Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Aşırı Ücretler ve İşsizlik Sorunu Hakkında Makale 

Türkiye’de İşsizlik 

Son yıllarda işçi sendikalarının özellikle özel sektörü aşırı ücret ver­melerine zorlamalarının işsizlik üzerine yaptığı etkilere geçmeden önce iş­sizlik konusu ve çeşitleri üzerinde durmak istiyorum.

İşsiz kimdir? İşini kaybeden veya yürürlükteki (cari) ücret seviyesine ve mevcut çalışma şartlarına razı olduğu halde iş bulamayan kişiye işsiz denir. İş bulabildiği halde teklif edilen işte verilen ücreti ve çalışma şartla­rını beğenmediği için çalışmayan kişi işsiz sayılmamaktadır. 

Ekonomik faaliyetlerin belirli dönemlerde yoğunlaşmasından dolayı ortaya çıkan işsizliğe de Mevsimlik İşsizlik denir. Tarım, inşaat ve turizm sektörlerindeki kişilerin yaklaşık yılın sadece 6-7 ayında çalışabilmeleri ve geri kalan aylarda büyük ölçüde issiz kalmaları gibi. Üretim teknolojisinin gelişmesi sonucu insan emeği yerine daha çok makinelerin geçmesi so­nucu ortaya çıkan işsizliğe de Teknolojik İşsizlik denir. 

İşçi başına daha çok veya daha gelişmiş makinelerin kullanılması bir yandan işsizliği artırırken, öte yandan işçi başına üretimin (verimin) bazen 3-5 misli, bazen de 15-20 misli artmasına ve maliyetlerin düşmesine yol açar. El tezgahı ile dokumanın yerine, otomatik tezgahların geçmesi buna güzel bir örnektir. Orta ve uzun vadelerde teknolojinin gelişmesi sonucu birçok yeni iş sahaları açıldığı için teknolojinin ortaya çıkardığı işsizlik bü­yük ölçüde ortadan kalkmaktadır. 

Bugün bir malın üretiminde daha çok emek ve daha az makine (emek-yoğun üretim) kullanılabileceği gibi, daha çok makine veya daha gelişmiş makine ile daha az emek (teknoloji-yoğun üretim-otomasyon) de kullanılabilir. Üretimde bu İki çeşit üretim metodundan (tarzından) hangisi­nin seçileceği büyük ölçüde işçi ücretleri ve kredi maliyetlerinin (faiz had-dinin) seviyesine ve artış hızına bağlıdır. Ayrıca, o ülkedeki genel teknolo­jik seviye de ne tür bir üretim metodu seçileceğine etki eder. 

Bizim burada esas üzerinde durmak istediğimiz konu son yıllarda yıllık enflasyonun çok üzerinde artan işçi ücretlerinin işsizliği nasıl arttırdığıdır. Bu konuyu daha basit anlatabilmeleri için başımdan geçen sadece iki olaya değinmek yeterli olacaktır. 

Yıl 1976, aylardan Temmuz. İstanbul - Yalova seferini yapan bir vapur­dan indim. Yalova'dan Bursa'ya kalkan bir otobüste iyi yer kapabilmek için herkes gibi ben de koşmağa başladım. Yanıma 55-60 yaşlarında, iyi giyin­miş, oldukça sıhhatli ve varlıklı görünen bir zat bindi. Birbirimize karşılıklı olarak "hayırlı yolculuklar" diledikten sonra ne iş yaptığımı sordu. Henüz bir işim olmadığını, ABD'de iktisat dalından doktora derecesini aldıktan sonra o ülkede bir yıl hocalık yaptığımı, aldığım iki yıllık yeni iş teklifine rağmen Türkiye'ye döndüğümü ve üniversitelerde iş arayacağımı söyledim. 

