rumlar vergisi mükelleflerinin anılan fıkradaki istisna süresinin sonundan başlamak ve 31.12.2007 tarihinde sona ermek üzere bu il­lerdeki işyerlerinde fiilen ve sürekli olarak 10 ve daha fazla işçi çalıştırmalan şartıyla münhasıran bu işyerlerinden elde ettikleri kazançlan üzerinden hesaplanan gelir ve kurumlar vergi­sinden aşağıda belirtilen oranlarda indirim ya­pılır.

indirim oranı; 10 işçi çalıştıranlarda % 40, 51 ve daha yukarı işçi çalıştıranlarda % 60'tır. 11 ile 50 arasında (50 dahil) işçi çalıştı­ranlar için uygulanacak indirim oranı % 40 ora­nına her bir işçi için 0.5 puan eklenmek sure­tiyle bulunur. 

Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce kapsama dahil illerde işyeri bulunan ge­lir ve kurumlar vergisi mükelleflerine, 31.10.1997 tarihinden önce veımiş oldukları en son 4 aylık sigorta prim bordrolarında bil­dirdikleri işçi sayısına ilave olarak yeni işe al­dıkları ve bu işyerlerinde fiilen çalıştırdıkları iş­çi sayısının 10 ve daha yukarı olması halinde 1.1.1998-31.12.2007 tarihleri arasında bu işyer­lerinden elde ettikleri kazançları üzerinden he­saplanan gelir ve kurumlar vergisine bu fıkra­da belirtilen indirim oranlan uygulanır. 

6 Mayıs 1998 tarihli resmi gazetede ya­yınlanan "Yatırımlarda Devlet Yardımları Teşvik Fonu Esasları Hakkında Kararın Uygu­lanmasına İlişkin Tebliğ "de yatırımalara sağ­lanacak destek unsurları şu şekilde sayılmıştır; 

-   Gümrük vergisi ve toplu konut fonu istisnası,

-   Yatınm indirimi,

-   İthalde katma değer vergisi erteleme­si,

-   Vergi, resim ve harç istisnası,

-   Enerji desteği,

-   Arsa tahsisi,

-   Fondan kredi tahsisidir 

Bu destek- unsurlarından yararlanabil­mek için müsteşarlıktan teşvik belgesi temin edilmesi zorunludur.

Destek unsurlarından yararlanacak yatırımlar başlığı altında da;

Kalkınmada öncelikli yöreler ve normal yörelerde gerçekleştirilecek yatırımlar ve gelişmiş yörelerde gerçekleştirilecek aşağıda belir­tilen yukarıda sayılan destek unsurlarından yararlanabilir. 

Gelişmiş yörelerde gerçekleştirilmiş ya­tırımlardan teşvik belgesine bağlanabilecek ve destek unsurlanndan yararlandırılabilecek yatırımlar şunlardır: 

Elektrik  enerjisi  üretim  yatırımları (otoprodüktör yatırımlar dahil)

- Altyapı yatırımları

- Yap-işlet ve/veya yap-işlet-devret mo­deli çerçevesinde yapılacak yatınmlar

- Ar-Ge, tasarım, yeni ürün ve model ge­liştirmeye yönelik yatırımlar,

- Çevre korumaya yönelik yatırımlar,

- Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu'nca belirlenen öncelikli teknoloji yaUnmlan,

- Elektronik sanayi yatınmlan,

- Gemi ve yat inşa yatınmlan,

-  Tersane yatırımları (gemi yapımı ve onanmı sağlayan tesisler),

- Teknopark, bilişim teknolojisi, eğitim, sağlık, turizm ve haberleşmeye yönelik yatı­rımlar dahil olmak üzere müsteşarlıkça belirle­necek diğer hizmet yatırımları,

- Mevcut yatırımın kalkınmada öncelikli yörelere veya yurt dışına nakli halinde aynı mahalde aynı veya farklı konuda gerçekleştiril­mesi müsteşarlıkça uygun görülecek yatırım­lar,

- Tevsi modernizasyon, yenileme, kalite düzeltme, darboğaz giderme, entegrasyon ve tamamlama yatınmlan,

-  Yüksek teknoloji gerektiren, katma değeri yüksek, vergi gelirleri ve istihdam artırı­cı özelliklerinden bir veya birden fazlasını içe­ren ve sabit yatırım tutarı 50 milyon $ karşılığı TL'nın üzerindeki komple yeni yatırımlardan müsteşarlıkça uygun görülecek yatırımlar des­tek unsurlarından yararlanabilir. 

