Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Bilgi Toplumu Kaçan Bir Tren mi? Bilgi Toplumu Teorilerine Paradoksal Yaklaşımlar 

Dr. Lütfi Şehsuvaroğlu 

"Ve aileme Ademe'l esmâe küllehâ" (Al­lah, Adem'e bütün isimleri öğretti)...

Kur'anin bildirdiği bu gerçek, bilginin (ve bilgi toplumunun) insanı meleklerden, cin­lerden, hayvanat ve nebatattan ayıran en önemli vasfı olduğunu hatırlatıyor. En önemli ve ezelî-ebedî vasfı aynı zamanda... Bu durum­da bilgi toplumunun tarihin sonu olduğuna dair yeni hükümlerin yeniden ele alınması ka­çınılmaz oluyor. Elbette ki information soci-ety'nin niteliklerini açıklayan diyalektik bir sü­reç ve insanlığın geldiği son aşama olarak ön­ceki zamanlara ait olmayan vasıflan söz konu­sudur. Fakat "Allah'ın Adem'e isimleri öğretti" mesajında bilgisayar teknolojisinin gelecekte de erişemeyeceği bir enformasyon sisteminin varlığı dikkat çekici değil mi? Hem dikkat çeki­ci, hem de ürpertici bir sistem. 

Önce kelâm vardı diye başlayan bir baş­ka kutsal kitap (Tevrat) da enformasyon ve ile­tişimin ezeli bir temelini işaret etmektedir. 

Allah'ın sıfatlarından biri de Alım'dir Bilginin sadece mebde'inde değil, meâdında da olan yaratıcı rahmet ve bereketi ile bilgi hibi olmanın, öğrenmenin her aşamasında Mutlak Bilgi'nin kaynağı ve Lehf-i Mahfuz'daki bilgilerin de sahibi olarak bilgi meselesinde el­bette ki en başta (ve her daim) anılmalıdır Alîm sıfatını düşünerek bilgiye sahip olmanın ilahî bir süreç, bir sıfat olduğunu bilmek lüzu­mu var. Müminlere farz olan bilgilenme fiili üzerine bir çok ayet ve hadis bulunmaktadır. 

Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu diye soran ve böylece uyaran Allah, insanı melek­lerden ayırd ederken ve meleklerden insana secde etmelerini dilediğinde onun bilme ka-abiliyetini tebarüz ettirmiştir.

El En'am Süresi 91. ayetinde "... sizin bilmediğiniz atalarınızın da bilmediği şeyler si­ze öğretilmiştir. Sen "Allah" de, sonra bırak on­ları, daldıkları batakta oynayadursunlar." 

Burada bilinmeyenin öğretilmesinden, insanın kendince elde edemeyeceği "bilgi"den onu küllî irade ile haberdar etmekden bahse­dilmektedir. Gerçekte bilgi bağımsız olarak za­ten vardır ve onu bilmekle, bilgilenme süreci ile o anda kazanılmış yeni bir bilgi gibi karşı­mıza çıkar. Dolayısıyle bilgi bizden yani onu işleyecek olandan ayrı tek basma bir iş, bir nesne meydana getiremez. Bizatihi yaratıcı de­ğildir.

"Adem'e isimleri öğretti" mesajı, ilk bil­gilenmenin yine Mutlak irade tarafından insa­nın bilme melekesine karşılık bağışlanmış bir bilgi olarak ortaya çıktığına delalet eder. Ama insanı meleklerden ayıran özelliği de bu an­lamda bir irade-i cüziye meselesini yani kay­nak ve alıcı tarafları olan gerçek bir iletişimi, bir enformasyon sistemini hatırlatır. 

Vahy yolu ile Mutlak Bilgi kaynağından mesajı-haberi-bilgi'yi alan insan (peygamber), gayb'dan haber getirmiş gibi görünse de; kes­kin bir farkı işaret etmektedir, daha doğrusu bu fark yine ana kaynaktan bir uyan olarak gelmiştir: 

El En'am 50. ayette, "De ki: "Ben size Al­lah'ın hazineleri bendedir demiyorum. Ben gaybı bilmem. Size ben meleğim de demiyo­rum. Ben, ancak bana vahy olunana uyarım" de ki, "Hiç görmeyenle gören bir olur mu? Hiç düşünmüyor musunuz?"

Bir yanda sadece (ancak) vahy olunana uyma prensibi, bir yanda görmeyenle gören arasında farkın vurgulanması... Ayrıca düşün­me kaabiliyetinin hatırlatılması... Mutlak bilgi, insan bilgisi ve mukakeye kaabiliyeti... 

