Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Bilgi Çağında Endüstri İlişkileri 

Prof. Dr. Tankut Centel 

Giriş 

Günümüzün endüstri ilişkileri, büyük bir değişim içindedir. Kapitalizmin başlangıç dönemine ait iki yüzyıl öncesinin endüstri iliş­kileri, bugün artık modern sanayi işletmeleri içinde farklı bir geçerliğe sahiptir. Bunun te­melinde, sanayi toplumundan yavaş yavaş bil­gi toplumuna geçilmesi ve bilgi çağının yerleş­meye başlaması yatar. Nasıl değişik nitelikteki çağların ve toplumlann özellikleri birbirine uy­muyorsa, bilgi çağının ve toplumunun ayırde-dici nitelikleri de sanayi toplumununkilerle öy­lece uygunluk göstermemektedir. Yeni çağın ve toplumun özellikleri bilinmediği sürece en­düstri ilişkilerindeki gelişim ve değişim kavra-namayacağı için, öncelikle bilgi toplumu üze­rinde durmakta yarar vardır. 

I. Bilgi Çağma Geçiş

1. Sanayi Toplumuna Toplu Bakış 

a) Koruma Mekanizmaları

Endüstri ilişkileri içinde işçilerin korun­ması, sanayi toplumunda esas olarak, iki yoldan gerçekleşmiştir. Bunlardan ilki; kamu mü­dahalesi olarak adlandırılan ve devletin en­düstri ilişkilerine doğrudan karışıp iş yasaları yoluyla çalışma koşullarını belirlemesi yolu­dur. Diğeri ise; hakalma olarak adlandırılan ve işçi ve işveren kesimlerinin topluca çalışma koşullarını düzenlemeleri yoludur. 

Belirtilen her iki sosyal siyaset mekaniz­masının, tarihi gelişim süreci içinde içice geliş­tikleri görülür. Ancak, önceliğin, kamu müda­halesinde olduğu söylenebilir. Çünkü, hakal­ma mücadelelerinin hukuken meşru bir teme­le kavuşturulması, ancak kamu müdahalesi so­nucunda gerçekleşebilmiştir. 

b) Sanayi Toplumunun Endüstri İlişkileri 

Modern anlamda endüstri ilişkileri­nin ortaya çıkışı ve gelişimi, sanayileşme süre­ci içinde yaşanan işçi/işveren ilişkileri açısın­dan, üç değişik evrede ele alınabilir. Bu bağ­lamda, ilk evreyi, sanayi devrimi sonrasında yaşanan ve sınırsız sözleşme özgürlüğünün geçerli olduğu klasik liberal dönem oluşturur. Sözkonusu dönemde, ekonomik liberalizmin "bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler" anla­yışının etkisiyle, endüstri ilişkilerinin her türlü müdahaleden uzak tutulduğu görülür. İkinci evre ise, birincinin tersine, bütünüyle endüstri ilişkilerinde devlet müdahalesinin olabildiğince yoğun olduğu bir dönemi sergiler. Kapitaliz­min ilk dönemindeki ekonomik yapının yolaç-tığı sosyal sorunları çözüme kavuşturmak üze­re getirilen hukuk kuralları; bu dönemde esas olarak sefalete, yoksulluğa ve eşitsizliğe karşı yöneldiği için, emredici ve katıdır. Günümüz­de yaşanılan üçüncü evrede ise, endüstri ilişki­lerinde esneklik hakim olmaya başlamıştır. Bu anlamda, istihdamda, iş sürelerinde ve ücret­lerde esneklik olmak üzere, çalışma yaşamının değişik alanlarının esnekleştirilmesine çalışıl­maktadır. 

c) Çatışmacı Dünya Düzeni

Sanayi  toplumu,  egemen  olduğu  ilk yüzyıl içinde, ikili bir toplum yapısı yaratmıştır. 