Siz ne işle meşgul oluyorsunuz diye sorduğumda aldığım cevap çok kısa ve şaşırtıcı idi. "Evladım, ben üçkâatçı – pez...im" dedi. "Estağfurullah, niye böyle diyorsunuz" dediğim zaman bu zat başladı dert yanmaya; 

"Ben Bursa'da iki fabrikası olan ve yaklaşık 2000 kişi çalıştıran bir ki­şiyim. Haftada bir iş icabı İstanbul'a gidip-gelirim. Özel arabamın şoförü beni Yalova'ya getirip götürüyordu. Geçen hafta şoförüme arabaya biner­ken nereye gideceğini sormuş birisi. Beni kastederek üçkâatçı - pez...i Ya­lova'dan almaya gidiyorum demiş. Bende kendime bu sözü söyletmemek için Yalova'ya otobüsle gidip-gelmeğe karar verdim" dedi ve isçilerden, sendikacılardan yakınmaya devam etti.

"Ben istesem bir kaç yıl içinde iki fabrikamı dörde, çalıştırdığını işçi sa­yısını da rahatlıkla iki katına çıkarabilirim. Fakat 2000 kişiyi idare etmenin ve onlarla her iki yılda bir ücret konusunda boğuşmak çekilir gibi değil. Günlük didişmelerden her gece ancak 3-5 saat uyuyabiliyorum ve bu di­dişmeler rüyalarıma bile giriyor. Bu şartlarda işçi mevcudunu iki katına çı­karıp paramla delireyim mi be kardeşim!" diye dert yandı.

Başımdan geçen diğer bir olaya gelince. 1990 yılının Mayıs ayı orta­sında Ankaralı bir iş adamının (H. A.) hafta sonunda Esenboğa Havaalanı­na yakın fabrikasının bahçesinde verdiği bir piknik ziyafetine katıldım. Dört büyükçe bina ve bir de küçük bir işletme binasından oluşan bahçenin de­vamında eni en az 50 metre, boyu da 150 metreye yaklaşan bir binanın kaba inşaatı tamamlanmak üzere idi.

Patron, işleriniz herhalde çok iyi gidiyor. İlave fabrikanızın inşaatı bit­mek üzere dediğimde, "O bina işçilerin eseri" dedi. Sebebini sorunca "Ge­çen yıl isçilerimizle toplu sözleşmeye oturduk. %650 zam istediler. Enflasyon % 60 dolayında idi. % 120 zam teklif ettik, fakat % 400'den aşağı in­mediler. Bir gece sabaha kadar uyuyamadım. Sabaha karşı daha az emek kullanan teknolojiye (otomasyona) geçmeğe karar verdim. Genel müdürü­me şu talimatı verdim. Bugün sendikacıların önüne bir kağıt uzat. İstedik­leri ücret zammını yazsınlar. Sakın pazarlık yapma. Patron ne isterseniz onu verecek dersin dedim. Gelen cevap % 280 idi ve o şekilde toplu söz­leşmeyi imzalamak zorunda kaldık.

Şu anda Almanya'dan bütün makineleri getirdim. 3-4 ay sonra fabri­kamın bu kısmı faaliyete geçince her üç isçiden ikisine yol vereceğim. Hem maliyetlerim düşecek ve hem de ürettiğim malın kalitesi artacak. Ay­rıca her gün boğuşmak zorunda kaldığım işçi miktarı da en az % 60 aza­lacak. Neticede biraz olsun rahat edeceğim" dedi. Bu iki örnekte de görül­düğü gibi, sendika liderlerinin, sırf tekrar seçilebilmesi uğruna, aşırı ücret talepleri bir yandan yatırımların artmasını ve dolayısıyla yeni iş saha­larının açılmasını engellemekte, öte yandan mevcut istihdamı azalta­rak çalışan insanların bir kısmını işsiz hâle getirmektedir. 

