Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Yüzüncü Yılın Türkiyesi

 Mithat Melen

Türkiye'de 1968 kuşağı, bizim kuşağı­mız, gerçekten politik mücadele içine girdi ama hiçbir zaman komplo teorileri üretmeden savaşü, meydanlarda mücadele etti. Sağcı veya solcu oldu, iktidarlara karşı çıktı ama komplo­lar üretmedi, çeteler kurmadı devleti bölüşme­di. İktidarlar da açıktı ve bir yerde demokrattı. Sağ sol mücadelesi de açıkça yapılıyordu. Eko­nomik doktrin olarak sağ, karma ekonomi der­ken sol da ithal ikamesine karşı çıkıyordu. Devletleştirmenin çok akıllı bir iş olduğunu, devletin en büyük olduğunu ve devletin her şeyi çözebileceğine hepimiz inanmıştık. Sağcı­sı solcusu ve hatta medyası o günler komplo teorileri ile uğraşmıyorlardı. Medya da bu gün­kü gibi gazeteciliğin dışında her iş ile uğraşan insanlardan kurulmamıştı ve sermaye ile karış­mamıştı.

Ayrıca T.C devleti de büyüktü, onların yöneticileri de. Bir ülküye inanmışlardı. Başa geçenleri o zaman ne kadar eleştirdi isek, bu gün bir çok konuda haklı olduklarını kabul ediyoruz. Düzgün adamlarmış. Hele devleti hiç soymamışlar, bu günkü politikacı ile kıyas­lamak bile istemiyorum. Ayrıca o zamanlar kimsenin aklına devlet içinde çete kurmak gel­memiş.

Gayri Safi Milli Hasılanın (GSMH) yüzde 50'sini devletin parasal büyüklük olarak üret­meğe başlaması işte bu devletçi anlayışın bir ürünüdür. Ancak onu yönetenler o devleti ko­rumuş ve büyümesine neden olmuşlardır.

Mustafa Kemal T.C'ni kurduktan sonra İzmir İktisat Kongresi ile ekonomide bir hamle yapmak istiyor. Ekonomisi sağlam olmayan bir devletin temellerinin sağlam olmayacağına inanmış. 1938 yılma kadar Türkiye'de enflas­yon yok ve bütçe açığı verilmemiş. Bir kere İs­tiklal savaşı sırasında bir bütçe açığı var. TBMM kurulduktan sonraki devreden ikinci dünya savaşı sonuna kadar Türkiye'nin döviz rezervleri kendine yetecek kadar var. Sanıldığı kadar ekonomi kapalı da değil. Ayrıca izmir İktisat Kongresi kararları ile Keynes'in Genel Teori adlı kitabı arasında ilginç benzerlikler var. 1924 yılında Kongre İzmir'de yapılmış, 1930 ABD krizinden sonra Genel Teori'yi Key-nes kaleme almış. Keynes bu gün bile tartışıl­dığına göre, o günkü T.C. ekonomisinin çağ­daş olup olmadığını sorgulamamak gerekiyor.

Ancak Atatürk'ün de gözlediği piyasa ekonomisinin yalnızca bir ekonomik sistem ol­madığı, piyasa ekonomisinin beraberinde re­kabet kurallannın işlediği, yasalara uygun kar­lılığın söz konusu olduğu, bir kültürel ve de­mokratik değerler kavramı da olduğu olgusu. Bunun için insana yatırım yapmak gereği ağır basıyor. Kapitalist olmak kolay değil. Bir kültü­rü, bir burjuva ahlakını, gerektiriyor. Mustafa Kemal de Türkiye'de özellikle o zaman Anka­ra'da olmayan bir burjuvazi yaratmağa çalış­mış. Bunun için de en uygun olanı bürokrat. Onu yetiştirmiş çağdaş yapmağa çalışmış. Or­dunun bugün çağdaş asker yetiştirme anlayışı Mustafa Kemal'e uzanır. Bürokrat o zaman iki fonksiyon birden üstlenmiş oluyor, birincisi, burjuva olacak ve kapitalist ekonominin gere­ğini finansal ahlakı koruyacak, diğer yandan da sermaye birikim sürecine yardım edecek.