Nitekim, oluşturulan sosyal yapı, ideolojik dü­zeyde iki ayrı dünya görüşüne yolaçmıştır. Bu anlamda, sanayileşmiş Batılı ülkeler, sosyal devlet/refah toplumu uygulamalarıyla sözko­nusu yapının üstesinden gelirken, kendi içle­rindeki sosyal karşıtlığı dışarıya ihraç etmişler­dir. Böylece, ülkesel çatışmalar; "Doğu" ve "Batı" olarak adlandırılan iki ayrı blok içinde ve soğuk savaş biçiminde, dünya düzeyine ulaştırılmıştır. Buna karşın, refah toplumu, 60'lı yıllarda doruğa varmıştır.'11 Geliştirilen sosyal güvenlik politikaları ile sosyal siyaset uygula­maları, sanayi toplumunun temel sorununu oluşturan bütünleşme sürecinin başarıyla ger­çekleştirilmesini sağlamıştır. 

Ancak, dünya ekonomisi, 70'li yılların ortalarından itibaren, gittikçe derinleşen bir ik­tisadi kriz içine sürüklenmiştir. Bu anlamda, 70'li yılların başlarından itibaren iktisadi büyü­me hızı yavaşlamış ve giderek, enflasyon ile iş­sizlik oranı yükselmiştir. Bu da, endüstri ilişki­lerinde esnekliğe yönelişi beraberinde getir­miştir. 

2. Sanayi Ötesi Toplum 

Küresel bir sermaye piyasasının oluş­ması, 80'li yıllara rastlar. Bu arada, Berlin Du-varı'nın yıkılması (1989), soğuk savaş dönemi­ni sona erdirmiş ve yeni bir dünya düzeninin oluşumunu hızlandırmıştır. 90lı yıllar ise, dün­ya ekonomisinde küreselleşmeyi başlatan yıl­lar olmuştur. Nitekim, bu dönemde ulusal eko­nomiler, dünya ekonomisiyle bütünleşmiş ve bu bütünleşme, ulusal kalkınmanın vazgeçil­mez koşulu haline gelmiştir. 

Dünya ekonomisinde küreselleşme, üretime uluslararası nitelik kazandırmış ve dünya ölçeğinde gelişen büyük sanayi işletme­lerini ortaya çıkarmıştır.'3 Bu anlamda, son 15-20 yıl içinde yüksek teknolojinin sürükleyici baskısıyla dünya piyasalarında kıyasıya bir re­kabetin yaşandığı görülmektedir. Gözlenen tüm bu değişimin, sanayi toplumunun artık aşılıp yeni bir dönemin, yani sanayi ötesi top­lumun ortaya çıkışı olarak algılanması gerek­mektedir. 

II. Bilgi Toplumu 

1. Bilgi Toplumunun Temel Özellikleri 

20. yüzyılın son çeyreği, yeni bir toplum yapısı olan bilgi toplumunun dönemidir. Bu toplum yapısı içinde, sanayi toplumundaki mavi yakalı işçiler, yerlerini beyaz yakalı işçile­re bırakmaya başlamıştır.

Sanayi toplumunda, maddi ürünler önplanda yeralırken; bilgi toplumunda, ileri düzeydeki bilişim teknolojisinin yarattığı bilgi üretimi hakimdir. Artık, bilgi; sürekli üretilebilip artmakta, iletişim ağları içinde taşınabilmekte ve bölünebilir/paylaşılabilir olması ne­deniyle de emek-sermaye ve toprağı ikame edebilmektedir. Sanayi toplumuyla doğal gir­dilerden sanayiye yönelen girdi ağırlığı, böyle­ce bilgi toplumunun ilk aşamasında nitelikli iş­gücüne ve ileri aşamasında da bilişimsel bilgi­ye öncelik tanımakta; bilgi kullanımı da, ulusal sınırları aşıp, küreselleşmeye yolaçmaktadır. Buna göre, bilgi toplumu, niteliksiz veya yarı nitelikli işgücünün yerine, artık üstün nitelikli işgücüne, yani beyin gücüne önem vermekte­dir. 

Bilgi toplumunun değerleri, sanayi toplumununkinden oldukça farklıdır. Sanayi top­lumunda, ulusal ve sınıfsal değerler hakimdir. Bilgi toplumunda ise, ulusal ve sınıfsal değer­lerin yerine, grup değerleri ve inançlar yaygın­dır. Sanayi toplumunun bireyi, ulus ya da sınıf­la bütünleşmek yerine, sosyal grupla bütünleş­meye yönelmektedir. 