Başımdan geçen bu iki olayı gerek TÜRK-İŞ'in ve gerekse HAK-İŞ'in üst düzey yöneticilerine anlattığımda aldığım cevaplar hep aynı, sanki tey­be alınmış ve bu zevatın kafalarına yerleştirilmiş. "Hocam, iş sahası açmak ve işsizlere iş bulmak özel sektörün ve hükümetin görevi Bizim görevimiz ise üyelerimizin ücretlerini ve refah seviyelerini azamiye çıkartmaktır." 

Peki "siz bu tutumunuzla gerçekte temsil ettiğiniz işçilere ve işçi kesi­mine de ihanet etmiyor musunuz, sizin göreviniz Türk sanayiini sabote et­mek mi?" tarzındaki sorularıma muhatap olunca da, vergi adaletsizliğin­den, patronların vergi kaçırmalarından söz ederek konuyu değiştirmeye çalışıyorlar. Biraz dürüst olanlar da "Hocam, bu iş sendikalar arası bir ya­rıştır. Biz makul ücret istersek üyelerimiz bizi kendilerini işverene satmak­la suçlarlar ve bizi bir daha bu göreve seçmezler" diyebiliyorlar. 

Türk işçi kesimi orta ve uzun vadede isçilerin ve Türkiye'nin menfaat­lerini kendi menfaatlerinin üzerinde tutabilen sendika liderlerini seçene ka­dar bu kargaşa ve çıkmaz devam edecektir. Aşırı ücretlerin sosyal barışa, verim artışına, enflasyona ve Türkiye'nin dış rekabet gücüne yaptığı olum­suz etkiler daha önce yazmış olduğum makalelerden çok kısa bir alıntı ile açıklamaya çalışacağım. 

Ekonomik Etkiler, İşsizlik Durumu 

Kamu kesiminde isçi statüsündeki bir lise ya da üniversite mezunu ile aynı eğitimi görmüş ve genellikle aynı işi yapan ve hatta aynı odayı payla­şan işçi-memur statülerindeki kişilerin ücret-maaş farkı yaklaşık en az 3 mislidir. 

Mesela, 1994 yılı son üç ayında aynı kıdem yılı olan ve aynı unvanı ta­şıyan sendikalı işçi statüsündeki ve memur kadrosundaki kişilerin ücret (fazla mesai hariç) ve maaşları karşılaştırıldığında, sırasıyla teknisyen 16.5 ve 5.4 milyon lira. Büro görevlisi 18.4 ve 4.3 milyon lira. telefon operatörü 17 ve 4 milyon lira, bekçi 15.1 ve 4 milyon lira şoför, 18.1 milyon ve 3 mil­yon 958 bin lira, temizlikçi 13.2 ve 3.7 milyon lira net ücret ve net maaş al­maktadır 

Bu durum ise kamu kuruluşlarında işçi ve memur statüsünde olup, aynı işi yapanlar arasında sürtüşmelere yol açmakta ve neticede kamu personelinin verimliliğini olumsuz yönde etkilemektedir. 

Ayrıca kamu kuruluşlarındaki aşın ücretler ve aşırı istihdam sonucu bu işçilerin verimsizliğine ilaveten, bu kuruluşların zararları neticesinde orta­ya çıkan kamu borçlanması da faiz hadlerinin yüksek seviyelerde seyret­mesine yol açarak maliyet enflasyonun başlıca kaynağını oluşturmak­tadır. Kamu sektörüne özenerek özel sektörde sendikaların aşırı ücret talepleri ise; 

*  Sendikalı iş gücü ve kredi maliyetlerinin yüksekliği yeni yatırım şevkini kırmakta,

*  Firmaların dış rekabet gücünü azaltıp büyümelerini engellemekte,

*  Kaçak işçi çalıştırmayı cazip hale getirerek bunu yapanlarla yapma­yanlar arasında aynı işkolunda haksız rekabet ortaya çıkmakta,

*  İşçilerin sendikalaşmasına ve devletin vergi gelirlerini artırma çabalarına büyük bir darbe vurmakta,

*  Aşırı ücretler firmaları otomasyona zorlayarak işsizliği artırmakta, sosyal dokuyu zedelemekte,

*  Otomasyon o işyerinde çalışan işçilerin bir kısmının işlerini kaybet­melerine ve neticede sendikaların güçlerinin azalmasına yol aç­maktadır.