Sonuç ve Değerlendirme 

Cumhuriyet öncesi dönemden, zamanı­mıza kadar uygulanan vergisel teşvik sistemi incelendiğinde analizi iki kısma ayırmak gere­kir. 1980 öncesi ve 1980 sonrası. 1980 öncesi uygulanan teşvik politikalan ülke ekonomisi­ne faydalı olmuştur yorumu yapılamaz. Keza bir ülkenin kalkınmışlık düzeyinin ölçülmesi tam anlamıyla olmasa da, fert başına düşen ge­lirle ölçülür. Bir ülkenin fert başına düşen geli­rini artırabilmesi ise otarşik ekonomiden dışa açık ekonomiye geçmesi ile mümkündür. Bu ise ithal ikamesi stratejisi ile gerçekleşemez, bu strateji uzmanlaşmaya imkan vermediği için kaynaklannda verimsiz yerlerde kullanılması sorununu ortaya çıkarır. 

Klasik iktisatçılardan David Ricardo'nun da ortaya koyduğu mukayeseli üstünlükler te­orisi ve Heckser-Ohlin teorilerinde de belirtil­diği gibi her ülke uzmanlık alanını belirleyip o doğrultuda mal üretmelidir. Eğer uzmanlaşma­ya gidilmezse ithalatı ikame yolu seçilirse bel-ki bir miktar döviz tasarruf edilir. Fakat döviz artışı bundan çok daha düşük bir oranda artar. Aynı zamanda yurt içindeki sektörler birbiriyle rekabete girme gereği duymadıklan için ve­rimliliğin daha da düşeceği söylenebilir. 

Vergisel teşvikler; istisna ve muafiyet şeklinde gerçekleşir ve bunlara genel olarak vergi harcaması adı verilir. Bir ülkenin istisna ve muafiyetlere ağırlık vermesi ancak bu ülke­nin gelir seviyesi yüksekse başka bir deyişle bütçe açığı yaşanmıyorsa başarıya ulaşabilir. Çünkü devlet bütçesi açık verirken istisna ve muafiyetlere geniş yer verilirse ortaya çıkan açığı borçlanmak veya para basmak yoluyla karşılamak zorunda kalacaktır. Borçlandığı za­man iki tür sakınca doğar. Birincisi, piyasada para miktarı azalır bu da faiz oranını artırır.  Başka-bir deyişle tahvil satışı tahvilin değerini  düşürür, faiz oranları artar bu da Crowding-out  etkisiyle özel yatırımları azaltır, ikinci olumsuzlukta, borçlanmanın gelir dağılımında adaletsizliğe sebep olmasıdır. 

Teşvikler hakkında bazı istatistiki gös­tergeler olsa da bunlann ekonomiye katkısı kesin olarak hesaplanamaz. Bunun sebebi "ya­tırımların olgunlaşma süresi" kavramıyla açık­lanabilir. Bilindiği gibi yatırımlar belli bir dö­nem sonra ürün vermeye başlarlar. Verilen teş­viklerin ne kadarının yatırımlara ulaştığı ve bu yatırımların ne kadarının sonuçlandığı, bu teş­vikler verilmeseydi yapılmayacak yatırımların tesbiti oldukça zordur. 

Bu bağlamda tutarlı bir teşvik politikası­na ihtiyacımız vardır. Teşvik politikası açık ve sade olmalıdır. Bazı kesimleri kollayan bir teş­vik politikası yerine uzun vadeli toplumun bü­tün kesimini refaha ulaştıracak bir politika iz­lenmelidir.. İktisadi kalkınmayı 1980'lerden sonra uygulanan düşük ücret-az tüketim-çok ihracat politikasına bağlamak tutarlı bir politi­ka değildir. Çünkü talebin az olduğu bir eko­nomide üretim seviyesi artırılamaz. Gerçi yurt içi tüketim yerine yurt dışı tüketim ikame edil­mek istense de ürünlerin olgunlaşması ilk e-tapta yurt içi taleple gerçekleşir. Yurt içi talep artmadan yurt dışından mala olan talebin art­ması pek mümkün görülmemektedir. Aynı za­manda toplumun bir kesimi fakirleşip bir kesi­mi zenginleşiyorsa bunu iktisadi kalkınma say­mak doğru olmaz. Çünkü iktisadi kalkınmışlık salt milli gelirin artışıyla değil bunun adil dağıtılmasıyla sağlanabilir.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005