Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Ulusal Ekonomilerin İç Yapısı ve Gümrük Politikası 

Daha önce gördüğümüz gibi, dünyâ ekonomisi, oldukça farklı bir yapıda ortaya çıkan ekonomik ilişkilerin karmaşık ağını ifade eder. Bunun temeli, dünya ölçeğindeki üretim ilişkileridir. "Ulu­sal" ekonomileri, yani her bir devletin sınırları içinde yer alan eko­nomik bağlan dünya ekonomisi çerçevesinde analiz ettiğimizde çok sayıda tekil ekonomileri biraraya getiren ekonomik bağların giderek çoğaldığını ve sıklaştığını görürüz. Bunda gizemli bir şey yoktur; buradan hareketle, ulusal ekonomik varlığın özel formla­rından yaratıldığı düşünülen "devlet ilkesinin" sözüm ona yaratıcı rolü gerçeğini çıkarmamalıyız. Ayrıca, toplum ve devlet arasında önceden belirlenmiş bir uyum da yoktur. Konunun çok daha basit bir açıklaması vardır. Gerçek olan, belli politik bir varlık olarak modern devletlerin temellerinin, tam da ekonomik ihtiyaç ve sorumluluklarca belirlenmesinde yattığıdır. Devlet ekonomik temel­ler üzerinde gelişmişti. Bu durum, sadece ekonomik bağların bir göstergesiydi ve devletin bağları sadece ekonomik bağların bir ifa­desi olarak ortaya çıktı. Bütün canlılar gibi, "ulusal ekonomi de" sürekli bir iç yenilenme süreci içindeydi ve içindedir. Üretim güç­lerinin gelişmesiyle paralel olan moleküler hareketler, tekil "ulusal" ekonomik yapıların durumlarını birbirleriyle olan ilişkileri içinde sürekli olarak değiştiriyordu, yani gelişen dünya ekonomisi­nin tekil kısımlarının karşılıklı ilişkilerini etkiledi. Günümüzde çok önemli ilişkiler ortaya çıkmaktadır. Kapitalizmin filizlenme-siyle birlikte başlayan eski ve muhafazakâr ekonomik yapılar baş­tan aşağı yıkılmıştır. Bununla beraber, aynı zamanda, "ulusal eko­nomiler" içindeki zayıf rekabetin "organik" olarak saf dışı bırakıl­masının (el zanaatlarının çöküşü, ara formların ortadan kalkması, büyük ölçekli üretimin gelişmesi, vs.) dünya pazarında güçlü ra­kipler arasındaki "kritik" bir biçimde keskinleşen mücadele süreci almıştır. Bu olgunun nedenleri öncelikle, karşılıklı ilişkiler içinde bir devrime neden olan "ulusal kapitalizmin" yapısında yer alan iç değişimlerde aranmalıdır. 

Bu değişimler öncelikle kapitalist tekelci örgütlerin formasyo­nu ve hızla yayılmasıyla ortaya çıkar: Karteller, konsorsiyumlar, tröstler, banka konsorsiyumları. Yukarıda bu sürecin uluslararası alanda ne kadar güçlü olduğunu gördük. Bu durum, "ulusal ekono­milerin" çerçevesi içinde ölçülemeyecek kadar güçlüdür. Daha sonra göreceğimiz gibi, sanayinin "ulusal" olarak kartelleşmesi sermayenin ulusal karşılıklı bağımlılığının en güçlü unsurlarından biridir. 

Kapitalist tekellerin oluşum süreci, mantıki ve tarihî olarak, sermayenin yoğunlaşma ve merkezileşme sürecinin bir devamıdır. 

Feodal tekelin yıkıntıları üzerine kurulan zanaatkarlar arası serbest rekabet, kapitalist sınıfın üretim araçları üzerinde tekelleşmesini sağlaması gibi, kapitalist sınıf içindeki serbest rekabet, sınırlama­lar ve tüm "ulusal" pazarı tekelleştiren dev işletmelerin oluşumuy­la kısıtlanmıştır. Bu dev şirketler devletin gümrükler, navlun ücre­ti, primler, sübvansiyonlar veya hükümetin siparişte bulunmak yo­luyla sağladığı yardımların sonucunda ortaya çıkan "olağan dışı" veya "suni" bir olgu olarak düşünülemez. Tüm bu "nedenlerin" te­kelleşme sürecini maddî olarak hızlandırdığı doğrudur, ancak bun­lar ilk koşul olmamışlardır ve olamazlar da. Mutlaka olması gere­ken koşul, üretimin belli bir derecede yoğunlaşmasıdır. Genel ola­rak, üretken güçlerin en gelişmiş olduğu durumda, tekellerin çok güçlü olması işte bu nedenledir. Bu bağlamda anonim şirketler özel bir konuma sahiptir. Bunlar, sermayenin üretime sokulmasını olağan üstü kolaylaştırmışlar ve o zamana kadar boyutları dahi bi­linmeyen şirketleri yaratmışlardır. Böylelikle, kartelleşme hareke­tinin Birleşik Devletler ve Almanya'nın önderliğinde dünya paza­rında ilk sırayı ateşli bir şekilde alması çok kolayca anlaşılabilir.