El En'am 59. ayette ise "gaybın anahtar­larının Allah'ın katında olduğu" duyurulmakta­dır. "Onlan ancak O bilir. Karada, denizde ne varsa hepsini yine O bilir. Bir yaprak düşmez ve yerin karanlıkları içine bir tane girmez ki, O bilmesin. Yaş ve kurular ne varsa hepsi açık bir kitapta (Levh-i Mahfuz)dadır." 

Mutlak Bilgi'den ya da Lehv-i Mah-fuz'dan insanın bilmesi gerektiği kadan vahy yoluyla, peygamber aracılığıyla insana taşın­mıştır, însan'a bilmediğini öğreten O'dur, an­cak burada vahiyle gelenin dışında bilgi oldu­ğu da akla gelebilmelidir. İnsanın yaradılışı icabı bilgiyi öğrenme, bilgiye ulaşma kaabili-yetinde ve bu yüzden meleklerden ayrı olduğu bizatihi Allah tarafından işaret edilmektedir. Vahy dışındaki bilginin de yine Alîm Allah ta­rafından bilgisinin dışında düşünülemeyeceği açıktır ve bu bilgiye insan akılla, mantıkla, mu­kayese ile, deney, gözlem ve araştırmayla ula­şabilir, istidlal mahiyetindeki bu bilgiye tüm­den gelim veya tümevarımla ulaşmak müm­kündür.

Bilimsel bilginin, iktidarın rasyonel te­meli olan bilginin değişken, tartışılabilir olma­sı ve fakat bugünkü, eşyaya hakimiyet ve tek­nolojik üstünlüğü nedeniyle bu bilginin vahy karşısında insan üzerindeki inisiyatifi ele geçir­diği düşünülmektedir. Bilgi toplumu tartışma­larına da hem, kapitalizm (sanayi) ötesi bir dal­ganın insanın ihtiyaçlarım ve iktidar açlığını karşılayacak yeni bir çağı olarak bakılmakta­dır; hem de bilginin bağımsızlaşması ve bilgiye ulaşma yollarının yaygınlaşması sebebiyle insanın kendisi ile ilgili daha özel alanlara ait bil­ginin -metafizik yanının- da gündeme gelebile­ceği dolayısıyla bilgi toplumunun -kendini bi­len Rabbini bilir- düsturunca Mutlak Bilgi'ye yaklaşma çabasının çağdaş yüzü olarak değer­lendirilmesi de mümkündür. Bu yaklaşım, Bil­gi Toplumu'na iyimser bir yaklaşım olarak de­ğerlendirilmelidir. Gerçekte bilgi toplumu üze­rine yapılan tartışmalarda ortaya çıkan kuşku­lar bu kadar iyimser olamayacağımızı gösteri­yor. Zira bilgi toplumu enformarik bir cehaleti de işaret ediyor. Bir yandan bilgi bağımsızlaşır-ken ve çoğalırken bir yandan da bilgiye ulaş­mada engeller daha aşılmaz olmaktadır. Bu paradoks, ancak meselenin arkasındaki felsefe ve Tek Devlete doğru yönelen dünya sistemi çözümlenince anlaşılabilecektir.

Tek Devlet Sayılar Devletidir

Yevgeni Zamyatin Biz'i daha 1920'de yazmıştı ve henüz ne Huxley Yeni Dünya'yı, ne Orvell 1984'ü, ne de Ursula Le Guin Mülk-süzler'i yazmıştı. "Biz", Tek Devlet Gazetesin­de Yayınlanan bir duyuru ile başlıyordu:

"Tek Devlet Gazetesi'nde bugün yayım­lanan bir duyuruyu aynen aktanyorum: 

Integral'in yapımı yüz yirmi gün içinde tamamlanacaktır, ilk Integral'in süzülerek koz­mik boşluğa yükseleceği o tarihi büyük an ya­kındır. Kahraman atalarımız, bin yıl önce tüm yerküreyi Tek Devletin egemenliği altına sok­tular. Şimdi önümüzde daha yüce bir görev var: Ateş soluyan, elektrikli, cam Integral'in yardımıyla sonsuz yaradılış denklemim bütün­leştireceksiniz. Göreviniz, öbür gezegenlerde ve belki de hâlâ o ilkel özgürlük aşamasında yaşayan meçhul varlıkları akim boyunduruğu altına almaktadır. Eğer kendilerine matematik­sel olarak doğrulanmış mutlak mutluluğu ge­tirdiğimizi anlayamazlarsa onları mutlu olmaya zorlamak görevimizdir. Ama silahlara başvur­madan önce, sözün gücünü deneyeceğiz. 

Velinimet adına Tek Devletin tüm sayı­larına duyurulur:

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005