Demek ki aşırı ücret talepleri hem çalışan işçilerin, hem işsizle­rin ve hem de sendikal hareketin gelişmesinin aleyhine olmakta ve nihayet Türkiye'nin sanayileşmesine de olumsuz etki etmektedir. 

Nitekim, İMKB'de işlem gören şirketlerin bilançolarına bakıldığında el­de ettikleri karların önemli bir kısmını faaliyet dışı kazançlar (faiz gelirlerin­den) oluşturmaktadır. 

Ülkemizde birçok özel sektör kuruluşunun yeni yatırım yapmak veya şirketlerini büyütmek için yeterli kaynağa sahip oldukları halde, faizciliğe yönelmesinin en büyük sebebi Türkiye'deki ücret sendikacılığıdır. 

1-Not (2001): 

Ziyaretime gelen yabancı finans kurumu yöneticilerine göre, Türki­ye'ye Doğrudan Yabancı Sermaye (DYS) yatırımları gelmemesinin önemli bir sebebi de Merkezi ve Doğu Avrupa Ülkelerine (MDAU) göre Türki­ye'de sendikalı iş gücü maliyetinin 4-5 misli yüksek olmasıdır. (Diğer se­bepler konusunda bakınız Makale Nu: 22'de 11 ve 13 nu.lu sorulara veri­len cevaplar) Nitekim, son yıllarda Bursa ve İstanbul'da tekstil sektöründe faaliyet gösteren bir çok firma fabrikalarını Bulgaristan'a ve Romanya'ya taşımakta veya oralarda yeni yatırımlar yapmaktadırlar. 

2-Not(2001): 

1- Sn. Kemal Derviş'in basın toplantısı metnine göre 2001'in ilk yarı­sında ortalama net;

-  Memur maaşı 218 milyon lira,

-  MESS ücreti 352 milyon lira (Özel Sektördeki Sendikalı İşçi Ücreti),

-  Kamu'da çıplak ücret 563 milyon lira, olup memur maaşının 2.6 ka­tına, MESS ücretinin %60 fazlasına ulaşmıştır.

Ancak, Kamu'da giydirilmiş net ücret (ikramiyeler ve yan ödemeler dahil) çıplak ücretten en az %50 fazladır. Bu durumda Kamu işçisinin or­talama net ücreti 845 milyon liraya (ortalama dolar kuru 1.2 milyon TL'den 704 dolar'a) çıkmakta, ve MESS ücretinin (%50 fazlasının ilavesi ile 428 milyon) 1.9 katına, memur maaşının 4 katına da ulaşmaktadır.

Kamuda bir işçinin yerine en az üç işçi çalıştığına göre, üretime katkı­sı ve verimlilik açısından kamu ücreti maliyeti MESS ücretini bile en az 5 kat aşmaktadır. 

2- Bu farkın sebebi ise; gerek 1994, ve gerekse 2000 yılında uygulan­maya konulan istikrar programlarında her kesime büyük bir fedakarlık yü­kü bindiği halde, kamu kesimi işçileri bu fedakarlıktan kurtulmuşlardır. Çünkü, Türkiye'de toplu sözleşmeler genellikle kamu kesiminde tek yıllar­da, özel sektörde ise çift yıllarda iki senelik yapılmaktadır. 

3-  Sendika Liderlerimize, Çalışma Bakanımıza, Diğer yetkililere ve Kamuoyunun bilgisine arz olunur.

 

Kaynak: Prof. Dr. Emin Çarıkcı

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005