Türkiye'de sermaye biriktirmenin en kolay yolu GSMH'nin yüzde 50'sini bu gün bile üreten devletle işbirliği yapmak. Devleti ya soyacaksınız ya da çeşitli nedenlerle ele geçi­rip ortak olacaksınız. Tabii ki, bürokratın et­kinliğini unutmadan bu işleri yapacaksınız

Türkiye ekonomisini incelerken bürok­ratlara dokunmak onları nedense rahatsız eder. Onlar bütün hatanın politikacılarda oldu­ğunu daima ileriye sürerler. Aslında Türki­ye'nin politikacısı devlet konusunda çok biri­kimli ve deneyimli olmadığı için bürokratlann dediklerini aynen yapar. Yahut ta bürokrasi­den politikaya geçenlör mevcut düzeni sürdü­rürler. Enflasyon yüksek çıksa, hata politikacı­nın olur. Son 12 yıla bakın Türkiye ekonomisi­ni bürokrat ve politikacı olarak aynı insanlar hep yönetmiş, o zaman enflasyonun düşmesi­ni beklemek hayal değil mi? Neden çünkü böyle bir ekonomik düzenden yararlanan sayı­ca büyük olmayan ama etkin bir çevre var. Mutlu bir azınlık:

Türkiye ekonomisinin Cumhuriyet tari­hi içerisinde geçirdiği evreleri incelemek, gü­nümüz ekonomisi hakkında bize önemli ip uç­ları verebilir. Keynesyen bir modelden savaş sıkıntıları ile kapalı bir ekonomik modele ge­çip, sonra birden bire 1950'lerde açılmanın ya­rattığı altyapı eksikliği sorunları ve döviz dar boğazlarını aşmak herhalde kolay değildi. Sık devalüasyon yaparak ülkeyi dar boğazlardan geçirme, 1980 yıllarına kadar sürdü. 1980 yılın­dan itibaren Türkiye karma ekonomik bir yapı­dan piyasa ekonomisine adımını attı. 1987 yılı­na kadar yapısal reformlannda da başarılı ol­du. Ancak politik kaygılar yüzünden yapısal reformları unutan ve piyasa ekonomisi felsefe­sinden uzaklaşan Türkiye 1990'U yıllara eko­nomide liberalizmin bir kuralsızlık olduğunu sanarak girdi. Bunda ekonomiyi yönlendiren mi hata yaptı yoksa toplum mu liberalizmi yanlış anladı onu herhalde tarih daha iyi de­ğerlendirecektir.

Ekonomik yapıda değişim, ekonominin önemli faktörleri sermaye, emek, müteşebbis ve toprağın yapısında değişim ile olabileceğini ilkokul öğrencileri bile biliyor. Türkiye'de toprağın yapısında yıllardır önemli bir değişim ol­mamıştır. Ne mülkiyet ne de teknik açıdan. Ta­rımsal politik sübvansiyonların dışında maki­neli ve entansif bir tarıma bile geçememişiz. 10 milyon çiftçi ve oy nüfusunu mutlu etmek için ülkenin 55 milyonluk insana ait kaynağını bir sınıfa tahsis etmişiz. Fakat hala hububat ithal edip aracıları zengin ediyoruz

Reel mal piyasalarında küçük ve orta iş­letmeler ayakta dururken, yanlış para politika­ları ile eksik maliye politikaları yüzünden eko­nomiyi faiz ekonomisine çevirmişiz. Banka-Hazine-Merkez Bankası üçgenine, Türkiye'yi adına liberal ekonomi diyerek teslim etmişiz. Tasarruf azlığından sermaye birikimi, gereği kadar olmadığı gibi gerçek üretim ise yüksek faiz politikaları yüzünden Türkiye'de yeteri ka­dar gerçekleşememektedir. Mali sektörün Ha­zineye dayalı sağlıksızlığı, yatırım hızını azalt­makta ve sık olarak dünyadaki krizlerin etkisi ile de piyasaları sarsmaktadır. Türkiye'nin 21. yüzyıla girerken en önemli sorunlarının başın­da mali piyasalannın alt yapısını tamamlama­ması gelmektedir.

Cumhuriyetin ilk 30 yılında kamu büt­çeleri hep denk iken son 45 yılda nedense denk değildir. Açık bütçe iç, ve dış borçlanma­yı artırmakta, devletin piyasalara alıcı olarak girmesi faiz hadlerini yükseltmektedir. Enflas­yonla beslenen fiyatlar, girdi maliyetlerinin yükselmesine neden olmaktadır. Kur ayarla­maları ile yapılan günlük devalüasyonlar bile Türkiye'nin ihracatını yeteri kadar artırmamış­tır. Parasal politikaların, kur politikalarının et­kisi ile TL'nin değerinin aşırı yüksek tutulması şimdilik döviz rezervlerinde sıkıntı yaratma­makta ancak ekonomide ufacık bir dengesizli­ğin hemen sarsıntıya yol açacağını borsadaki ani iniş çıkışlarından herkes anlamaktadır. Tür­kiye'nin büyük alimleri faiz dışı bütçe dengesi, faiz içi bütçe dengesi gibi yeni inanılmaz bir terminoloji bulmuşlardır. Bütçenin yüzde 60'ı faiz ödemelerine gittiği için dengenin ne oldu­ğunu anlamak güçtür.