Birleşik Devletler modern ekonomik gelişmenin klasik örneği­dir ve tekelci örgütlerin en merkezileşmiş şekli olan "tröstler"in, bu ülkedeki kökleri derindir. Aşağıdaki tablo tröstlerin devasa eko­nomik güçleri ve gelişmeleri hakkında yeterince açık fikir vermektedir-özellikle en büyük tröstler hakkında Moody'e göre, tröstlerin 1904 ve 1908 arasındaki gelişimi aşa­ğıdaki tabloda gösterilmiştir. 

1910 yılı için Poor's Manual of Corporation ve Poor's Manual of Railroads'a baktığımızda hisse senedi ve tahvillerinin değerleri toplamının 33.3 milyar dolar olduğu görülür. 

 

1904

1908

Tröstlerin Sınıflandırılması

Şirketlerin Sayısı

Hisse Senedi ve

Tahvillerin

Değeri

Şirketlerin Sayısı

Hisse Senedi ve Tahvillerin Değeri

Yedi Büyük .. Sanayi Tröstü

1.524

2.662.752.100

1.638

2.708.438.754

Daha Küçük Sanayi Tröstleri

3.426

4.055.039.433

5.038

8.243.175.000

Yeniden Örgüt­lenme Sürecin­deki Tröstler

282

528.551.000

-

-

Toplam

5.232

7.246.342.533

6.676

10.951.613.754

İmtiyazlı İşletmeler

1.336

3.735.456.071

2.599

7.789.393.600

En Büyük Demiryolu Gru­bu

1.040

9.397.363.907

745

12.931.154.010

Toplam

7.608

20.379.162.511

10.020

31.672.161.354

Bu çalışma çerçevesinde çeşitli ülkelerde faaliyette bulunan belli başlı tröstlerin listesini sıralamak zordur. Bunların başında bulunan en büyük iki tröstü belirtmekle yerinelim. Bunlar Standart Oil Company ve United States Steal Corporation olup sırasıyla Rockefeller ve Morgan finans gruplarını temsil etmektedirler.

Almanya'daki büyük sermaye hareketi de benzer bir çizgide gelişme göstermektedir. Resmi istatistiklere göre, 1905 yılından itibaren üretimin değişik kollarında 385 tane kartel vardı.6 Alman­ya'da kartel hareketinin tanınmış teorisyeni ve lideri olan Dr. Tsc-hierschky Almanya'da kartel sayısının 550 ila 600 arasında oldu­ğunu tahmin etmektedir. Bunların en büyükleri Rhine-Westphalian Coal Syndicate (RheinischWestfalisches Kohlensyn-dikat) ve Steel Syndicate (Stahlwerksverband)dir. Raffalovich'e göre, Rhine-Westphalian Coal Syndicate 1909'da Dortmund Böl­gesinde 85 milyon ton kömür üretirken, kartelin dışındakiler sade­ce 4.200.000 ton (%4,9) üretmişlerdir.8 Ocak 1913'den itibaren kartelin Ruhr bölgesinde ürettiği kömür, toplam üretimin %92,6'sına ve toplam ulusal ürerimin %54'üne eşitti. Çelik tröstü ise ülke üretimi içindeki payını %43-44'e çıkarttı. 47 şirketi bün­yesinde tutan şeker rafine tröstü toplam üretim içinde büyük bir paya sahipti (ülkede üretilen şekerin %70'ini ve ihraç edilen şeke­rin %80'ini elinde tutuyordu). (Siemens-Schuckert ve A-E-G'nin elinde bulunan Interessengemeinscha.fi) elektrik tröstü üretilen enerjinin %40'ını kontrol etmekteydi.

Diğer ülkelerdeki tekeller bu kadar büyük değildir. Ancak, Bir­leşik Devletler veya Almanya'yla karşılaştırma yapılmazsa, mut­lak sayılar olarak ele alındığında, kartelleşme süreci başka ülkeler­de de dikkat çekici gelişme göstermektedir. 

Fransa'da metalürji, şeker, cam, kağıt, petrol, kimya, tekstil, kömür vs. sanayilerinde dikkate değer sayıda kartel mevcuttur. Bunların arasında en önemlileri dökme demir üretiminin neredeyse tamamını gerçekleştiren Le Comptoir de Longway; pazarın hemen hemen tamamını elinde tutan şeker karteli; hemen hemen mutlak tekel durumunda bulunan Societe' Generale des glaces de St. Go-bain vs. dir. Tarım şirketleriyle10 sıkı ilişkileri olan bir takım tarım kartellerinden de söz etmek yerinde olacaktır. Bunun yanında Fransız deniz ticaretinin %41,25'ini elinde tutan üç buharlı gemi şirketi (Campagnie Generale Transatlantique, Campagnie des Messageries Maritimes ve Campagniedes Chargeurs Reunis) ulaş­tırma sektöründeki en büyük birleşmelerdir.'' 

