Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Dış Ticarette Yeni Yaklaşımlar

Anahtar Kelimeler; Dış Ticaret, Dış Ticaret İhracat, Dış Ticaret Mevzuatı, Dış Ticaret Türkiye

Türkiye'nin 1965-1980 arasındaki sanayileşme politikasının ithal ikamesine dayalı bir politika olduğu ve sanayinin dış rekabete kapalı kapılar ardında etkinlik ve verimlilikten uzak çalıştığı ve uluslararası rekabet gücünün olmadığı şeklindeki yaygın eleştiriler 24 Ocak 1980 kararları arkasından ekonomi politikasının gündemini oluşturmuştur. 1980 sonrasındaki politikaya dışa dönük bir ekonomi yaratma fikri hakim olmuştur. Son 14 yılın bu politikasının geldiği nokta tartışmaya açılıp sorgulanmadan yeniden bu ekonomiyi ihracat kurtarır sözlerinin biraz daha yüksek sesle çıkmaya başladığını görüyoruz. 

Paul Krugman, ABD'nin genç kuşak iktisatçıları içinde önemli yeri olan bir akademisyen. MİT de çalışan Krugman'ın mukayeseli üstünlüğünün olduğu alan ise uluslararası iktisat ve finans. Bugün Krugmanın asıl önemli çalışma alanları ve iktisada katkılarına değinmeyeceğim. Dış ticaret tartışmaları nedeniyle yeniden okuma gereksinimi duyduğum bir çalışmasından söz edeceğim. Bu çalışma Foreign Affairs isimli dergide yayınladı ve Rekabet Edebilirlik - Tehlikeli Bir Sabit Fikir başlığını taşıyor. 

Delors Avrupada işsizliğin temel nedeninin ABD ve Japonya ile rekabet gücünü yitirmesi olduğunu ve çözümün altyapı ve yüksek teknolojide bir yatırım programı olduğunu söylüyor. Clinton ise dünyada liderler arasında yaygınlık kazanan bir görüşü ifade ediyor ve her ulusun global pazarlarda rekabet eden büyük bir şirketi gibi olduğunu söylüyor. 

Krugman konuyu üç noktada sorguluyor. Birincisi rekabet gücünü ampirik açıdan test ediyor. İnsanların rekabet gücü dendiğinde üzerinde hiç düşünmediklerini ve ülke ile şirket arasındaki benzetmeyi yanlış bir biçimde hemen kabullendiklerini söylüyor. Bir ulusun rekabet gücünü tanımlamaya kalkmak bir şirketinkini tanımlamaktan çok daha sorunludur. Bir şirket için kar önemlidir ve kar edemeyen şirket piyasada kalmaz. Bu nedenle şirket rekabet gücüne sahip değil dediğimizde pazar pozisyonunun kendini ayakta tutamayacak durumda olmasını kastediyoruz. Performansını iyileştiremeyen şirket pazardan çıkar. Diğer yandan ülkeler şirketler gibi iş hayatlarını sona erdirmezler. Ekonomik performanslarından mutlu yada mutsuz olabilirler, ama bir ülkenin iyi tanımlanmamış bir kar zarar rakamı yoktur. Bazıları bir ülkenin ulusal ekonomisinin kar zarar yada sonuç rakamının onun ticaret dengesi olduğunu söylemektedir. Bunlara göre ülkenin rekabet gücü dışardan aldığının daha fazlasını dışarıya satabilme gücü ile ölçülebilir. Krugman buna farklı bir biçimde yaklaşıp bir ticaret fazlasının ulusal zayıflığın, açığın ise güçlülüğün işareti olabileceğini söylemektedir. Dış ticaretin göreli payının düşük olduğu bir ülke açısından denge sağlama gücü kambiyo kuruna dayanmaktadır. Böylesi bir ekonomide yaşama standardının yükselmesi büyük ölüde ülke içi faktörler ve bunların verimliliği tarafından belirlenmektedir. Dış ticaretin önemli olduğu bir ülkede ise rekabet gücü ticaret hadlerinin düşürülmesine dayanmaktadır ve bu da o ülkedeki insanların yaşam standartlarının kötüleşmesi anlamına gelmektedir. 

