Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Bilginin Evrimi, Bilgi Toplumu ve Türkiye 

Faik Kanatlı 

Günümüz dünyası tanımlanırken 'bilgi' nitemi en belirleyici öğe olarak vurgulanıyor. 'Bilgi çağı', 'bilgi toplumu', 'bilgi sorunsalı' ve 'bilgi kirliliği' gibi çokça yinelenen bir olgu ile karşı karşıyayız. Bilgi toplumuna; bilginin bi­reysel ve toplumsal işlevlerine geçmeden, bil­ginin ne olabileceğine, bilgi kuramının tarihsel oluşumuna kısaca değineceğim.. Bilginin ne olduğu sorusu, felsefenin temel sorusu ve aynı zamanda maddecilik (materyalizm) ile ülkü-sellik (idealizm) arasındaki çekişmenin temeli­dir. Bilginin ne olduğu konusunda bir görüş-birliği olmadığı için genelgeçer bir tanım ola­naklı görünmüyor. Maddecilere göre bilgi, nesne! gerçekliğin, insan bilincindeki ussal ya da duyusal yansımasının sonucu ve sürecidir (Klaus, 1970: 315).

Maddeci yaklaşımın aksine, ülküsel fel­sefede bilgiye ilişkin çeşitli yönelimler olmuş­tur. Berkeley, bilgiyi, bilinç içeriklerinin dü-zenlenmesi,  benzerlikleri, uygunlukları ve ör-tüşmeleri ortaya çıkaran görüş olarak nitelendirir. 

Kısacası, maddeci yaklaşım bilgiyi nesnel gerçekliğin bir yansıması olarak görürken, ülküsel yaklaşım, bilgiyi nesnel gerçeklikten ayrı değerlendirmiştir. Bu iki yaklaşım arasın­daki çekişme, bilginin ne olduğu, sınırlan, edi-nebilirliği gibi somnların çözümündeki zorluk­lar ve karşıtlıklar, bilgi alanındaki gelişmelere ivme kazandırmış ve bilgi kuramı denen yeni, özerk bir bilim dalının doğmasına zemin hazır­lamıştır. Bilgi kuramı terimi, doğnıdan doğru­ya bilginin ne olduğunu inceleyen bir bilim da­lını adlandırır ve bilginin özü, kaynakları ve sı­nırlarını konulaştırır. Ayrıca, bilgi kuramı, bil­ginin kaynağına ilişkin savlar ileri süren usçu­luk, duyumculuk, sezgicilik, deneycilik vb. gi­bi çeşitli bilgi öğretilerini de niteler (bkz. Han-çerlioğlu, 1994: 32-33). 

Bilgi kuramının tarihini, Ernst Cassierer gibi kimi filozoflar Antikçağ ile başlatırken, Ernst Bergmann Rönesansı modern bilgi kura­mının beşiği olarak değerlendirir (Bergmann, 1926: 73). Rönesans felsefesi belirli merkezleri olmayan karmaşık yapılıdır. Bu dönemde sko­lastik, 'ingiliz görgüllüğü' ya da 'Alman idealiz­mi' gibi bütünlüklü, dizgeli düşünceler yok gi­bidir. Antikçağdan ya da Ortaçağdan kalma yönelimler birbirlerine üstünlük sağlamaya ve egemenlik kurmaya çalışmışlardır. Bu çekişme devinimi, bilgi eylemine dizgesel bir eleştiri yapılmasına katkı sağladı. Bergmann'a göre, 16-17. yüzyıl kuşkuculan Nicolaus Cusanus, Agrippa, Montaigne ve Charron Ortaçağ dog­macılığında gedikler açarak "bilginin olanakla­rını çoğalttılar, geçerliğini yükselttiler. Hatta bu kuşkucuların Kant'ı dogmacılık uykusun­dan uyandırdıkları ve özünü bulmasını sağla­dıkları vurgulanır (a.g.y.: 74). 

Bilgi sorunsalının bilimsel olarak ele alınmasına bir başka katkı da, rönesansm yeni doğa anlayışıdır. Ortaçağdaki "ben ve Tanrı" anlayışına karşılık rönesansta; tanıtıcı, seçici, ayırdedici düşün (erkennender Geist) ve doğa anlayışı egemendi. Ortaçağda doğa, şeytanın imparatorluğu olarak görüldüğü için yasak bölge ilan edilmişti. Bu da gerçeğin doğal algı-lanışını, kavranışım engelliyordu. 