Sanayi toplumunda işçi hareketleri ve özellikle grevler, itici güç olma işlevini yüklen­mişken; bilgi toplumunu harekete geçiren güç, sivil hareketlerdir. Yine, sanayi toplumunda bireyin özgür kılınmasına çalışılırken; bilgi toplumunda insan ile doğanın ortak yaşayışını içeren globalizme ağırlık verilmektedir. Sana­yi toplumu, işsizlik veya savaş ya da faşizm bi sorunları toplum sorunları olarak görürken; bilgi toplumu, terör ve kişisel dokunulmazlık­ların kaldırılması gibi konulara önem vermek­tedir. 

2. Bilgi Toplumunun Endüstri İlişkilerine Etkisi

a) Sendikalaşma 

Sendikalaşma eğilimi yüksek olan ülke­ler dahi, 80'li yıllardan itibaren sendikalaşma­da düşüş yaşamaktadır. Bunun temelinde, ekonomik yapıdaki ortaya çıkan değişimdir. Ekonomik yapı içinde istihdamın sürekli daral­ması, sendika üye sayısını aşağıya çekmekte­dir. Bunun içindir ki; ücret sendikacılığının ye­rine, artık üyelerine istihdam olanağı sağlaya­cak ve onları işsizliğe karşı koruyacak işçi sen-dikalanna gereksinme duyulmaktadır. Bunun gibi, ideolojiye dayalı işçi sendikalan (sınıf sendikacılığı) da, sosyal çelişkilerin önemini yitirdiği refah toplumlarında hızla üye yitir­mektedir 

Yine, bilgi çağındaki teknolojik geliş­meler, beyaz yakalılar ile kadın ve genç işçi oranını artırmaktadır. Bunlar, çoğunlukla, ati­pik istihdam biçimleriyle çalıştınlan kesimler­dir. Anılan işçi gruplarının öteden beri sendi­kalardan uzak durmalan ise, işçi sendikacılığı­nı olumsuz yönde etkilemektedir 

Diğer yandan, bilgi çağının ortaya çıkar­dığı esnek istihdam biçimlerine, işçi sendikala­rının genel olarak kuşkuyla baktıkları görülür. Bu yüzden, esnek (atipik) istihdam biçimleri­nin, genelde işçi sendikalannca sıcak karşılan­madığı bilinen bir gerçektir. 

Bilgi toplumunun endüstri ilişkilerine sağladığı esnekliğe karşı işçi sendikalarında doğan endişeleri; esnek iş sürelerinin, işçinin işverene olan bağımlılığını çoğaltacağı ve top- fil iş sözleşmesi hükümlerinin ortadan kaldırıl­masına-, yönelik olduğu ve işverenleri masraf-tan kurtararak, işçi istek ve gereksinimine uy-Jgün bir iş Süresine erişilemeyeceği biçiminde özetlemek mümkündür. Sözkonusu endişele­rin kaynağında da; atipik istihdam biçimleriyle çalışanların sendikalaşma oranının düşüklüğü yüzünden, bu tür istihdam biçimlerini yaygın­laştırmanın işçi sendikalarının mücadele gücü­nü zayıflatacağı kuşkusu yatmaktadır. 

Bilgi toplumunun sendikaları, endüstri ilişkilerindeki değişimin üzerlerinde yarattığı etki sonucunda, karşı yanla (işveren kesimiy­le) olabildiğince işbirliğine gitme durumunda kalmaktadır/7' Bilgi çağında ortaya çıkan tek­nolojik gelişmeler ile bunların istihdam üzerin­de yarattığı daralmalar, işçi sendikalarının ön­celikle akdi iş güvencesi ve işsizlikle mücade­leye ilişkin diğer önlemlere ağırlık vermelerine . yolaçmaktadır. Bu bağlamda, yer yer işçi sen­dikalarının, iş güvencesi karşılığında yüksek ücret artışlarından vazgeçip özveride bulun­dukları görülmektedir. Ayrıca, uluslararası pa­zarlarda yaşanan kıyasıya rekabet de, işçi sen­dikalarım ulusal düzeyde işbirliğine yönelt­mektedir.

işçi sendikalarının işbirliğine gidişini gösteren diğer bir olgu, verimlilik konusuna iş­letme yönetimlerinin dışında işçi sendikaları­nın da eğilmeleri olgusudur. Gerçekten, işçi sendikaları, verimlilik alanında yavaş yavaş iş­verenlerle işbirliği yapmakta ve işyerinin yöne­timine katılma sırasındaki olumsuz tutumlarını terketmektedir. Böylece, işçi sendikalan, şim­diye kadar olduğundan farklı olarak, artık ve­rimliliğin salt işletme sahiplerini ilgilendiren bir konu olmadığını algılamaya başlamışlardır. 