Diğer yandan Krugman önemli bir sonuca daha ulaşmaktadır. Bu da rekabet gücünün verimlilikten farklı bir kavram olduğu Yaşama standardındaki büyüme oranı esas itibariyle ülke içi verimlilik artışı oranına eşittir, rakiplerin verimliliği ile ilgili değildir. Dünya ticaretinin artması bu gerçeği değiştirmemektedir. 

Diğer yandan ülkeler şirketlerin birbirleriyle rekabet ettikleri biçimde rekabet etmezler. Şirketlerden birisinin ürünün başarılı olması pazarda rakibinin pahasınadır. Örneğin Pepsinin başarısının bedelini Coca Colanın ödemesi gibi. Ama ulusal düzeyde bu farklıdır. Bir ekonominin daha iyi üretmesinin bedelini başka ekonominin ödemesi gerekmez. Hatta tam tersi bir piyasadaki iyileşmeden diğer ülkeler de yararlanabilir. Bu nedenle uluslararası ticaret Sıfır Toplamlı bir oyun değildir. 

Krugmanın değerlendirmesinin ikinci boyutu dikkatsiz aritmetik başlığını taşıyor ve rekabet konusundaki bazı yanlış değerlendirmeleri irdeliyor. Bu konulardaki yanlışlardan birisi işçi başına yüksek katma değer üreten endüstrilerin emeğe kıyasla yüksek sermaye rasyosuna sahip olan endüstriler olmasıdır. Bunlardan bir diğeri emek maliyetlerine ilişkin olarak yapılan değerlendirme ve kıyaslamaların kurlarda gerekli düzeltmeler yapılmadan kıyaslanması. Politikacılar rekabet kavramını politik bir araç olarak kullanmaktadır. 

Üçüncü konu rekabet konusundaki sabit fikirlilikten kaynaklanıyor. Krugman bunu yanlış ve tehlikeli buluyor ve uluslararası ekonomik sistemi tehdit ettiği kanısında. Bu sabit fikirin birinci tehlikesi hükümetlerin rekabet gücünü sağlayacağız diye para israf etmeleridir. İkincisi bu saplantının ticaret savaşlarına ve korumacılığa yol açabilmesidir. Üçüncüsü ise rekabet konusundaki yargının ekonomik tartışmalarda ve politika oluşturmasında dolaylı etkileridir. Bir başka deyişle rekabet sabit fikri iç politikanın kalitesi üzerine bozucu etki yaratabilir. 

Krugman sözlerini şöyle bitiriyor: "Gerçeği söylemekle işe başlayalım: rekabet gücü, ulusal ekonomilere uygulandığında anlamsız bir kelimedir. Ve rekabet gücü saplantısı hem yanlış hem de tehlikelidir." 

Buradan çıkardığım sonuçlar var. İthal ikameci denilerek eleştirilen sanayileşme politikasına geçmişte kanımca biraz haksızlık yapılmıştır. Türk halkının yaşam standardını yükseltmek içerideki ulusal üretime ve bundaki verimliliğe dayanır. İhracat yapmak mutlaka o ülkenin üretim yapısının verimli olduğunu göstermez Dışarıya mal satabilmek ve ihracat fazlası vermek verimlilikten çok kur ve sübvansiyon politikası gibi parasal araçlara ve dış ticaret hadlerinin düşülerek ülke insanının yaşam standardının bozulmasına dayanabilir. Nitekim Japonyanın dış ticaret fazlası vermesinin ortalama Japonun ortalama Amerikalıdan daha yüksek bir standardına yol açmadığını biliyoruz. Türk halkının son yıllarda arttığını sandığımız yaşam standardı da 1980 sonrasında artan ihracatına değil daha çok sanayi üretimine ve 1980lerin ortasında hızlanan dış borçlanmasına dayanmaktadır.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005