Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Cumhuriyet ve Demokrasi Anlayışımız 

Türk Dil Kurumu'nun hazırlamış olduğu Türkçe Söz­lük 'te, Cumhuriyet; Milletin, egemenliği kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği milletvekilleri aracılığı ile kullandığı devlet biçimi. (Arapça Cumhuriyet). Demokrasi ise; Yunanca kaynaklı bir kelime. Demos: Halk, Kratos: İkti­dar kelimelerinin birleşik hali olan Demokrasi; Halkın egemen­liği temeline dayanan yönetim biçimi olarak tanımlanıyor.

Cumhuriyet ve demokrasi ikilisi, özde halkın kendi kendi­ne idare etmesi veya idare edecekleri kendi seçmesi olarak bir anlamda aynı kaynakta birleşmektedir. Türkiye devleti bir cum­huriyettir. Türkiye Cumhuriyeti, demokratik bir hukuk devleti­dir. Çok güzel... Ancak bugün bu iki kavramın anlamları ne de­rece uygulama aşamasına geçirilmiştir? Gerçekten Türkiye'yi Türk halkı mı yönetmektedir? Yoksa kavram kargaşası mı ya­şanıyor? Bu soruların üzerinde biraz duralım. 

Anayasal olarak Türkiye devleti bir cumhuriyettir. Halk, belirli aralıklarla yapılan seçimlerde vekil tayin eder. Seçilen vekiller, Ankara'da bulunan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde, seçmeni olan Türk halkını temsil eder. Bu da doğru. An­cak nasıl temsil eder, orası tartışma konusu. Dilerseniz burada temsil etmeyi biraz açalım. 

Temsil etmek; hak ve görev bakımından veya bir­çok kimse adına davranmak. Vekil ise; Birinin, işini görmesi için kendi yerine bıraktığı veya yetki verdiği kimse olarak tarif edilmektedir. Böylece milletvekili demek, milletin Ankara'daki yönetim konusundaki tüm işlerini yürütmesi için yetki verdiği kimsedir. Yetki veren millet, yetki alan milletvekili olunca, şüphesiz ikisi arasında ilişkiler olması doğaldır. Ancak bu iliş­kilerin karmaşık bir hal alması, hem millet için ve hem de vekil için çok sıkıntılar ortaya çıkarmasına yol açmaktadır. Sonuçta cumhuriyet ve demokrasi kavramları anlamından ödünler ver­mektedir. Yani bir bakıma cumhuriyet ve demokrasi anlayışı değişmektedir. 

Halk, vekiline vermiş olduğu emanetin devlet olduğunu hiç bir zaman unutmamalıdır. Vekil de, halktan aldığı bu ema­neti hakkıyla korumalı ve en iyi şekilde idare etmelidir. Yoksa, karşılıklı olarak güvensizlik ortamı doğar. Sonuçta da, sistemde sancılar başlar. Sancılı bir sistemin de, sağlıklı işlemesi müm­kün değildir. 

Cumhuriyet ve demokrasinin sözkonusu olduğu ortamlar­da, millet ile vekili arasında sağlıklı bilgi alış-verişi sağlanması icab eder. Vekillerin seçildikten sonra, sık sık milletinin istekle­rini göz önüne alması gerekir. Millet, seçmiş olduğu vekili ile her an istişare yapabilmelidir. Bunun için de, vekillerin seçil­dikleri seçim bölgelerinde çalışma yeri olarak "Halk İstişare Bürosu" açması ve bu büroya en az ayda iki veya üç kez gelip, halkmı dinlemesi gerekmektedir. Yoksa halkı ile kopuk, sadece seçim döneminden seçim dönemine, milletine çeşitli yalan vaadlerle kandırma yoluna gidebilmektedir. Bu da, karşılıklı gü­vensizlik ortamı oluşturmaktadır. Eğer seçim bölgelerinde, Halk İstişare Büroları açılırsa, Ankara'daki Meclis daha rahat çalışacak ve vekiller çalışma ortamı içindeyken halk tarafından hiçbir zaman rahatsız edilmeyecektir. 