b) Toplu Pazarlık

Sanayi toplumu, esas olarak, sendikal örgütlerde biraraya gelen işçi ve işveren örgüt­lerinin çalışma koşullarım topluca, yani bu ko­şulların uygulanacak olduğu işçilerin bireysel niteliklerini gözardı etmek suretiyle belirlemeleri düşüncesini temel almıştır. Bilgi toplumu ise, sanayi toplumu içinde gelişen toplu pazar­lık anlayışından değişik olarak, işçilerle teke tek görüşmeye ve böylece onların bireysel nite­liklerini önplana çıkararak, herbiri için ayrı ayrı çalışma koşullarını belirlemeyi benimsemekte­dir. Bunun sonucunda, işletmelerde insan kay­naklan bölümü, ağırlık kazanmaya ve toplu gö­rüşme/sözleşme seksiyonları da, eski önemle­rini yitirmeye başlamıştır, insan kaynaklan yö­netimi ise, işçi sendikalarını aradan çıkarabil­mekte ya da bunların önemini ikinci plana ata­bilmektedir. Kalite çemberleri ve iç istihdam pi­yasalarının oluşturulması gibi uygulamalar, hep bu doğrudan ilişkilere dayanmaktadır. 

Sanayi toplumunun toplu pazarlık anla­yışı içinde, atipik istihdam biçimlerine yönelen bireyi temel alan düzenlemelere toplu iş söz­leşmelerinde yerverilmemiştir. Bilgi toplumun­da ise, yapılacak toplu iş sözleşmelerinin, es­nek istihdam koşullarında çalışanları gözönün-de bulundurması ve bunlan dışlayıp kapsam dışına itmemesi gerekir. 

Geleneksel olarak işçi sendikalan, toplu pazarlık düzeyini makro düzeyinde tutmaya çalışmaktadır. Bilgi toplumuna geçişle birlikte ise, sözkonusu düzeyin artık mikro düzeye kaydığı görülmektedir. Bu geçiş hareketi ise, toplu pazarlık güçlerini görüşme masasında korumak endişesiyle pazarlığı hep makro dü­zeyde tutmuş bulunan işçi sendikalannın varlı­ğını tehlikeye sokmuştur. 

c) Üretim 

Sanayi işletmeleri, günümüzde bilgi ça­ğının etkisiyle, eski yönetim anlayışlannı ter-ketmek zorundalar. Bu konudaki yeni eğilim­lere değinmek gerekirse; günümüzde Fordist çalışma düzeninin kitlesel üretime yönelik tek bir model ve standart mal anlayışının yerini, yavaş yavaş esnek uzmanlaşmaya dayalı esnek üretim sistemleri almaktadır. Bunun da nede­ni, günümüzde kitlesel talep yaratma hedefi­nin yerine, daha fazla yenilik getirme ve kalite­yi artırma güdüsünün geçmiş olmasıdır. 

Toplam kalite felsefesinin çalışma yaşa­mına egemen olmaya başlaması, üretimde ka­litenin yeni bir boyut kazanmasına yolaçmıştır. Gerçekten, artık çalışanlar, üretim sürecinin tüm aşamalarında kaliteyi güvenceleyecek bir işlevi üstlenmişlerdir. Böylece, ürün kalitesi, hem bütünsel ve hem de sürekli bir etken ol­ma niteliğini kazanmıştır. Buna bağlı olarak, üretimde sıfır hata anlayışı, üretimin ana motif­lerden biri olmuştur. 