Sanayideki büyük yoğunlaşmaya rağmen İngiltere'de tekelleş­me hareketi uzunca bir süre çeşitli nedenlerle zayıf kalmıştır. Sa­nayinin tröstleşmesi ("kaynaşma", "birleşme" ve "yatırım tröstle­ri") son birkaç yılda büyük aşamalar kaydetmiştir. Eski özellikler sona ermeye başlamış ve hem İngiliz işçi hareketi ve hem de gele­neksel İngiliz serbest ticaret politikası geçmişte kalmıştır (birazdan göreceğimiz gibi, serbest ticaret olarak da adlandırılan serbest re­kabet dış ekonomik politika sonucu arka plana itilmiştir). Bugün İngiltere'yi tamamen farklı bir ekonomik yapının temsilcisi olarak görmek cehaletten başka bir şey değildir. Burada örnek olarak ve­rebileceğimiz birkaç tröst vardır: Association of Portland Cement Manufacturers, ulusal üretimin %89'unu üretmektedir. Çelik ve al­kol tröstleri vardır. Duvar kağıdı tröstleri, duvar kağıdı ve diğer dekoratif mamullerin %98'ini üretmektedir. Bundan başka kablo tröstleri (The Cablemakrers Association ulusal ürünün %90'ını üretmektedir); tuz tröstü (Salt Union, ulusal ürünün %90'ını üret­mektedir); Fine Cotton Spinners' and Doublers Trust (İngiltere'de­ki üretimin tamamını elinde tutmaktadır); boya ve temizleme mad­deleri tröstü (Bleachers Association ve Dyers Association üretimin %90'ını ellerinde tutmaktadır), Imperial Tabacco Company (ulusal üretimin yaklaşık olarak yarısını üretmektedir) vs. vardır.

Avusturya'da büyük karteller arasında şunlar vardır: Bohemya demir karteli (Avusturya'daki üretimin %90'ını elinde tutmakta­dır); 400 milyon kron tutarında tuğla üreten tuğla karteli (kartel dı­şındakilerin ürettiklerinin değeri 40 milyon krondur); demir karte­li; petrol karteli (Galiçya'da ulusal üretimin %40'ını ellerinde tut­maktadırlar); şeker, cam, kağıt, tekstil ve diğer karteller. 

Rusya gibi geri kalmış ve sermayenin kıt olduğu bir ülkede bi­le, Goldstein'e göre kartel ve tröstlerin sayısı 100'ü aşmaktadır. Bunun ötesinde, daha az gelişmiş sayılabilecek nitelikte yerel an-laşmalar vardır. Şimdi bunların belli başlı olanlarını belirtelim. Kömür sanayiinde Produgol Trust (Don sahasında çıkarılan kömü­rün %60'ı bu tröste aittir); demir sanayinde 19 kartel vardır. Bun­ların en önemlileri Proda-Meta (demir gereçler tröstü, ulusal ürü­nün %88-93'ünü kontrol etmektedir); Krovlia (sac tröstü, ulusal üretimin %60'ını gerçekleştirmektedir) ve Prodvagon (vagon trös­tü, vagon üreten 16 yerden 14'ünü elinde tutmaktadır). Petrol sanayiinde üretilen ürünün neredeyse tamamı birbiriyle kenetlenmiş 4 şirkette yoğunlaşmıştır. Bunlardan başka, bakır karteli (%90), şe­ker karteli (%100), tekstil üreticileri anlaşması, tütün tröstü (%57-58), kibrit karteli vs. belirtilmesi gereken önemli kartellerdir.

Belçika'da karteller büyük gelişme göstermişlerdir. Ancak Ja­ponya gibi konuyla yeni tanışan ülkeler bile kapitalist tekeller kur­ma yolunda adım atmışlardır. Kapitalizmin eski üretim şekilleri böylece radikal bir değişikliğe maruz kalmıştır. F. Laur'un verdiği rakamlara göre, dünyanın tüm ülkelerindeki sanayi işletmelerine yatırılan 500 milyar frankın 225 milyarı yani hemen hemen yarısı karteller ve tröstlerce üretime yatırılmaktadır. (Bu sermaye aşağı­daki ülkeler arasında şu şekilde dağıtılmıştır. Birleşik Devletler, 100 milyar frank; Almanya, 50 milyar frank; Fransa, 30 milyar frank; Avusturya-Macaristan, 25 milyar frank, vs.- tüm bu rakam­lar, gerçek rakamların altında kalmaktadır). Bu durum her ülke­deki, uluslararası karşılıklı ilişkide radikal değişiklikleri gerekli kı­lan eski güç ilişkilerinin tam bir dönüşümünü göstermektedir.