Cumhuriyet ve demokrasinin söz edildiği bir devlet, her-şeyden önce bir hukuk devletidir. Hukukun işlerliği ise, tüm toplum üzerine eşit olarak sağlanmalıdır. Millet üzerine işlerliği olan hukuk, eğer vekilleri üzerinde yaptırım gücü olmazsa gü­dük kalır. Bu nedenle, hukukun üstünlüğü ve işlerliği vekiller üzerinde de sağlanmalıdır. Bunun için, milletvekillerinin sahip oldukları "Dokunulmazlık" hakkı sınırsız olmamalıdır. Görevi­ni kötüye kullanan herhangi bir vekil, hukukun çizdiği çerçeve içinde hemen yargılanabilmelidir. Bunun için de, Adalet meka­nizması, partilerüstü bir düzeyde tutulmalıdır.

Millet, vekiline verdiği yetkiyi yanlış anlamamalıdır. Mil­let, vekiline devletin yönetimi için vekalet vermiştir. Yoksa kendisine iş bulmak için değil. Gerçi ülkede iş imkanları yarat­mak ve işsizliği önlemek vekillerin görevi arasındadır amma vekiller hiçbir zaman İş ve İşçi Bulma Kurumu değildir. Malesef halkımız, seçtiği vekilini en çok bu konularda rahatsız et­mektedir. Hal böyle olunca, Milletvekillerinin bir kısmı, iş taki­bi yapmaktan meclise gelme imkanı bulamamaktadırlar. Böyle­ce vekillerin esas görevi olan devleti iyi idare etme işlevi aksa­maktadır. 

Herşeyden önce, halkın idaresi olarak tanımlanan demok­rasi ve vekil tayin edilerek devletin idare edilmesi demek olan cumhuriyet, bir ülkede kavram olarak doğru algılanmalıdır. Haksız isteklerin kabulü için, demokrasi ve cumhuriyet kav­ramlarının arkasına sığınılmamalıdır. Sözün özü, keseri kendi tarafına yontan bir anlayış olmamalı. 

Millet olarak dürüst, çalışkan, seçim zamanında devletin iyi idare edilmesini sağlayacak vekillerin seçiminde isabetli ka­rar veren bir kişiliğe sahip olmalıyız. Seçtiğimiz vekiller de, dü­rüst, adil, ülke kalkınması için isabetli politikalar üreten, üstün kişiliklere sahip olan insanlar olmalıdır. İşte o zaman cumhuri­yet ve demokrasi tam işlerlik kazanır. 

Bir başka örnek ise, Doğu Anadolu Bölgesi verilebilir. Bu bölgemizde, toplumsal düzenin oldukça sert ve disiplin içinde olması, örf ve adetlere sıkı sıkı bağlı kalınması gibi özellikler, kuşkusuz ithal hukuk yasaları ile uyumsuz kalınmasına neden olmuştur. Böylece, Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana, kanun adamları ile karşı karşıya gelen bölge halkının bir kısmı, çareyi dağa çıkarak eşkiya olmak zorunda kalmıştır. Kuşkusuz bu ör­nekler çoğaltılabilir. Çünkü her bir coğrafî bölgemizin, doğal ve beşeri çevreleri farklıdır. Bu sebeble, Türkiye genelinde, hu­kuk uygulaması ile çevre arasında oldukça fazia uyumsuzluk görülmektedir. Bu uyumsuzluk da, hukukçularımızı yıllardır uğraştırmaktadır.

Cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllarda, belki de kanun yapa­cak kadar yeterli hukukçumuz yoktu. Ancak bugün ülkemizde, değil yeterli derecede hukukçu olması, hatta bu alanda enflas­yon bile sözkonusudur. Sanırız artık, Türk hukukçuları, kendi kanunlarını yapacak düzeye gelmişlerdir. 

Tarihteki büyük Türk devletleri, hep kendi sosyal çevresi­ne uyum sağlayan hukuk düzeni ile bölge ve dünya hakimiyet­lerini uzun süre ellerinde tutmuşlardır. Lider Ülke, Büyük Ülke idealleri, ancak sağlam bir toplum düzeni ile mümkün olur. Sağlam bir toplum düzeni ise, halkı ve çevresiyle barışık bir hu­kuk düzeni ve uygulaması ile gerçekleşir. 

Doç. Dr. Ramazan OZEY

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005