Galilei, Bacon, Kopernikus gibi doğa bi­limciler buluşlarıyla, yanıltıcı duyusal algılara karşı zafer kazanmışlardır. Bu zafer, düşünce­nin zaferidir ve aynı zamanda akılcılığın onay­lanmasıdır. Bu bakımdan, çağdaş bilgi kuramı­nın doğuşu ile çağdaş doğa biliminin doğuşu aynı zamana denk gelmektedir. 

Bilgi kuramının özerkleşmesinde en et­kin rolü Locke ve Kant oynamıştır. Locke 1690 da insan aklını araştırma konusu yapmış; Kant ise, felsefenin uğraş alanı olarak "evren bilgisi" kavramı yerine "bilgi evreni" kavramını yeğle­miştir. Ona göre felsefe, bilgi dağarcığımızın eleştirisidir (a.g.y.: 75). 

Kant'ın "Bilgi Evreni" kavramı, günü­müz "Bilgi Toplumu" kavramını anımsatmak­tadır. 

Bilgi Toplumunun Yol Açtığı Çelişkiler ve Olası Çözümler 

Bilgi toplumu kavramı son zamanlarda sıkça duyulmaya başlandı. Bu kavram 21. yüz­yılda temel belirleyicinin bilgi olacağını anlatı­yor. Teknolojik ve bilimsel alandaki gelişmeler, yeni bir toplumsal sınıfın doğmasına önayak oluyor. Peter F. Drucker, 'Kapitalist Ötesi Top­lum' adlı yapıtında, geleceğe yönelik kehanet­lerinde, iki toplumsal sınıftan söz ediyor: 'Hiz­met işçileri' ve 'bilgi işçileri'. Drucker, artık te­mel çelişkinin işçi ve işveren arasında değil, hizmet işçisiyle bilgi işçisi arasında olabileceği­ne dikkat çekiyor. Hizmet işçilerinin, kural ola­rak, bilgi işçisi olma eğitiminden yoksun ola­caklarını ve bütün toplumlarda çoğunluğu oluşturacaklarını belirtiyor (Drucker, 1994:18-19). Drucker, ayrıca eğitimde fırsat eşitliğinin olmayacağını, iyi eğitim almış olanların ayrıca­lıklı olacaklarını kabul ediyor.

Teknoloji, artık çok az sayıdaki çalışan­la, binlerce kişinin bedensel güç kullanarak üretebileceğinden daha fazlasını üretebiliyor. Teknolojinin gelişim hızı göz önünde bulun­durulduğunda, bu dengenin daha da bozula­cağı ve toplumsal banşı tehdit edeceği açıkça görülüyor. Bu sonınun, 21. yüzyılın önemli so­runlarından biri olacağı açıktır. Bilgi işçisinin en büyük sorunu, sürekli devinen bilgiyi izle­yebilmek, kendini yenilemek ve bilgisini en verimli bir şekilde kullanmaktır. Artık, bir mes­leğe başlamak ile onu sürdürebilmek apayrı iki olgu olacaktır. Klasik anlamdaki işgüvencesi, yerini verim, üretim ve yaratım başarımma bağlı olan güvenceye bırakacaktır.

Turçenko, bilimin, bilimsel-teknik dev­rim süresince üretim güçlerinin gelişiminde önemli bir rol oynadığını vurgulayarak, "nasıl ki eğitim, sanayi alanında faaliyet gösteren iş­letmelere benzer duruma gelmişse, bilim de 'bilgi sanayi'ni kurmuştur." tezini savunur. Ona göre, 'üretim aracı' olarak kullanılan ma-kinalar, malzemeler, yakıtlar ve hammaddeler, gerçekte bilgilerin somut düzeyindeki anlatı­mından başka birşey değildir (Turçenko, 1979: 44-45).

Özgür Düşünüm, Bilgiyi Çoğaltır, Etkinleştirir 

Bilginin ve dolayısıyla bilimin sanayinin ya da sermayenin güdümünde olması, bilimsel özerklik ve bilimin özgür ortamlarda daha çok gelişebileceği gerçeğinden bakıldığında sorun­lu görünmektedir. Bilgi, doğası gereği özgür düşünümü gerektirir. Bilgi toplumunda, bilgi­nin artık pratikteki yararına göre değerlendiri­leceği; diyesi, üretime dolaysız katkı sağlama­yan bilgilerin önemini yitireceği söylenebilir. Bilginin düşünsel-tarihsel birikim sonucunda bu aşamaya geldiği unutulmamalıdır. Bu süreç içerisinde hangi bilgi türünün hangi oranda bugünkü bütüne ne oranda katkı sağladığı ya da neyi özendirdiğini belirlemek olanaksızdır. Aristoteles, "ilk Felsefe" adlı yapıtında, insan­lar neden bilmek isterler?, sorusunu yöneltmiş ve bu sonıyu, "çünkü, insanlar doğaları gere­ği bilmek isterler" biçiminde yanıtlamıştır. (Nuktu 1997:1). Bundan, insanların bilgi edin­me istençlerinin sadece gereksinimleri karşıla­maktan oluşmadığı ve dolayısıyla sırf yararcı­lıkla açıklanamayacağı sonucu çıkarılabilir. 