Bununla beraber, süreç tekil üretim kollarıyla sınırlı değildir. Üretimin çeşitli kollarıyla birlikte kesilmeden sürüp giden tek bir süreç söz konusudur, yani süreç bunları tek bir örgüte dönüştürür. Bu süreç kendini, öncelikle, birleşmiş şirketler yani hammadde ve mamul mal üretimiyle, mamul mal ve yarı mamul mal üretimini bir araya getiren işletmelerin ortaya çıkması biçiminde gösterir. Bu süreç üretimin en farklı kollarını kendi içinde toplayabilen ve top­layan bir süreçtir. Çünkü günümüzde, geçerli olan işbölümü çerçe­vesinde bu iş kolları az ya da çok direkt ya da daha düşük düzeyde birbirlerine bağlıdırlar. Örneğin, bir tröst ürettiği ana ürünün yanı sıra yan ürün de ürettiğinde, yan ürünü üreten üretim dalında tekel­leşme eğilimine girdiği görülür. Bu da, yan ürünün ikamesi olarak kullanılan malların üretiminde daha sonra yan ürünün ikamesi ola­rak kullanılan malların hammaddelerinin üretiminde tekelleşme eğilimini ortaya çıkarır, vb. süreç devam eder gider. Böylece ilk bakışta şaşırtıcı gibi görünen, demir ve çimento, petrol ve glikoz gibi ürünü üreten şirketlerin biraraya gelmesi söz konusudur. Tek bir üretim dalındaki yatay merkezileşmenin aksine üretimin dikey yoğunlaşması ve merkezileşmesi, önceden birkaç işletme arasında dağılan emeği tek bir işletmede bir araya getirerek bir yandan sos­yal işbölümünün azalmasını, diğer yandan da yeni üretim birimin­de işbölümünün ortaya çıkmasını ifade eder. Sosyal açıdan ele aldığımızda tüm süreç, "ulusal" ekonomiyi, üretimin tüm dalları arasında örgütsel bağların bulunduğu birleşmiş tek bir işletmeye döndürme eğilimindedir. Aynı süreç büyük bir hızla başka yoldan işlevini sürdürmeye devam eder: banka sermayesi sanayiye nüfuz eder ve sermaye finans kapital niteliğini alır. 

Önceki kısımlarda sanayi işletmelerine katılma ve bunların fi­nanse edilmesine ne kadar büyük bir önem verildiğini gördük. Bu işletmelerin finanse edilmesi ise, modern bankaların fonksiyonla­rından bir tanesidir.

Sanayi sermayesinin büyük bir kısmı bunu işleten sanayici­ye ait değildir. Sanayicinin sermayeyi işletme hakkı ancak sermayenin sahibi olarak görünen bankalar yoluyla elde edilir. Diğer taraftan, bankalar sermayelerinin giderek ar­tan kısmını sanayiye yatırmak zorunda bırakılır. Bu yolla banka giderek sanayi kapitalisti haline gelir. Banka serma­yesini, yani gerçekte sanayi sermayesine dönüşen parasal sermayeyi finans kapital olarak adlandıracağım. 

Çeşitli kredi şekilleriyle, hisse senetleri ve tahvillere sahip ol­mayla ve direkt olarak şirketleri geliştirme yolunu izleyen sanayii örgütleyen bir rolle ortaya çıkar. Tüm ülkenin toplam üretiminin örgütlenişi bir yandan sanayinin diğer yandan bankaların yoğun­laşması bakımından çok güçlü ve büyüktür. Bankaların yoğunlaş­ması son yıllarda olağanüstü boyutlardadır. İşte size birkaç örnek, Almanya'da 6 banka, banka tekelini elinde bulundurmaktadır. De­utsche Bank, Diskontogeselischaft, Darmstadter Bank, Dresdner Bank, Berliner Handelsgesellschaft ve Schaffhausenscher Bankve-rein. 1910 yılında bu bankaların sermayesi 1.112,6 milyon mark­tı.17 Bu bankaların gücünün artması, Almanya'daki kuruluşlarının sayısının artmasındandır (banka ve şubeleri, mevduat bankaları ve kambiyo servisleri ve aynı zamanda Almanya'da hisse senedi çı­karan bankalara katılımları da dahildir). Bu gelişme 1895'de 42,1896'da48, 1900'de 80, 1902'de 127, 1905'de 194 ve 1911'de 450'dir.18 16 yıl içinde bu kuruluşların sayısı 11 kat artmıştır. 

Birleşik Devletlerde bu öneme sahip iki banka vardır: The Na­tional City Bank (Rockfeller firmasınındır) ve The National Bank of Commerce (Morgan firmasınındır). Bu iki banka sayısız sanayi işletmesini ve bankayı idare etmektedir. "Rockfeller" ve "Morgan" gruplarının bankacılık işlemlerinin hacmine şu gerçeğe bakarak hüküm vermek mümkündür. 1908 de Rockfeller grubu, ulusal, devlet ve diğer bankalar arasında müşteri olarak, ihtiyatlarını elin­de tuttuğu 3.350 ve Morgan grubu da 2.757 bankaya sahipti. Bu bankaların yardımı olmaksızın yeni bir tröst kurulamıyordu. Bun­lar "tekel oluşturma tekelleri" haline geldi. 

Çeşitli üretim dalları ve bankalar arasındaki bu özgün ekono­mik bağa, üretim dallan ve bankalardaki üst düzey yönetimin özel bir şekli tekabül etmektedir. İşin doğrusu sanayi temsilcileri ban­kaları yönetmektedir ya da tersi. Jeidels, 1903 yılında yukarıda be­lirtilen 6 Alman bankasının, sanayi şirketlerinin yönetim kurullarında 751 sandalyeye sahip olduğunu belirtmektedir. Aksine, sa­nayinin (Aralık 1910'da) bankaların yönetim kurullarında 51 tem­silcisi vardı. 

Amerika söz konusu olduğunda, şu gerçek hayli karakteristik­tir. Bankacılığın ıslahı üzerine yapılan tartışmalar sırasında sena-to'ya sunulan listeden anlaşılacağı gibi, 1908 yılında (La Follette komisyonu) 89 kişi çeşitli sanayi, ulaşım ve diğer şirketlerde 2.000 sandalyeye sahiptir. Bunların hepsini direkt ya da endirekt olarak olarak Morgan ve Rockfeller kontrol etmektedir. 

