Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Mülki İdare Amirliğinin Bugünkü Durumu 

Galip Demirel 

Türkiye'de, çok partili döneme geçildi­ğinden bu yana, Türk Kamu Oyunda genel bir kanaat yer etmiştir. "Demokrasi değil mi, iste­diğimi söyler, istediğimi yaparım", Bu yaygın düşünce, insanı ister istemez demokratik re­jimlerde, ilkelerin, plan ve prensiplerin geçerli olmadığı, her şeye bir keyfiliğin hakim olması gerektiği intibaına sevk ediyor. Oysa, totaliter rejimlerde var gibi gözüken disiplinden çok daha fazlası, demokratik düzenlerde mevcut­tur. Totaliter rejimler, istisnalara alabildiğine yer veren bir yönetim tarzı olmasına karşılık, demokrasilerde istisna işlemlere, ayncalık ya­ratan davranışlara yer yoktur. Totaliter rejim­lerde, görünüşte var imiş gibi gözüken, kanun önünde eşitlik, Temel Hak ve Hürriyetlerden yararlanma, vatandaşlar arasında olması gere­ken fırsat eşitliği, gerçekte demokrasi ile idare edilen ülkelerin çok gerisinde kalmaktadır. 

Yazıma, bu girişi yapmamın amacı; Ül­kemizde çok partili döneme geçildiğinden bu yana demokrasi ile idare edilmeyi, bir nevi keyfilik olarak algıladığımızı vurgulamak içindir. 

Bu düşünce geniş halk kitlelerinde var olduğu gibi, Devleti yönetenlerimizde ve siya­si iktidarı ellerinde tutarlarımızda da mevcut olagelmiştir.

Keyfi tutum ve davranışlar, kendini yasaların üzerinde görme heves ve alışkanlığı, Türk idaresinin üzerinde devamlı bir baskı un­suru olagelmiştir. İdare kendisini bir türlü ta­rafsız şahsiyetli, etkili ve faydalı konuma geçirememiştir. 

Tek parti dönemlerinde, İdarenin ba­ğımsız ve tarafsız görev yapması -zaten düşü­nülemezdi. Zira siyasi iktidar tarafından çizi­len, siyasi ve ekonomik görüşlerin uygulan­ması, İdarenin asli görevlerine sayılmıştır. Vali ve Kaymakam, hem Devletin ve Hükümetin temsilcisi, hem İktidardaki partinin o il veya il­çedeki başkanı sıfatını taşıyordu. Taşra'da güç odaklarının tamamını temsil etmesi sebebiyle de "dediğim dedik" bir yönetim sergiliyorlardı. O zamanlar halk arasında yaygın olan İdare anlayışına göre en iyi idareci "cart, curt" etme­sini en iyi beceren kimse olarak görülüyordu. Ne zaman ki çok partili döneme geçilmiş, ida­re ile siyasi iktidar temsilcileri arasında uyum­suzluklar da baş göstermeğe başlamıştır. 

Tek parti döneminde, idare tarafından yalnız başına kullanılan yetkilere, çok partili dönemde siyasi iktidarların, özellikle taşra teş­kilatları tarafından müdahaleler başlamıştır. Kendi istekleri doğrultusunda icraat yapıl­masını isteyen, bir takım keyfi tasarrufların ya­pılmasını talep eden siyasi iktidar temsilcileri (taşra örgütleri, parlamenterler, hatta bakan­lar), bu arzularının gerçekleşmesi oranında idareye yakınlık duymuşlardır. Arzularına eri­şemedikleri zaman ise, merkezi idareye baskı yapmak şartı ile yöneticileri, özellikle vali ve kaymakamları görevden aldırma veya naklet­tirme girişimlerinde bulunmuşlar, çoğu zaman da bunda basan göstermişlerdir. Daha kötüsü, vali ve kaymakamların yetkileri, kanunlar ve­ya idari tasarruflarla kısılma yoluna gidilmiştir. Yetki ve görevlerin temsil yetkisi olmayan ku­ruluşlara devredilmesine çalışılmıştır. 

İdari yapıda meydana gelen bu görev ve yetki erozyonu, tek parti döneminin sonla­rına doğru kendini belli etmeğe başlamıştır. Bu sebeple 1949 yılında çıkanlan 5442 sayılı 11 İdaresi Kanunu ile, yeniden Mülki İdareye etkinlik sağlamak ve yönetimde birlik temin edilmek istenmiştir. Bu kanunla mülki idare amirlerine gerçekten büyük yetkiler verilmiş­tir. 

