OSMANLI DEVLETİNDE DIŞ BORÇLAR

Osmanlı Devleti 19’uncu asırda Avrupa devletlerinin askeri, siyasi ve ekonomik alanlarında ağır baskısı altında bulunuyordu. Osmanlı Devletinin Doğu ve Batı arasındaki köprü durumundaki coğrafi mevkii, geniş topraklar üzerinde büyük bir pazara sahip olması, hammadde kaynaklarını işletememesi, Batının Osmanlı ülkesi üzerindeki iştahlarını kabartıyordu. Tanzimat (1839) ve ıslahat (1856) Reformlarının yapıldığı zamanlarda bile Osmanlı Devleti, Batının ağır bir siyasi ve askeri baskısı altında kalmıştır. 1827' de Navarin'de İngiliz - Fransız ve Rus filoları, Osmanlı donanmasını kırmış, 1929' da Ruslar Edirne'yi alıp İstanbul'a yaklaşmış, Mehmet Ali Paşa İtalya'ya kadar ilerleyip İstanbul'u tehdit etmeye başlamıştır. Bu gelişmeler üzerine 2’nci Mahmut, Ruslardan yardım istemiş ve 1833 Hünkar iskelesi Anlaşması ile 3manlılar Rus himayesine girmiştir. Bu durumdan telaşlanan İngiltere, Mehmet Ali ve Rus tehlikelerine karşı Osmanlıları destekleyip, bu hizmetine karşılık 1838 Ticaret Anlaşması'nı imzalamıştır. 

Bu Anlaşma, Osmanlı'nın kalkınma hamlelerine başlamış olduğu bir dönemde tam anlamıyla liberal ekonomi politikası izlemesini gerektirmiştir. Zamanın Osman zamanlarından David Urquhart, eski Osmanlı rejiminin liberalizm olduğunu, bunu Avrupalılara bile örnek olması gerektiğini yazmış, İngiltere Dışişleri Bakanı) Almerstone ise Anlaşma'yı, "şaheser" olarak tanımlamıştır. Anlaşma'nın gerektirdiği liberalizm o sıralarda Batının hiçbir ülkesinde uygulanmıyordu. Gerçi daha önceleri (Batılı ülkeler kapitülasyonlardan yararlanmakta, ithal malları için %3 oranında gümrük resmi ödemekte Osmanlı ülkesi sınırları içinde vergi vermemekte idiler. Bununla beraber, serbest ticarete önemli sınırlamalar getirilmişti. iç ticaret Osmanlı tebâsı tarafından yapılıyordu. Ülke içinde "Yed-i Vahit" denilen tekel usulü geçerliydi. Buna göre üretici, malını ruhsat sahibi tekel kuruluşlarına satmak zorundaydı. Oysa 18 Anlaşması ile Osmanlı Devleti, kapitülasyonların da ötesine geçerek Batılılara s derece liberal haklar tanımıştır. Kısaca Anlaşma, Osmanlı Devletini, Batılıların bir a pazarı yapmıştır. Türkiye Anlaşma' dan hemen hemen bir asır sonra (91 yıl), H yılında gümrüklerine hakim olabilmiştir. 

1838 Anlaşması ile dışa karşı indirilen gümrük duvarlarından sonra, yeni yeni kurulmaya başlayan ve çocukluk dönemini atlatamamış olan Türk sanayii büyük çöküş içine girmiştir (*). Önce pamuk, daha sonra da ipek ve tiftik sanayii buhrana sürüklenmiştir. Zamanla deri işleme sanayii ve aile içinde yürütülen pamuklu sana, bu durumdan zarar görmüş, pamuk ipliği üretimi gerilemiş, pamuk, işlenme hammadde halinde satılmaya başlanmıştır. islam toplumları üzerinde yapmış olduğu araştırmalar ile tanınan M. Robinson bu durumu şöyle belirlemektedir. 

"Aynı yıl bütün Avrupa devlet/erine uygulanan bu Anlaşma, bir Osmanlı sanayiin' kurulması yolundaki her teşebbüsü önceden engellemiştir. 1812 ile 1841 yıllan arasında işkodra ve Timova'da ipek dokuma tezgahlarının sayısı 2000' den 200' e inmiştir. Anadolu' da her çeşit global ipek üretimi 19ncu yüzyılın ilk yansında 50 yıl öncekinin onda birine düşmüştür." 

Kısacası 1838 Anlaşması uyarınca Tanzimat döneminde izlenen serbest ticaret politikasıyla ekonomik bağımsızlık, büyük ölçüde kaybedilmiştir.  

1838 Ticaret Anlaşması ile Osmanlı Devleti'nin iç pazarı önce İngilizler ve daha sonra tüm yabancılara açıldıktan sonra, dış ticaret hacmi artmış fakat dış ticaret açıkları da büyümüştür. Dış ticaretten sağlanan vergi gelirlerinin Batılılara sağlanan ayrıcalıklar sebebiyle düşmesi, devlet bütçesinin açıkları ile birleşince Osmanlı Devleti büyük bir "mali kriz" ile karşılaşmıştır. 