"Ulusal ekonominin" genel sistemine giren devlet ve belediye işletmelerinin oynadığı rolün önemini belirtmek gerekir. Devlet iş­letmeleri arasında öncelikle madenciliği görüyoruz, (örneğin Al­manya'da 1909 yılında 149 milyon ton kömür üreten 309 madenden 27'si devlete aittir ve ürettiği kömür 20,5 milyon tondur ve de­ğeri 235 milyon marktır. Tuz yatakları ve diğer madenler bu kate­goriye dahildir. 1910 yılında Almanya'da devlet işletmelerinin gayrisafi geliri 349 milyon mark ve net geliri 25 milyon marktır). 

Madencilikten sonra devlet demiryolları gelmektedir (sadece İngil­tere'de ve savaştan önce, demiryolları özel sektörün elindeydi). Daha sonra ise postane, telgraf, orman vs. işletmeleri sıralanmak­tadır. Ekonomik önemi bakımından belediye işletmeleri arasında tüm şubeleriyle birlikte yer alanların başlıcaları şunlardır: su iş­letmesi, gaz işletmesi ve elektrik üretim merkezleri. Güçlü devlet bankaları da bu sistemin bir bölümünü oluşturmaktadır. Bu "ka­mu" işletmeleriyle pür olarak özel karaktere sahip işletmeler ara­sındaki ilişki çeşitli şekillerdedir. Genelde, ekonomik bağlantılar sayısızdır ve çeşitlenmiştir ancak kredi önemli rol oynar. Çok ya­kın ilişkiler, belli bir işletmenin hem "kamu" hem de özel eleman­larından oluştuğu güya karma sistem (gemischte Unternehmungeri) denilen sisteme dayanarak ortaya çıkar (çoğunlukla tekelci yapıda­ki büyük ölçekli firmaların katılımı) bu olguya kamu ekonomisi alanında sıkça rastlanır. German Empire Bank (Reichbank) örneği ilgi çekicidir. Almanya'nın ekonomik yaşamında önemli bir yere sahip olan bu banka, "özel ekonomiyle" öylesine yakın bir ilişki içindedir ki anonim şirket mi devlet kurumu mu, özel hukuk kural­larına göre mi yoksa kamu hukuku kurallarına göre mi işlediği tar­tışma konusudur.

Karteller, bankalar, devlet işletmeleri gibi sistemin organize ol­muş tüm kısımları birlikte büyümektedir. Süreç, kapitalist yoğun­laşmanın gelişmesiyle daha hızlanır. Kartellerin ve birleşmelerin oluşumu, finans bankaları arasında menfaat birliği yaratır. Diğer taraftan, bankalar finanse ettikleri işletmeler arasındaki rekabeti kontrol etmektedir: Benzer şekilde bankalar arasındaki her taahhüt sanayi gruplarının birbirlerine bağlanmasını sağlar. Devlet işletme­leri büyük ölçekli finansal sanayi oluşumlarına daha çok bağımlı hale gelir ya da tersi. Böylece yoğunlaşma ve örgütlenme süreci­nin çeşitli alanları birbirlerini uyarır ve tetikler. Tüm ulusal ekono­miyi, fınans krallarının ve kapitalist devletin vesayeti altında tek bir büyük birleşmiş işletme şekline dönüştürmeye doğru çok güçlü bir eğilim yaratır. Bu tür bir işletme, ulusal pazarı tekelleştiren ve daha üst bir kapitalist olmayan düzeyde örgütlenmiş üretimin ön koşullarını oluşturan bir işletmedir. 

Bir dünya üretim sistemi olarak dünya kapitalizmi günümüzde şu görünümü kazanmıştır: Bir yanda, birbirine bağlı ve örgütlen­miş ekonomik yapılar ("büyük uygar güçler") diğer yandan yarı ta­rımsal veya tarımsal sistem içindeki gelişmemiş çevre örgütlenme süreci (ideologların belirttiği gibi, kapitalist beylerin hiç bir şekil­de amacı ve itici gücü değildir. Ancak maksimum kâr elde etmele­rini amaçlayan bir sonuçtur) "ulusal" sınırların dışına çıkma eğili­mindedir. Fakat bu yolda çok önemli engellerle karşılaşır. Birinci­si, "ulusal" düzeydeki rekabetin üstesinden gelmek dünya ölçeğin­deki rekabetin üstesinden gelmekten daha kolaydır (uluslararası anlaşmalar çoğunlukla şu anda mevcut olan "ulusal" tekellerin varlığıyla ortaya çıkar). İkincisi, ekonomik yapıdaki ve üretim maliyetindeki mevcut farklılıklar, anlaşmaları gelişmiş "ulusal" ülke­ler için dezavantajlı hale getirir. Üçüncüsü, devlet ve onun sınırla­rıyla bütünleşme, ilave karları garantileyen ve giderek büyüyen bir tekel yaratır. Bu son kategoride yer alan unsurlar arasında bulunan gümrük politikasını ele alalım. 

