Türkiye Ekonomisi

Dünya Ekonomisi

Osmanlı Ekonomisi

Finansal Ekonomi

İşletme Ekonomisi

Hizmet Ekonomisi

Kalkınma Ekonomisi

Tarım Ekonomisi

Borsa ve Yatırım

Ekonomi Sözlüğü

Ekonomi Ders Notları

Ekonomi Düşünürleri

Genel Ekonomi Soruları

Özel İstatistik Arşivi

Özel İktisat Konuları

Açık Öğretim İktisat

Ekonomi Kurumları

Kamu Yönetimi

Kamu (Devlet) Maliyesi

Sigortacılık Konuları

Türkiye İktisat Tarihi

Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

Forex Piyasaları

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

M. Kemal Atatürk Döneminde Sosyo-Ekonomik Gelişmeye ve Finansman Sorunlarına Bakış:
Atatürk Dönemi Ekonomi Politikası

Osmanlı’nın son yüzyıllarda “para”yı kullanmaktaki  bilinçli/bilinçsiz basiretsizliği, devletin gelir ve giderlerini hesapsızca yöneterek içine düştüğü borç açmazı ve buradan sağlıklı biçimde kurtulmanın yollarını aramak yerine aynı çıkmaz sokakta yürümekte direnmesi ve çözümü hep geçici rahatlamalarda arama alışkanlığı, toplumdaki değerler hiyerarşisini de altüst etti, rüşvet ve yolsuzluk la çürüyen toplumsal doku beceriksiz tedavi yollarıyla onarılamadı. Koca bir imparatorluğun tarih sahnesinden silinip gitmesiyle dediği bu faturanın temel nedenleri, modern Türkiye Cumhuriyeti’nde Kasım 2000’de yaşananların da kaynağını oluşturdu, Osmanlı’yı kemiren virüs bünyeden atılamadı, Cumhuriyetin Atatürk’tü yıllarındaki bir iyileşmenin ardından, sindiği yerden yeniden baş kaldırdı, aynı hastalığın aynı göstergelerle toplumu kemirme süreci bu kez Kasım 2000, Şubat 2001 aylarında dayanılmaz noktaya geldi. London Times’da 1873 yılında yer alan “temenni”ye koşut biçiminde 127 yıl sonra, aynı arayış doğrultusunda Kemal Derviş Amerika’dan ekonominin başına getirildi. Bu kez Uluslar arası Para Fonu (IMF) Düyun-u Umumiye’nin yerini alarak Türkiye’ye kredi verenlerin alacaklardın tahsilatı doğrultusunda çok kapsamlı biçimde devlet otoritesini güdümüne aldı.

Cumhuriyet rejiminin ana amacı, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmaktı. Bu amaca doğru barışçıl bir çerçevede ve sağlam adımlarla ilerlemek için güçlü bir ekonomiye sahip olmak şarttı. Bunun için de maliyenin dayanıklı olması gerekiyordu. Geçmişin hatalı politikalarının reddi, Eğlence ve İstihlakı Hususiye Vergisi Kanunu çıkartılırken Gerekçe’nin görüşülmesi sırasında dönenin Maliye Bakanı Hasan Saka tarafından şu şeklide açıklanmaktaydı: “Şu anki mali durumu yaratan olumsuzlukların başında, bütçe açıklarının birçok yıl dış borçlanma ile kapatılmasının adeta gelene haline getirilmesi yatmaktadır. Bu kapı ulusal hükümetin kuruluşuyla kapatılmıştır. Daha sonraki Maliye Bakanı Mustafa Abdülhalik Renda da, “denk bütçe”, “sağlam maliye” gibi vazgeçilmez öğelere ilişkin olarak şunları söylemektedir: “Bizim için hareket noktası şudur; Daima denk bütçe ile yönetilmek, gelirlerimizden fazla harcama yapmamak, borçlarımızı ödemek, ödemelerimizi düzgün biçimde yapmak, herhangi bir bütçeden ziyade etkin bütçe yapmaya önsem vermektir”.

Osmanlı’dan yıkılan borçlar, artan gereksinimler, kuşkusuz paranın değeri üzerinde de olumsuz baskı yaratmaktadır. 1929 Dünya kriz de bu tabloya tuz biber eker. Döviz kıtlığı baş gösterir. Vatandaş da kendi bindiği dalı kesme pahasında dövize yönelişi içgüdüsel olarak kışkırtır. Dönemin başvekili İsmen Paşa durumu şöyle anlatmaktadır:”Masum ruhlar kendi 10 lirasını tehlikeden kurtarmak için dövize tedarikine kalkışmışlar ve herkesin aynı telaşı ile kendi 10 lirası değil, evini, dükkanını, tarlasını, istikbalini tehlikeye atacağını fark edemez olmuşlardır”.

Böylesi ortamda ulusla ekonomiyi yaptığı yıkımı durdurmak, önlemek, yeniden sağlam ayaklar üzerine basarak çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak için döviz hareketlerini denetim altına almak ve ne olursa olsun milli paranın değerini korumak, dönemin yönetiminin tercihi olmuştur. Bu doğrultuda 1567 sayılı ünlü Türk Parasını Koruma Hakkında Kanun çıkartılır ve para ve kredi konularını düzenlemek amacıyla da Haziran 1930’da T.C. Merkez Bankası kurulur.

Sermaye birikimi yaratmanın yolu da ekonomindi dışa açık vermemesiyle mümkündür. Üretmek ve dış ticaret açığı vermemek lazımdır. Kemalist yapının iktisat vekili Mustafa Şeref Bey (Özkan) şöyle der:”Cumhuriyet Türkiye’sinin eline menkul kıymet stokundan tamamen yoksun, arazi itibariyle harabeler gösteren, ekonomik açıdan becerisi olmayan ama azimli vatandaşlara sahip bir ülke geçti. Sivastopol savaşından başlayan bilanço açığını ödemek için ulusal sermaye akıp gitmiş bulunuyor”.

İthalat ve ihracat dengelenecek, dış borçlar ülkenin gücü oranında tutularak ödenecek, dış borç ödenirken alacaklıların her isteğine uyum gösterilerek borç tuzağına düşmemeye dikkat edilecek, borç ödeyeceğim derken ülkenin ve toplumun geleceğini tehlikeye sokacak hesapsızlıklar yapılmayacaktır. Bu çerçevede oluşturulan üretim ve dış borç politikalarının ödün vermeden, başarıyla uygulanması sonucunda ülke ekonomisi 30’lu yılların ikinci yarısından itibaren canlanmaya ve güçlü biçimde serpilmeye başlamıştır. 1930-39 yılları arasında dış ticaret açığı ortadan kalkmış, 1938 hariç dış ticaret her yıl fazla vermiştir. Bu da borcu borçla kapatan bir yalancı saadet zincirinin kopartılıp atılarak, yerine sağlıklı bir gelişmenin konabilmiş olmasını göstermektedir.

Kaynak: Reha Tanör - Finansal Kriz ve Sermaye Piyasası

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü - Gizlilik Politikası

Sağlık Bilgileri