Çok partili döneme geçişle birlikte, bu görev ve yetkiler, idare ile siyasiler arasında devamlı tartışma konusu olmuştur. Siyasi ikti­dar temsilcileri İl İdaresi Kanunu ile, merkez­de bulunması gereken birçok yetkilerin ma­halline verilmesinden rahatsız olmuşlar, bu se­beple fırsat buldukça 11 İdaresi Kanunundaki yetkilerin tekrar merkezde toplanmasına çalış­mışlardır. Zaman içinde merkezi idarenin taşra yönetiminde bulunan bir çok görev ve yetki­ler, Bakanlıkların yan ve alt kademedeki kuru­luşlarına aktarılmıştır. Bu tutum, idarede birli­ği, hizmetlerin koordinasyonunu ve verimlili­ğini menfi yönde etkilemiştir. Böylece, taş­rada yürütülen kamu hizmetlerini, Vali ve Kaymakamların denetiminin dışına çıkarma heves ve gayreti giderek bir moda halini al­mıştır. 

Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan bu yana, kabul edilen 1924, 196i ve 1982 Ana­yasalarında "idarenin yetki genişliği" prensibi benimsenmiştir. Ama ne yazık ki fiiliyatta siya­si iktidarlar yetkilerin hep merkezde toplan­ması yönünde gayret göstermişlerdir. 

11 İdaresi Kanununa göre, Vali, Il'de Devletin ve Hükümetin temsilcisidir. Böyle ol­masına rağmen, nedendir bilinmez, Vali ve Kaymakamlar hep İçişleri Bakanlığının bir me­muru gibi görülmüştür. İçişleri Bakanı dışında­ki Bakanlar taşra yönetimi ile ilgili meseleler­de kendi kuruluşunun tl'deki amirine muha­tap olmayı tercih etmişlerdir. Halbuki Vali ve Kaymakamlar, İçişleri Bakanını olduğu kadar, o Bakanları da temsil etmektedirler. 11 İdaresi Kanununa göre "Vali, ilde Devletin ve Hükü­metin temsilcisi, ayrı ayrı her Bakanın idari ve siyasi yürütme vasıtasıdır. "Kaymakamlar ise llçe'de Hükümetin temsilcisidirler. Kanunun bu açık hükmüne rağmen, Bakanlıklar ve bağ­lı kuruluşları, taşra teşkilatlarını İsrarla Vali ve Kaymakamların denetiminden uzak tutmağa çalışmışlardır. Yetkileri, taşra teşkilatlarının başındaki amirlere devretme temayülü içinde ol­muşlardır. Bu bağımsız hareket etme hevesi, bölgesel kuruluşlannm çoğalmasına da neden olmuştur. Bunun yanında daha sonra çıkan­lan, "Bakanlıkların kuruluş ve Teşkilatlanma­ları" Hakkındaki Kanunlarla, İl İdaresi Kanu­nunun Vali ve Kaymakamlara verdiği yetkiler de büyük ölçüde işlemez hale getirilmiştir. Bunlara örnek olarak 3208 Sayılı "Jandarma Teşkilat ve Görevleri Hakkında kanunu," "Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Gö­revleri Hakkındaki Kanunu" ve "Devlet Perso­nel Kanununu" sayabiliriz. Bunun gibi daha birçok kanunu saymak mümkündür. Örnek vermek gerekirse: Vali ve Kaymakamlar asayi­şin korunması, halkın can ve mal gü­venliğinin sağlanmasından birinci derecede sorumlu ve yetkili oldukları halde, bu görevin kırsal alanda yerine getirilmesinde görevlen­dirilmiş olan Jandarmanın amir ve memurları üzerinde "Atama, yer değiştirme, disiplin ve sicil" yönünden hiçbir yetkiye sahip bulunma­maktadırlar. Bu durum, "sorumlu olanın yetki li de olması" prensibine ters düşmektedir. 3208 sayılı Jandarma Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanun" ile bu durum yaratılmışta. Halbuki 1930 larda kabul edilmiş olan ama şimdi yürürlükten kaldırılan "1702 Sayılı Jan­darma Teşkilat ve Vazifeleri Hakkmaki Ka­nun" da Jandarma "kendisine kanun ve nizam­larla verilen görevleri yapmağa ve Hükümet emirlerini ifaya mahsus" bir zabıta kuvveti ola­rak tarif edilmiştir. Bu kanunda Jandarmanın, Silahlı kuvvetlerle ilgisine dair hiç bir hüküm bulunmamaktadır. Jandarma Genel Komutanı, İçişleri Bakanının Teklifi, Başbakanın tasvibi ve Cumhurbaşkanının onayı ile atanır ve aynı usulle görevden alınırdı. 