Gümrük politikasının genel karakteri tümüyle dönüşüme uğra­mıştır. Geçmişte gümrük vergilerinin amacı savunmaya yönelik­ken, şimdi tam tersi, saldırgan bir yapıya bürünmüştür. Eskiden geçerli olan gümrük vergileri, dünya pazarında rekabet edemeye­cek kadar az ülke içinde ve üretilen meta içindi. Günümüzde "ko­ruma", rekabete karşı koyabilecek üretim dalları içindir. 

Korumacılığın ateşli bir tarafları olan Friedrich List, National System of Poliücal Economy adlı eserinde, yetiştirici (sanayii) gümrük vergilerinden geçici tedbirler olarak bahsediyor.

Şöyle demektir. Burada sadece sanayii oluşturmakta araç olarak kullanılan gümrük konumunu ele alacağız... Koruma tedbirleri, ülkedeki imalat gücünü cesaretlendirme ve koru­ma aracı olarak kullanılırsa yararlıdır ve bu sadece kendi­lerini öncelikle tarım, imalat ve ticaretle uğraşan ülkeler, büyük deniz yolları ve büyük ülkelerle aynı konumda tutmak isteyen ülkeler için geçerlidir. 

Bazı burjuva meslektaşların teyitlerine rağmen günümüzde bundan eser kalmamıştır. Günümüzdeki "üst düzey korumacılık", devletin formüle ettiği ve kartellerce uygulanan ekonomi politika­sından başka bir şey değildir. Günümüzün gümrük vergileri kartel vergileridir, yani ek kâr elde etmek için kartellerin elindeki araç­lardır. Çünkü ülke içi pazarda rekabet elimine edilirse veya azaltılırsa, "üreticilerin" gümrük vergilerine eşit miktarda bir artışı ger­çekleştirerek ülke içi pazarda fiyatları arttırabilecekleri aşikârdır. Bu ek kâr, metanın dünya pazarında maliyetinin altında satılması imkânını sağlar. Bu ise, kartellere has damping dediğimiz ihracat politikasıdır. Bu olay, günümüzdeki gümrük vergilerinin aynı za­manda ihracat sanayiini de destekleyen garip bir durumu açıkla­maktadır. Engels, bir yanda kartellerin büyümesi diğer yanda özel karakteristikleri olan modern gümrük vergileri arasındaki mevcut bağları görmüştür. 

(Engels şöyle demektedir): Hızla ve inanılmaz boyutlarda gelişen üretken güçlerin kapitalizmin ruhuna uygun bir şe­kilde mübadele edilen metanın bağlı olduğu yasaların öte­sinde gelişmesi gerçeği, günümüzde kapitalistlerin kafasını kurcalamaktadır. Bu kendisini iki şekilde göstermektedir. Birincisi, eski korumacüıktan özellikle ihraç edilebilecek olan kalemlerin daha iyi korunduğu gerçeği nedeniyle farklı bir yapıya sahip korumaya yönelik gümrük vergileri biçiminde yeni ve genel bir eğilim olarak ortaya çıkmıştır. İkincisi, tüm üretim dallarında imalatçı tröstlerce ortaya konmuştur.

Günümüzde bu yöne doğru inanılmaz bir ilerleme kaydedilmiş­tir. Ağır sanayinin öncülüğünde tüm sanayi oldukça yüksek ölçü­deki korumacı gümrük sisteminin savunucusu durumuna gelmiştir. Çünkü gümrükler ne kadar yüksek olursa, ek kâr o kadar fazla, ye­ni pazarları kazanma imkânı o kadar kolay ve elde edilen kârın ge­nel hacmi de o kadar fazla olur. Yüksek fiyatların telafi edemeye­ceği kayıplara neden olan talep azalışı söz konusu olduğunda sını­ra gelinir. Bununla beraber, bu sınırlamaların içinde daha yüksek gümrük vergileri koyma eğilimi, karşı konulmaz bir gerçek olarak ortaya çıkar. 

Dünya ekonomisini bir bütün olarak incelediğimizde gözümü­zün önüne şu serilir. Kartellerin uyguladığı vergiler ve ileri ülkele­rin uyguladığı damping sistemi bir yandan koruyucu gümrük tarife­lerini yükselten geri kalmış ülkelerin direnciyle karşılaşır.27 Gümrük vergilerinin geri kalmış ülkeler tarafından yükseltilmesi, diğer taraf­tan dampingi kolaylaştıran kartellerin zorladığı gümrük vergilerinin daha da yükselmesine neden olur. Bu etkinin ve karşılıklı etkileşimin hem ileri hem de geri kalmış ülkeler arasında söz konusu oldu­ğunu belirtmeye gerek yoktur. Kartellerin gelişmesiyle durmadan gelişen ve sonu gelmez bu durum, günümüzde gelişen ve Engels'in bahsettiği "gümrük vergileri konusundaki fikir sabitliğidir." 

1870'lerden itibaren, tüm ülkelerde modern gelişmenin ortaya çıkardığı serbest ticaretten gümrük sistemine dönüşü gözlemek mümkündür. Gümrük sistemi, sanayinin "yetiştirilmesi" siste­minden kartelleri koruyan bir sisteme doğru hızlı bir şekilde dö­nüşmüş ve sonuçta günümüzün oldukça yüksek korumacılığı orta­ya çıkmıştır. 