Artık "Bilgili" İnsan Belirleyicidir 

Ülkeler açısından bakıldığında, nüfus yoğunluğu dezavantaja dönüşmüştür. Nitelikli, eğitimli insanlardan oluşan ülkeler, 21. yüzyı­lın egemenleri olabileceklerdir. Eğitimli insan­lardan, belirli bir alanda uzmanlaşmış birey an­laşılacaktır. Bu bakımdan, eğitim toplumun is­teklerine yanıt vermek için sürekli sorgulan­malı ve yeniden değerlendirilmelidir; çünkü, bilgi toplumunda sürekli yeni bilgilere gereksi­nim duyulacaktır. Eğitim sistemlerini, gelişme­lere yanıt verecek şekilde düzenlemeyen ülke­lerin, bilgi toplumunda büyük sorunlar yaşa­maları kaçınılmazdır.

Bilginin sermaye gibi görülmesi ve alı­nıp satılması, bilim ahlakı açısından sorgulan­malıdır. Bilgi, tarihsel gelişim sürecinde hep erdem, hoşgörü, hakikati arayış gibi ahlaksal değerlerle birlikte anılmıştır. Burada bilimcile­re önemli görevler düşmektedir. Artık bilimci, ürettiği bilginin olası sonuçlarını önceden dü­şünmeli ve görebildiği ölçüde olumsuzlukları gidermek için gereken önlemi almalıdır. Bilim ile insan birbirinden soyutlanamaz. Bilim öz­gürce yapılmalı; ancak, buna sorumluluk eşlik etmelidir (bkz. Nuktu 1997: 2). 

Bilimin başdöndürücü gelişiminde, insana insanlığından dolayı değer veren ve insanlar arasındaki ilişkilere insancılık temelinde yaklaşan bilim ahlakına, 21. yüzyıl sorunlarının çözümünde çok daha fazla gereksinim duyulacaktır.

Bilgi Toplumu ve Türkiye 

Bilgi toplumunun kimi sorunlarını ve olası çözümlerini ya da çözümsüzlüklerini or­taya koymaya çalıştım. Acaba, yukanda anılan iki binli yılların soaınları ülkemiz için ne anla­ma geliyor? Ülkemizin bilgi toplumundaki ko­numu ne olacaktır? Bugünkü duruma bakarak,

bu sorunların yanıtlarının pek de içaçıcı Olma­yacağı herkesçe bilinmektedir; çünkü temel insan gereksinimlerinin yeterince karşılanmadığı

bir ortamda, ahlaksal sorunların konulaştınl ması bile lükstür. Bilgi toplumunda eğitimin etkin rol oynayacağı tartışmasızdır. Eğitim sistemimizin, gelecekteki isteklere yanıt vermesi için köklü değişikliklere gereksinimi olduğu ve geciktikçe sonınun çözümünün güçleştiği açıktır. Coğrafi sınırların yerini bilgi sınırlarının alacağı ve yakın gelecekte, evrensel gerçeklik ile ulusal gerçekliğin çatışacağı öngörülebilir.

Bu bakımdan en kısa zamanda bize öz­gü sorunları çözüp, geleceğe ilişkin kafa yora­cak zamanı bulmalıyız. Örneğin, temel insan haklanna ilişkin sorunlar, düşünce özgürlüğü, sendika kurma, örgütlenme hakkı, aşırı nüfus artışı 21. yüzyılın sorunları olmayacaktır. Kısa­cası Türkiye, paylaşımdaki adaletsizliği gider­mek için, üreme ile üretme arasında denge kur­malıdır; çünkü, üretilmeyen şey paylaşılamaz.

Görüleceği gibi, Türkiye'nin bilgi toplu­mundaki yerine ilişkin iyimser olmak zordur. Ancak bu, soaınlan çözümsüz olduğu anlamı­na gelmemelidir. Son yıllarda hemen hemen her sorunun özgürce tartışılması ve toplumun her kesiminden çözümlere ilişkin öneriler gel­mesi, kısaca her türlü sorunu masaya yatınlma-sı, Türkiye'nin yarınlara umutla bakmasının yeterli sayılabilecek bir nedenidir.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005