Bilgi çağında ortaya çıkan bu yeni eği­limlere uygun olarak, beyaz yakalılar ile mavi yakalıları artık kesin çizgilerle birbirlerinden ayırmak, son derce güçleşmiştir. Çünkü, her iki kesim, üretimin sorumluluğunu baştan iti­baren üstlenmiş bir organizasyon içinde birbi­rine kenetlenmiş durumdadır. Sanayi toplumu ise, beyaz yakalıların tamamen üretim süreci­nin dışına çıkarılması ve bunların, özellikle planlama faaliyetlerinin yürütüldüğü bölümle­re taşınması düşüncesini egemen kılmıştır 

d) İstihdam 

Sanayi devriminin yerini bilgi çağında global ekonomi ile bilgi teknolojilerine bırak­ması, işletmeleri artık ulusal sınırların dışında düşünmeye zorlamaktadır. Gerçekten, 90'lı yıl­lardan itibaren gittikçe hızlanan küreselleşme süreci, uluslararası piyasalara açılacak ekono­miler için, rekabet sorununu beraberinde ge­tirmiştir. 

Bilgi toplumunda rekabetin başarı şansı; tüketici isteklerine uygun, kaliteli ve ucuz mal üretmeye bağlıdır. Hammadde bulunmasından rakiplerin kimlerin olduğuna kadar tüm konu­larda işletmeler, artık dünya ölçeğinde düşün­mek ve karar almak durumundadır. Bu bağ­lamda, istihdamın artınlması, günümüz endüst­ri ilişkilerinin temel amaçlan arasında yer almaktadır. Buna göre, bilgi toplumu da, istihda­mın önüne dikilen engelleri aşmak zorundadır. 

Günümüzde  işletmelerin  istihdamda bağlı olduklan hukuk kuralları, özünde katı niteliktedir. Sözkonusu katılık; istihdama yöne­lik mevcut kuralların, genelde aksi kararlaştırılamayıp mutlak buyurucu nitelikte olmaların­dan kaynaklanmaktadır. Bunun dışında, dev­let, birtakım zora dayalı kamu hukuku yaptırımlanyla, istihdam kurallarının işletmelerde uygulanmasını güvencelemeye çalışmakta­dır. 

Bilgi çağının yarattığı uluslararası reka­bette Türkiye'deki işletmeleri, yüksek işsizlik oranı ve işgücü maliyetleri gibi faktörlerin ya-nısıra, istihdamdaki katılığın önemli ölçüde olumsuz biçimde etkilediği görülmektedir. İs­tihdamın önündeki engeller içinde; özellikle, makro düzeyde öngörülen sosyal siyaset he­deflerine hizmet etmekten çok, istihdamı da­raltan istihdam zorunluğu ve fon kesintisi uy­gulamalarını belirtmek mümkündür. Bu abartı­lı yasal düzenlemelerin, makul düzeylere çe­kilmesi gerekir. Bunun gibij istihdamda esnek­liği ortadan kaldıran çalışma saatleri düzenle­melerine de esneklik kazandmlmalıdır. Sözko­nusu istihdam engelleri mevzuattan çıkanlma-dığı sürece, Türkiye'nin uluslararası rekabet gücünü korumanın ve giderek bilgi toplumu sürecine girmesini sağlamanın olanaksız oldu­ğu gözden uzak tutulmamalıdır. 

Son söz 

Çağımızda en büyük güç, ünlü yazar Alvin Toffler'in anlatımıyla, bilgi'dir. Bilginin en devrimci özelliği ise, yine aynı yazara göre, za­yıfların ve yoksulların da sahip olabileceği bir-şey olmasıdır ve yaklaşan güç mücadelesi, bil­gi dağılımı ve bilgiye ulaşmakla belirlenecek­tir Bilgi çağının belirtilen bu özelliği, dün­yada soğuk savaşı sona erdirebilmiş ve endüst­ri ilişkilerinin de, rekabet içinde diyalog ve iş­birliği içinde gelişmesi ortamını hazırlamıştır. 

80'li yıllara kadar devlet korumacılığı sayesinde belli bir düzeye gelmiş olan Türk sa­nayii, bu tarihten itibaren uluslararası rekabete (dünya piyasalanna) açılma gereğini duymuş­tur. 1 Ocak 1996 tarihinden itibaren Avrupa Birliği'yle girilen gümrük birliğinin temelinde de, aynı rekabet gücünü artırma isteği yatmak­tadır. Bütün bunlar, Türkiye'nin gelişen bilgi çağına ayak uydurmaya çalışmasının temel göstergeleridir. Türkiye'nin rekabet gücünü ar­tırıcı endüstri ilişkileri politikalarının uy­gulamaya yerleşmesi, bu hedefe ulaşmayı daha da kolaylaştıracaktır.
 

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005