Bu dönüşüm Almanya'da 1879 gümrük uygulamasıyla birlikte belli bir şekle bürünmüştür ve o günden itibaren Almanya'da güm­rük vergilerinin hızlı bir gelişimini görmekteyiz (örneğin, 1902 gümrük vergilerini daha sonraki gümrük vergileriyle karşılaştırı­nız). Avusturya-Macaristan'da bu dönüşüm 1878'lere kadar uzan­maktadır. Daha sonraki gümrük vergileri de artış yönünde benzer bir eğilim göstermektedir. (Özellikle, 1882, 1887, 1906 vb. güm­rük vergileri). Fransa'da korumacılığa kesin dönüş sanayi malı it­haline konan verginin %24'e yükselmesine neden olan 1881 genel gümrük vergisinden sonra ortaya çıkmıştır. Oldukça yüksek koru­macı özelliği olan 1892 gümrük vergisi (mamul mallara konan %69'luk ad valorem vergi ve tarımsal ürünlere getirilen %25'lik vergi) ve bunun 1910'daki "düzeltilmiş" şeklini vurgulamak gere­kir. İspanya'da 1877 gümrük tarifeleri sanayi mallarına yüksek vergileri getirmişti. Vergilerin genel olarak yükseldiği 1906 tarife­si dikkat çekicidir. Klasik tröstler ve modern gümrük politikasının hakim olduğu Birleşik Devletler'de korumacılığın karakteristik özelliği daha belirgindir. İthal vergilerdeki artışın 1883'te başla­ması tröstlerin gelişmesiyle bağlantılıdır ve ithal edilen malların değerinin %40'ına ulaşmıştır. 1873-74 yıllarında, genel gümrük vergileri %38, 1887'de %47,11 idi, 1890'da (Mc Kinley Bili) tarifelerde yine bir artış gelmiştir. (Yünlü maddelere %91, kalitelisyünlülere %150'lik ad valorem vergi, metal vs'ye %40-80). Yüksek koruma eğilimlerinin en çarpıcı örneği Bingley Bili (1897) ve 1909'daki Payne Tarife'sidir. Serbest ticaretin kalesi olan İngil­tere geçiş dönemindedir. Serbest ticaret yerine adil ticareti isteyen insanlar keskin ve istikrarlı bir şekilde seslerini yükseltmektedir­ler, yani korumacılık sisteminin uygulanmasını istemektedirler (ör­neğin, Chamberlain'in The Imperial Federation League ve The United Empire League faaliyetlerine bakınız). Bu eğilimlerin kıs­mi olarak gerçekleşmesi ana ülke ve kolonileri arasındaki tercihli tarifeler sistemi nedeniyledir. 1898'le birlikte Kanada İngiltere'yle birlikte tarife ayrıcalıklarını getirmiştir. 1900 ve 1906 yıllarında bu tarifeler geliştirilmiş ve "ıslah edilmiştir". Bugün itibarıyla karşı­laştırma yapılırsa, ayrıcalıkların yabancı ülkelerle olan farkının % 10-50 arasında olduğu görülür. 1903'te, Kanada örneği Güney Afrika kolonilerince (%6,25-25) taklit edilmeye başlanmıştır. 1903 ve 1907'de Yeni Zelanda ve 1907'de Avustralya Kolonileri Birliği buna katılmıştır. (%5-10). Emperyal konferanslarında (yani, İngi­liz Hükümeti ve kolonilerin temsil edildiği konferanslar) korumacılık türküsü daha belirgin hale gelmiştir. "Günümüzde sadece ikinci sınıf düşünce yapısına sahip biri serbest ticaret lehinde ve İn­giltere'yle olan ilişkilerde iyimser görüşe sahip olabilir". Bu ifadeler sınırsız burjuva kendini beğenmişliğiyle düşünen meşhur Aschili'ye aittir. Bu yolla, İngiliz hakim sınıfının duygu ve düşüncelerini dile getirmiştir. 

Savaşın her türlü eğilimleri en şiddetli bir şekilde ortaya çıkar­dığı bilinmektedir. Gümrük politikası, göz ardı edilemeyecek bir gerçek haline gelmişti. Bu arada Rusya'da uygulanan hayli yüksek tarife uygulamalarını belirtmemiz gerekmektedir. 

(Mr. Karchinsky şöyle demektedir). Yeni politikanın kökeni 1877 tarifesidir.O tarihten itibaren ülke daha yüksek tarife­lere geçmektedir. 1877'de altına dayalı vergiler artışa ne­den olmuştur. Bu bir anda fiyatları %40 artırmıştır. Bundan sonraki yıllarda çok sayıda mala uygulanan vergiler fiyat­lardaki yeni artışları ortaya çıkardı ve böylece korumacılık ilkelerini daha da güçlendirdi. 1890'da tüm tarifeler %20 arttı. Hareket 1891'in oldukça korumacı tarif esiyle doruğa çıktı. Öyle ki, bir çok metaya konan vergiler 1868'deki tari­feye kıyasla % 100-300 yükseltildi. Tarifeler 1903 yılında yayınlandı ve 16 Şubat 1906'da yürürlüğe girdi. Bu tarifeye göre, birçok vergi yeniden artırıldı. 