Kamu açıklarını azaltmanın bir yolunun özelleştirme olduğunu söylemek yeni moda. Ülkenin kaynaklannı ekonomik olarak kullan­manın daha doğaı bir yol olduğunu ileri sür­mek ise modası geçmiş, eski ama akılcı bir ta­vırdır. Türkiye özelleştirme ile etkinlik kavra­mını karıştırdığı için kurtuluşu özelleştirmede aradı. Türkiye'de özel sektörün ne denli etkin çalıştığı dünya ile ne kadar rekabet edebildiği­nin araştırılması lazım. Önemli olan mülkiyet değil, önemli olan verimli ve etkin kaynakları­mızın değerlendirilmesi, yerel üretim ile evren­sel piyasalara açılmak. Dünyanın üretim ve ka­lite düzeyini yakalamak 

Dünya düzeyinde olmak için ilk koşul ise, insan yapısından geçiyor. Yüzde 80'i mes­leksiz bir iş gücünüz varsa, bunların yüzde 70'i ilkokul bitirmemişse, ortalama okuma yılı ül­kede 3.6 ise ve GSMH'nızdan eğitime sadece yüzde 3 pay ayırıyorsanız, ücretleriniz çok dü­şükse, sosyal barışınız yoksa, dünya ile nasıl rekabet edeceksiniz ve 21.yüzyıl bilgi çağını nasıl yakalayacaksınız?

Türkiye'de ekonomik yapı tartışılırken bir çok önemli konu es geçiliyor. 21.yüzyılın bilgi çağı olacağını ve liberal ekonomik yapı ile onun siyasi uzantısının demokrasi olduğu­nu biliyoruz da, neden ülkedeki bir çok tabu­yu tartışmıyoruz? Türkiye bütçesinin veya GSMH'nm ne kadarı savunma harcamalanna gidiyor? Daha az harcayarak daha güçlü bir or­du besleyemez miyiz? Teröre Türkiye 14 yılda 85 milyar dolar harcamış ve 30 bin canı gitmiş. Türkiye'nin bu kanayan yarayı tedavi etmesi gerekirse ameliyat etmesi gerekiyor. Önce ekonomik konsept olarak konuyu ele alması lazım. Aynı Yunanistan ve Kıbrıs gerginliğinin maliyetini düşünmemiz gerektiği gibi.

Ekonomik yapıda değişim sadece Anka­ra'da devlet bütçesinde tasarruf yapmakla ola­maz. Ekonomik yapıyı üretim ve tüketim pat-ternleri değiştirmek gerekiyor. Dünyada yerel yönetimlerin ekonomide etkinliği her geçen gün artıyor. Günlük ekonomik kararları yerel yönetimler kendi vatandaşları için alıyorlar.

Hem de vatandaşa referandumla sorarak, Tür­kiye daha yerel yönetimsel bir ekonomik ve politik yapıya kavuşmazsa, korktuğumuz bö­lünme daha çabuk olacak. Aslında ülkenin bü­tünlüğünü korumak için çağdaş önlemler al­mak yöneticinin görevleri arasında hatta başın­da geliyor.

Türkiye 1954 yılında İtalya ile, 1964 yılında G.Kore ile kişi başına milli gelirde aynı düzeyde iken, bu gün bizi İtalya 5 kere, Güney Kore 3 kere geçmiş durumda. Demek ki Türki­ye ekonomik değişimini tam anlamıyla yapa­madığı gibi son 30 yıldır ekonomi de iyi yöne-tilemedi.

Enflasyonu ve kamu açıklannı ve politi­kayı kendine oyun alanı ilan etmiş bir dar çev­re arada sırada kendine düşmanlar buluyor. Bazen solcular, bir devre sağcılar, bir ara De­mokrat Parti, Ermeniler arada Yunanlılar, son­ra Kürtler, son zamanlarda dinci kesim.

ABD Başkanı Franklin Delana Roosevelt 6 Ocak 1941 tarihinde Amerikan Kongresine yaptığı bir konuşmada insanlığın dört önemli özgürlüğünün olması gerektiğini vurguluyor-du:l-Konuşma ve görüşlerini ifade özgürlüğü, 2-îstediği tanrıya tapma özgürlüğü, 3-Ülkelerin vatandaşlanna sağlıklı ve uzun bir yaşam sağ­lamakla yükümlü olmaları anlamına gelen, is­teme özgürlüğü, 4- Ülkelerin birbirlerine sal­dırmasını önleme anlamına gelen korku öz­gürlüğü.

