Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

Forex Piyasaları

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

1985 Savings & Loans Krizi

1980’lerin ortalarında yaşandığı sırada ‘1930’dan beri ABD mali kuruluşlarının yaşadığı en büyük çöküş’ olarak nitelenen (Curry ve Shibut, 2000: 1) bu kriz etkileri­ni 1990’ların başına kadar sürdürdü. ABD’de her yıl 100 civarı banka battı. Asıl ola­rak gayrimenkul sektörüne kredi veren finans sektöründe başlayan bir kriz olması ve ciddi biçimde ABD’deki en büyük banka iflası salgınına yol açması bakımından tıpkı İngiltere gayrimenkul piyasası krizi gibi 2007 morgıç krizine yönelik önemli bir işaret olarak algılanması gereken bir krizdir.

Savings&Loans denen finansal kuruluşlar/ya da ‘banka’lar, başka ülkelerde de benzeri bulunan ama büyük ölçüde ABD’ye özgü bir türdü. Bir adları da ‘thrift’ idi.

Bunlar bir cins kooperatif-banka sayılabilirdi.7 Yerel kuruluşlardı. Borç verme olanak­ları yasal olarak büyük ölçüde sadece ev kredilerine yönelikti. Mevduatları 40 bin $’a kadar devlet tarafından sigortalanmıştı. 1966’dan beri de yıllar boyunca Regulation Q denen yasal çerçeve içinde kredilerinin faiz tavanı %5,5 ile -yani o zamanki ban­ka kredi faizlerinin %0,25 üzerinde -sınırlandırılmıştı. Bu kuruluşlar kendi yerellikle-rinde zaten iyi tanıdıkları insanlara kredi veriyor; ciddi de bir risk almıyorlardı.

ABD’de FED’in başına geçen Paul Volcker 1979’da %13,3’e varan enflasyonu ve onunla birlikte fiyat-ücret-fiyat tırmanışı şeklinde giden sarmalı durdurmak için ilk iş olarak faizleri yükseltti. Bu durum S&L’lar için ciddi bir sıkıntı kaynağı oldu. Artan faizler nedeniyle mudi kaybetmeye başlamışlardı. Yasal olarak hala verebilecekleri kredinin sınırı belliydi. Ama bankalar vb artık daha yüksek faizlerle borç verebiliyor­du. Öyle olunca da S&L’ların fon kaynağı olan yerel müşteriler de bankalara kayı­yordu.

Çare olarak deregülasyon S&L kuruluşlarını da kapsar hale getirildi. Tıpkı aynı yıllarda Türkiye’deki bankerler gibi bazı S&L’lar gazete ilanlarıyla para toplamaya başladılar. Sıfırdan başlayan kuruluşların bir iki senede dev boyutlarda ulaştığı göz­lendi. Her yerde S&L’ların yarattığı konut kredilerinin hızına yetişmeye çalışan inşaat faaliyetleri sürüyordu. Aslında 1970’lerin enflasyonunun yarattığı bir gayrimenkul modası zaten vardı. Bankalar tüm dünyada biraz da mevcut -enflasyon nedeniyle sermaye erimesi, 1980 başlarındaki faiz serbestliği nedeniyle tüm dünyada yükselen faizler ve ‘azgelişmiş ülkelere, özellikle Latin Amerika’ya verilen borçlardan uğranı­lan zararlar- zor durumlarından kurtulmak için gayrimenkul sektörüne hücum etmiş­ler, kredilerini buraya yönlendirmişlerdi.

“Değişim ani ve göz alıcıydı. 1980’ler öncesi ABD bankalarının gayrimenkul kredileri portföy­lerinin %10’undan daha azken, 1980’lerin ortalarına gelindiğinde bazı bankalar kredi portföy­lerinin %50-60’ını gayrimenkullere hasretmişlerdi. ‘Gayrimenkulde hareket var’ deniyordu. ‘Finansör varsa inşaatçı da vardı’ Gayrimenkul fiyatları hızla yükseldi. Ve bankaların durumu çok iyi gözükmeye başladı. (...) Bankaların cömert kredi politikası ve ev fiyatlarının enflasyo-nist fiyatlandırılması gayrimenkul sektöründe bir inşaat maniası ortaya çıkardı. Bir süre sonra bu hastalık dünyanın bütün gelişmiş ekonomilerini etkileyecekti.”8 (Seidman, 1996: 58)

Kısa sürede inşaat arzları talebi aştı ve ortalık yarım kalmış ‘condo’ tabir edilen konutlarla doldu. Burada dikkat edilmesi gerek bir şey de inşaat arzlarının ille de gerçek yapılaşma niyetlerine işaret etmemesiydi. Toplanan para inşaatlara harcan-madığı için de bu inşaatlar yarım kalmaya mahkumdu. Birçok S&L için bu süreç var­lıklar ve yükümlülükler arasında ciddi bir vade uyumsuzluğu (mismatch) anlamına da geliyordu. ‘Dışardakiler’den topladıkları kısa vadeli fonları, ‘içerdekiler’e (insiders) uzun vadeli olarak plase ediyorlardı. Bekleneceği gibi sistem çökmeye mahkumdu ve çöktü. Aniden doğup hızlı yükselen bir S&L olan Empire S&L battı. Empire’ın çö-küşü aslında yeni doğmakta olan bütün bir S&L sektörü finans imparatorluğunun da çöküşünü tetikledi. 500 civarında S&L battı. Bir o kadarı da devletçe başka kurum-larla birleştirilip ortadan kaldırıldı.