Bu mali krizin üstesinden gelebilmek için Devlet, önce iç borçlanmaya gitmek istemiştir. Fakat o dönemde devlete borç verecek güçte ekonomik birikimi olan grup yoktur. Ekonomik kriz 1846 yılında, 1838 Ticaret Anlaşması'nın da etkisiyle doruk noktasına çıkmış, fakat Padişah 1nci Abdülmecit dış borçlanmaya başlangıçta karşı çıktığı için borçlanma gerçekleştirilememiştir. Bu durumda Devlet, önce Galata Bankerlerinden iç borçlanma yoluna gitmiştir. 1’inci Abdülmecit döneminde 1850 yılında Reşit Paşa'nın sadrazamlığında Fas, ispanya ve Hollanda' dan 100 bin kese akçelik borçlanma için anlaşmaya varılmış, fakat daha sonra bu anlaşmadan vazgeçilmiştir. f 1854 yılında Kırım Savaşı'nı finanse etmek amacıyla "Dent Palmer and Company" isimli firma aracılığıyla Batıdan 3 milyon İngiliz Liralık borç alınmış, devletin eline ise ancak 1.5 milyon İngiliz Lirası geçebilmiştir. 

1854 yılı, Osmanlı Devletinde dış borçlanmanın başladığı tarihtir. Osmanlı, Kırım Savaşı'na girmesine kadar "kendi yağında kavrulmuş" fakat bu tarihte savaş dolayısıyla İngiltere ve Fransa' dan 5.5 milyon Osmanlı Lirası borç almıştır. Daha sonra giderek artan dış ticaret ve bütçe açıkları, alınan borçların yatırımlarda kullanılması yerine lüks tüketim ve askeri harcamalara gitmesi, alınan borçların ana para ve ağır faiz geri ödemeleri, Osmanlı Devletini içinden çıkamayacağı bir "dış borç batağına" sürüklemiştir. 1854' de alınan ilk borçtan 20 yıl sonra devlet iflas etmiş ve 1nci Dünya Savaşına kadar geçen sürede devlet 243 milyon Osmanlı Lirası dış borç alarak 409 milyon Osmanlı Lirası tutarında dış borç yükü altına girmiştir. 1863 yılında yabancı sermaye ile kurulan "Osmanlı Bankası", devletin banknot çıkarma iç ve dış borçların ödenmesi ile borç tahvillerinin satışı gibi çok önemli yetkilerle donatılmıştır. Osmanlı Bankası' da, Galata Bankeriyle birlikte devlete borç vermeye başlamıştır. 

Osmanlı Devleti'nin 1875' de "moratoryum" ilan ederek dış borçlarını ödemeyeceğini açıklamasından sonra Hükümet, 1879 yılında devlete iç borç sağlayan Galata Bankerleri ile alacaklılar arasında Rüsumu Sitte olarak bilinen bir anlaşmaya varmıştır. Böylece, tütün, tuz, şeker, ispirto vb. temel maddelerden sağlanacak gelirler, borçların ödenmesi amacıyla kullanılmaya başlanmıştır. iç alacaklılara sağlanan bu avantaj, Osmanlı Devletine borç veren Fransa, Almanya, İngiltere, Avusturya ve İtalya'yı harekete geçirerek aşağıda açıklanacak bir yeni yönetimin doğmasına yol açmıştır. 

Bu dönemde sermayedarlar, tehdit ve rüşvetle Türk devlet adamlarını borçlanmaya da zorlamışlardı r. Diğer taraftan devletin ileri gelenleri, bu durumdan hoşlanmaya bile başlamışlar hatta bir tanesi "bu devlet istikrarsız yaşayamaz" diyecek kadar ileri gitmiştir. Bu durum, 1875 tarihine kadar devam etmiştir. Bu yılda devlet gelirleri 25 milyon Osmanlı Lirası olarak görünürken gerçek gelir ancak 17 milyon civarındadır. 

Osmanlı Devleti'nin Batıdan almış olduğu borçların zamanla aşırı derecede çoğalması ve borç ödemede karşılaşılan güçlüklerin sonucu olarak, tarihte Düyunu Umumiye-i Osmaniye diye anılan ve 7 ülkeden oluşan meşhur idare, "Muharrem Kararnamesi" ile 1881 yılında hukuken vücuda getirilmiştir (*). Böylece ödenmeyen Türk borçlarına karşılık ülkenin doğal kaynaklarının gelirlerine el uzatılmış ve bu kaynakları işletecek bir "çıkar şirketi" yaratılmıştır. 

Borçlar ödeninceye kadar, Türkiye'nin doğal kaynaklarını bu "idare" yönetmiştir. Düyunu Umumiye, görünürde Osmanlı Devletinin bir dairesidir. Fakat aslında, tamamen bağımsız bir nitelikte Osmanlı Devleti içinde adeta bir ikinci Maliye Bakanlığı olarak görev yapmıştır. 1914 yılında idare'nin topladığı gelirlerin, Devletin bütçe gelirleri içindeki payı %30' u aşmıştır. Kısacası bu idare, Devletin başında "demokles kılıcı" gibi uzun bir süre asılı durmuş ve Osmanlı bu idare'nin yönetiminde bir "mali esaret" dönemi yaşamıştır. Lozan' da bile idare' nin tarihe gömülmesi çok zor olmuştur. 