1977 yılında BM, bir genel kurul karan ile insan hak ve özgürlüklerinin bölünmez ve birbirinden bağımsız olduğuna karar veriyor. Haziran 1993'te Viyana insan Haklan Konfe­ransı, "İnsan haklan, evrenseldir, bölünmezdir, birbirinden bağımsızdır ve aralannda ilişkili­dir" karan alıyor.

1986 yılında BM başka bir deklarasyon yayınlıyor "Kalkınmaya hakkı olmak." Bu insanların  kalkınmadan yararlanmaya  hakları

vardır demek, onun için ülkeleri yöneten hükümetlerin görevleri arasında uygun ekonomik ve sosyal reformlar yaparak eşitsizlikleri ortadan kaldırmak var.

Türkiye'nin önündeki sorun ise bu. Kal­kınmadan yeterince payını alarak dünya içeri­sinde yer almak. Komşuları ile iyi geçinirken insanlann refah düzeyini yükseltmek din, vic­dan ve teşebbüs özgürlüğüne sahip olmak.

Türkiye'de milli gelirin yüzde 80'ini nü­fusun yüzde 20'si paylaşıyor. 13 milyon insanı­mızın günde 1 dolar gelir düzeyinin altında. Nüfusun yarısının sosyal güvencesi yok. Dev­letin iki sosyal güvenlik; kurumu ise iflas etmiş durumda.

Ekonominin yansının kayıt dışı olduğu­nu söylemek yetmiyor, kayıt içine almak gere­kiyor. Kara paraların siyasetten çekilmesi ise şart. Eğer kayıt dışı ekonomiyi başta vergi öde­meleri ile kayıt altına almazsanız, kayıt dışı po­litikacılardan, çetelerden, uyuşturucu kaçakçı-lanndan ülkeyi kurtaramazsınız.

Türkiye'de adalet ve sağlık en unutul­muş iki sektör, ikincinin GSMH'den aldıkları pay ise çok düşük. Adalet özel olamayacağına göre, yüzde 1 bile değil. Sağlık ise özel sektör ile birlikte yüzde 3 civarında GSMH'den pay alıyor. Bir ülkede ruhen ve fiziken sağlıklı in­san yetiştiremezseniz, onları çağdaş bir biçim­de eğitemezseniz, hukuk devleti olamazsınız, 21.yüzyıla geçemezsiniz. İnsanlannızın hakla-nnı koruyamazsınız, bölgenizde etkin ve bü­yük bir güç olamazsınız.

Türkiye 21. yüzyıla girerken Cumhuri­yetin 75.yılını kutluyor, 75 yılda yapılanları küçümsemiyor, ama yetmediğini söylüyoruz. Bölgenin en büyük gücünün alt ve üst yapısı ve müteşebbis iş gücü ile Avrupa'nın ve As­ya'nın duvarlannı zorlayan bir büyük ülke ol­ması gerektiğini vurguluyoruz. En azından Türkiye'nin bugün olduğundan daha önemli bir yerde bulunması lazım.

Türkiye'nin bugün en az kişi başına 10 bin dolar milli gelir düzeyinde olması gereki­yordu. Türkiye, Cumhuriyetin 100. Yıl dönü­münde kişi başına 20 bin dolar düzeyinde bir ülke olmalı. Dünya GSMH'smdan ise yüzde 1 pay almalı, şimdi yanm pay alıyor.

Genç nüfusu ile Ortadoğu ve Balkanla­rın en önemli ülkesinin potansiyelini küçüm­semeyelim, yeter ki mevcut sorunlanmıza iyi teşhis koyalım ve doğru tedaviyi uygulayalım. Türkiye içerde ve dışanda banş içinde yaşa­mak ve ekonomik sorunlanm bir an önce çöz­mek zorunda. Sık kapımızı çalan krizlerden kurtulmanın yolu dünya ekonomilerine yapı­sal uyumu hızlandırmak, bunun için ise geçici çözüm üretmeyen bir vizyon, istikrarlı ve sür­dürülebilir bir kalkınma gerekiyor.

Ülkemizin en büyük sorunu halkımızın kendini 100. yıla ve 21. yüzyıla taşıyacak de­mokratik kadroları iktidara getirme konusunda bilinçlenmesi. Halklar biraz da kendi kaderle­rini kendileri tayin ederler. Büyük Türkiye için çetelerin içinde olmayan, ceplerini düşünme­yen büyük yöneticiler gerekiyor.

İstersek öylesine çabuk buluruz ki, Tür­kiye'yi sürükleyecek büyük kadrolan.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005