S&L krizinin yarattığı zararın büyüklüğü tartışmalıdır. Kimileri 100 milyar $’dan az kimileri ise 500 milyar $’dan fazla tahmin yapmaktadır (Mishkin, 1992: 70). FDIC’in resmi açıklamasına göre ise doğrudan kriz nedeniyle 1986-95 arasında ba­tanların sayısı 1043 adetti ve bunların varlıkları 500 milyar doları aşıyordu. Hüküme­tin tasfiye sürecinden sonra halühazır değer hesaplarıyla yapılan FDIC’in resmi ma-liyet tahmini 152 milyar $’dır. Bunun 29,1 milyar $’ı S&L’ların kaynaklarından karşı­lanırken, zararın %81’i yani 123,8 milyar $’ı ise ABD’li vergi mükellefinin cebinden çıkmıştır (Curry ve Shibut, 2000). S&L’ların böyle göz göre göre usulsüzlük yapabil-mesinde devlet yöneticilerin payı büyüktü. Örneğin Lincoln S&L’u California’dan tam 5 senatör destekliyordu. Bunlardan biri de Obama’nın son seçimdeki rakibi John Mc Cain’den başkası değildi.9

S&L kuruluşlarının çöküşünün 2007 krizine giden yolda birden fazla kanaldan etkisi oldu. Bir tanesine değinelim: S&L’lar çökünce onların borçları ikincil piyasaya düştü. Ve fiyatları da tıpkı 1982’deki diğer banka borçları gibi değerlerinin çok altın-da satıldı. Dönem daha önce anlattığımız kimi sebeplerle menkul değer borsalarının ve yatırım bankacılığının yükselişi devriydi. En büyük borsa aracı kuruluşlarından Salomon Brothers fırsatı ilk görenlerdendi. Buradaki borsacılar, S&L’ların morgıç borçlarını yok pahasına satın aldıktan sonra bunların değişik kalite ve özellikte çok sayıda çeşidini birada harmanlayıp, yeniden paketleyerek onları yeni menkul değer-ler kılığına soktu.10 İşte 2007 Morgıç Krizi’nde başrolü oynayan ‘yapılandırılmış’ fi-nans ürünleri tarih sahnesinde ilk kez önemli bir rolde böyle boy gösterdiler. Bu tür ürünler ortaya çıkıp daha önceden belli bir kabul ve yaygınlık kazanmasaydı 2001-2007 morgıç balonu ne bu kadar uzun sürer –dolayısıyla bu kadar çok şişebilir- ne de dünyaya bu kadar çok yayılabilir, bu kadar büyük reel etkilere sebep olabilirdi.

S&L krizinde daha sonra 2007 krizinde ortaya çıkacak, finansal inovasyonun adaptasyonu zorlayıcı etkisi, emtia fiyatları (örneğin petrol) ve faiz oranlarındaki ani oynaklıkların etkisi, devlet kurumlarının yasalarla oynayışları ayrıca yasaları kasıtlı olarak esnek ve gevşek uygulayışları (buna ‘forbearance’ deniyordu) gibi pek çok ortak yön vardır. Ama S&L ‘felaketi’ aslında yaşanmayan bir başka felaketin üstünü örttü. O da ABD’nin en büyük bankalarını batmanın eşiğine getiren olaylardı.

“Ticari bankaların da başı ciddi olarak dertteydi. Üstelik bu durum S&L ‘lar meselesinden daha da baş ağrıtıcıydı; çünkü bankalar ekonominin hem daha büyük hem daha önemli bir sektörüydü. 1980’lerin sonları bankaların Büyük Bunalım’dan beri geçirdikleri en kötü dö­nemdi. Yüzlerce küçük ve orta büyüklükte banka batmıştı ve Citibank ve Chase Manhattan gibi devler de zor durumdaydı. Bütün bu bankaların sorunu tıpkı S&L’lar gibi çok fazla spekü-latif kredi vermiş olmalarıydı. 1980’lerin başlarında bu büyük bankalar Latin Amerika borçları üzerinde kumar oynadılar. Ve bu borçlar ödenemeyince bu kez amatör kumarbazlar gibi belki kare ası yakalarız umuduyla bu kez ticari gayrimenkul kredilerine, bütün bir sektörü de beraberlerinde bu tür gayrimenkulün sarhoşluğuna (binge) sürükleyerek, daha da büyük para yatırdılar. Gayrimenkul sektöründeki hızlı büyümenin (boom) kaçınılmaz çöküşü bankaları gerçekten de fena sarstı.” (Greenspan, 2008: 117)

Yukarıdaki alıntı 2007’ler için yazılmadı; olaylar 1980’lerin sonlarında geçiyordu. Yani finans kuruluşlarının o zamanlar örneğin LBO’lar gibi yeni borsa yöntemleri ile gayrimenkul kumarına katılmaları ilk kez 2000’li yıllarda olmadı. Her şeye rağmen devletin aşırı müdahalesi, biraz da şansın yardımıyla bu sektörde muazzam zararla­ra rağmen olay krize dönüşmedi; bir cins ‘soft landing’ yaşandı. Sonra da 1990’larla gelen ekonomik gelişmeyle de riskler ortadan kalktı. 2007 krizinde ticari bankalar bu deneyimin dolaylı bir sonucu olarak doğrudan gayrimenkul spekülasyonuna bu ölçüde katılmaktan kaçındılar. Bu kez yatırım bankaları öne çıktı. 1980’lerin sonu ve 90’lar aynı zamanda S&L gibi veya yerel bankalar gibi küçüklerin batmaya bırakıldığı büyük devlerin ise kurtarıldığı ilk büyük dönemdir. Bundan sonra ‘batmak için çok büyük’ kavramı devletin ekonomiyi düzenleyici kurumlarının adeta yazılı olmayan bir kanunu haline geldi

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005