Yüksek gümrük duvarlarıyla "ulusal ekonomileri" koruyan ge­nel eğilimlerin varlığı konusunda en ufak bir şüphe yoktur. Bazı durumlarda tarifelerin düşürülmesi veya ticari anlaşmalarda karşı­lıklı imtiyazların sağlanması gerçeği genel kuralı bozmaz. Tüm bu gerçekler süren bir savaşta sadece bir istisna, geçici hüküm ve mü­tarekedir. Bu gerçekler genel eğilimi hiçbir surette bozamaz. Çün­kü eğilim sadece basit bir ampirik gerçek, tesadüfi bir olay ve mo­dern ilişkilerde yeri olmayan bir eğilim değildir. Aksine, modern kapitalizmin tam da yapısı bu politikanın doğmasına neden olmuş­tur. Kapitalizm ortaya çıktığı bu yapısıyla birlikte yok olacaktır. 

Gümrük vergilerinin bugün oynadığı rol, "modern kapitalizm" politikasının saldırgan karakterini ortaya çıkarmaktadır. Gerçekte bu durum, tekellerin ek kâr elde etmesini sağlayan ve pazar elde etme savaşımında ihraç primleri (damping) olarak kullanılan tari­feler nedeniyledir. Söz konusu ek kâr iki şekilde artabilir: Birinci­si, devletin sınırları içinde daha yoğun satışı ve ikincisi, devletin sınırlarının genişletilmesiyle. Birincisi söz konusu olduğunda, pa­zar kapasitesinin massetmesi şeklinde bir engel vardır. Kimse büyük burjuvazinin, işçi sınıfının payını yükselterek durumunu kur­tarmayı düşündüğünü görmemiştir. Kurnaz bir işadamı, ikinci yol olan ekonomik sınırları genişletmeyi tercih eder. Ekonomik alan ne kadar büyük olursa, diğer koşullar değişmemek koşuluyla, ek kârlar o kadar çok ve ihracat için prim ödemek ve damping yap­mak o kadar kolay olacaktır ve sonuçta yurt dışına yapılan satışlar o kadar artacak ve o kadar yüksek kâr oranı elde edilecektir.  

İhracat için hazırlanan meta hacminin yurt içinde massedilecek olanla karşılaştırıldığında çok büyük olduğunu düşünelim. Bu koşullar al­tında, dış pazarda fiyatların düşmesiyle ortaya çıkan zararları ülke içindeki tekel fiyatlarıyla telafi etmek imkansızlaşır. O zaman damping anlamını yitirir. Bu sadece, talebin eşit olduğunu varsa­yarsak, gümrük duvarları içindeki alanın büyüklüğüyle, yeni dev­letin sınırlarıyla, belirlenen iç pazarın belli kapasiteye sahip olma­sıyla mümkün hale gelir. Serbest rekabetin geçerli olduğu günler­de, yabancı pazarlara sadece meta yoluyla nüfuz etmek yeterliydi ve bu ekonomik işgal ihracatçı ülkenin kapitalistlerini tatmin et­mişti. Günümüzde ise, finans kapital, öncelikle, devletin sınırları­nın genişlemesini istemektedir, yani fetih politikasını, askeri güç baskısını, "emperyalist ilhak" politika çizgisini emretmektedir. Bununla beraber, tarihsel koşulların özel bileşiminin bir sonucu olarak eski liberal serbest ticaret sistemi belli bir düzeyde devam ettiğinde ve diğer taraftan devletin sınırları yeterince geniş oldu­ğunda, fetih politikalarıyla birlikte devlet organizmasının birleşmemiş kısımlarını bir araya getirme, kolonileri metropollerle kaynaştırma ve genel gümrük duvarlanyla çevrili tek bir büyük impa­ratorluk oluşturma eğilimleri vardır. İngiliz emperyalizminin poli­tikası budur. Bir Orta Avrupa gümrük birliğinin yaratılması konu­sunda yapılan tartışmaların arkasında yatan bir şey yoktur, fakat arzulanan şey bir tekel sistemi olarak dış pazarda daha başarılı bir rekabete imkân veren geniş ekonomik alanın yaratılmasıdır. Ger­çekte bu durum, dünya ekonomisinin en küçük noktalarına nüfuz ederek ve aynı zamanda alışılmamış bir şekilde ulusal organizma­ları tecrit eden kapitalist gruplarının tekelci konumlarını güçlendirme aracı olarak ekonomik otokrasi kuran finans kapitalizmin men­faati ve ideolojisinin ürünüdür. Böylece, ekonominin ve sermaye­nin uluslararasılaşmasıyla birlikte, sermayenin "ulusallaşması" sü­reci şeklinde sermayenin "ulusal olarak" birbirine bağlanması sü­reci devam etmektedir. 

Sermayenin "ulusallaşması" süreci, yani devlet sınırları içinde ve birbirine keskin bir şekilde karşı olan homojen ekonomik orga­nizmaların yaratılması, aynı zamanda dünya ekonomisinin üç ala­nında ortaya çıkan değişmeleri beraberinde getirir: Meta satış pa­zarı, hammadde pazarı, sermaye yatırım pazarı. Buradan hareketle, dünya sermayesinin yeniden üretim koşullarında yer alan değişik­leri analiz etmeliyiz.

Kaynak: Nikolay Buharin

Çeviren: Uğur Selçuk Akalın 

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005