Muharrem Kararnamesi ile tuz ve tütün tekelleri, pul müskirat, balık resimleri, bazı illerin ipek öşürleri Düyunu Umumiye' ye bırakılmıştır. Başlangıçta 2 milyon 522 bin Osmanlı Lirası tutarındaki geliri kontrol eden kurum, 1911-1912 yıllarında bütün devlet gelirlerinin %32.5'nu (8 milyon 258 bin lira) denetler duruma gelmiştir. Ayrıca idare, kendine ayrılan gelirlerde bir değişiklik yapılmasına da karşı çıkmıştır. Bunun sonucunda devletin mali politikası da büyük ölçüde Düyunu Umumiye' ye bağımlı kalmış ve idare, alacağından fazla kaynağa el koyarak elde ettiği gelirleri Batının tahvil piyasasına aktarmıştır. Bu durumun garip bir sonucu olarak İtalya, Düyunu Umumiye' den aldığı kredi ile Trablus harbini finanse etmiştir. 

1854' de başlayan dış borçlanma, 1875' e kadar hızlanarak artmıştır. Bu dönemde devlet, dış borclarını ödemek için yeni dış borç tahvillerini piyasaya sürmüş, bu durum tahvillerin değerini yitirmesine yol açmış ve piyasada itibari değerlerinin çok altında satılmaya başlanmıştır. Bu durum dış borç faizlerini arttırmış, ana para ve faiz giderlerini garanti altına almak için belli bütçe gelirlerinin ipotek edilmesi, devleti düzenli kamu gelirlerinden mahrum bırakmıştır. 1875' den 1901' e kadar alınan yeni borçlar sınırlı kalmış, bu yıldan sonra yeniden dış borçlanmaya gidilmiştir. Dış borç ödemeleri, yeni giren borçları hızla aşmıştır. Birinci Dünya Savaşı'nın öncesinde Osmanlı Devletinin mali durumu yeniden iyice bozulmuştur. 

  1914 yılında Savaş patlak verdiğinde Osmanlı Devleti'nin dış borcu 156.4 milyon Osmanlı Lirasıdır (142.2 milyon sterlin). Bu miktara kısa vadeli borçlar dahil değildir. Dış borçlanmanın %53 gibi büyük bir kısmı Fransızlardan (82.8 milyon Osmanlı Lirası) yapılmıştı. Bu ülkeyi %21 ile Almanlar (32 milyon Osmanlı Lirası) ve %14 ile İngilizler (21 milyon .Osmanlı Lirası) izlemiştir. Osmanlılar döneminde Batıdan alınan borçlar çarçur edilmiş ve üretime dönük yatırımlara kanalize edilememiştir. Bu dönemde alınan borçların büyük çoğunluğu tüketime gitmiş, Rumeli, Bağdat, Soma­, Bandırma demiryolları, Konya ovası sulaması ile liman ve tersane gibi üretim faaliyetlerine ayrılabilen kısım çok küçük bir oran olmuştur. 

1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti kurulunca, yeni yönetim Osmanlı Devletinin dış borçlarını kabul etmekle beraber, Düyunu Umumiye idaresi'nin varlığını bağımsızlıkla bağdaştıramamıştır. Lozan Barış Konferansı sırasında ele alınan Osmanlı borçları, uzun görüşmelere konu olmuştur (*). Türkiye, Konferans sırasında, Cumhuriyet sınırları dışında kalan 16 bağımsız ülke bulunduğunu, Osmanlı Devleti zamanında alınan borçların bir kısmının bu yeni bağımsızlığını kazanan ülkelere harcandığını belirterek, borçların ilgili ülkeler arasında dağıtılmasını istemiştir. Daha sonra 1925' te toplanan Paris Konferansı sonucunda Osmanlı borçlarının, bu ülkelerden toplanan vergi ve resim gelirleri esas alınarak bölüştürülmesi uygun bulunmuş ve Osmanlıların 1912 yılından önceki borçlarının %62'ni, 1912' den sonraki borçlarının ise %77'ni Türkiye Cumhuriyeti üstlenmiştir. 

1933 Paris Anlaşması ile Türkiye'nin kabul ettiği borç miktarı 6 milyon dolar olarak yeniden belirlenmiş ve üç ay önce ihbar şartıyla erken ödeme hakkı elde edilmiştir. Sonuç olarak 161.3 milyon TL'Iik Osmanlı borçlarından 84.6 milyon TL' Iık kısım Türkiye'nin payına düşmüş ve Cumhuriyet Hükümeti bunu ödemeyi kabul etmiştir. Son Osmanlı borcu 25 Mayıs 1954 tarihinde ödenmiş, böylece Kırım Savaşı dolayısıyla 4 Ağustos 1854'de başlanılan dış borç tuzağından, tam 100 yıl sonra kurtulunmuştur.
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005