 

Jandarma subay ve astsubaylarının ata­maları ve yer değiştirmeleri, terfi ve tecziyeleri gibi özlük hakları ile ilgili yetkiler, İçişleri Ba­kanlığına verilmiştir. İl Jandarma alay komuta­nı dışındaki bütün rütbeliler, İl emrine tayin edilir, görev yerleri Valiler tarafından belirle nirdi.

Bu yetkiler konsey döneminde çıkan­lan 3208 Sayılı kanunla yürürlüken kaldırılmış, Jandarma Genel Komutanlığı, İçişleri Bakan­lığına bağlı imiş gibi görünen ama fiiliyatta Genel Kurmay Başkanlığına bağlı bir askeri kuruluş haline getirilmiştir.

İçişleri Bakanlığı bütçesi içinde yer alan jandarma Genel Komutanlığı bütçesinden te­min edilen araç ve gereçler, İçişleri Bakanı da­hi talep etse, Genel Kurmayın izni alınmadan kullanılamazlar. 

Jandarma teşkilat ve görevleri hakkın­daki kanun, yetkilerin kısılmasına tek örnek değildir. Vali ve Kaymakamlara, İl idaresi ka­nunu ile verilen, personel, atama, yer değiştir­me, disiplin cezası verme gibi yetkileri de muhtelif kanunlarla ya ortadan kaldırılmış, ya­hut da, İl idaresi kanunu hükümleri diğer teş­kilat kanunlan karşısında "yargı mercilerince" genel kanun hükmünde kabul edildiğinden, fiilen uygulanamaz duruma getirilmiştir.

Bugün Vali, bir odacıyı dahi doğrudan atama yetkisine sahip bulunmamaktadır. An­cak ilgili Bakan atama yetkisini Vali'ye, devret­tiği takdirde bu mümkün olabilmektedir. Zira 1981 yılında çıkarılan 2451 sayılı "Bakanlıklar ve Bağlı Kuruluşlarda Atama Usulüne İlişkin kanun" bu yetkiyi ilgili Bakana vermektedir. Vali ve Kaymakamların sahip oldukları yetki­lerin, başka makam ve kuruluşlara devredil­mesi, vali ve kaymakamlann maiyetlerindeki memurlara dahi sözlerini geçirememesi sonu­cunu doğurmuştur. Bu memurlar, kendilerini sadece kendi Bakanlığına veya politik bir ta­kım mercilere bağlı hisseder duruma girmişler­di.

Bütün bu tutum ve davranışların sonu­cu, mülki idare, büyük ölçüde etkinliğini, ça­lışma şevkini yitirmiş, vatandaş nezdindeki iti­barını da kaybeder olmuştur. 

Mülki İdarenin yeniden ele alınması, görev alanı, yetki ve sorumluluklarının yeni- den düzenlenmesinde büyük fayda ve zaruret vardır.

Görev alanı, yetki ve sorumlulukların

 yeniden düzenlenmesi kanaatımızca iki şekil-de olabilir. 

1-  Türkiye Cumhuriyeti devleti, üniter bir devlet olduğuna göre, merkezi idarenin taşradaki temsilcisi olan vali ve kaymakamla­rın; merkezi idarenin taşradaki bütün hizmet birimlerinin istisna gözetilmeksizin çalışmasın­dan, denetiminden, koordinasyonundan, ara­larındaki işbirliğinden birinci derecede sorum­lu ve yetkili kılınmasını sağlayacak kanuni dü­zenlemelerin vakit kaybetmeksizin gerçekleştirilmesi; 

2-  Üniter Devlet düşüncesini bir tarafa bırakıp, İl özel idaresinin başı olarak valilerin, seçimle iş başına getirilrnesini, görev ve yetki­lerinin buna göre yeniden düzenlenmesini sağlıyacak tedbirlerin alınması;

Valilerin seçimle iş başına getirilmeleri, mevcut Anayasa düzenine aykırı bulunmakta­dır. Kaldı ki, ülkemizin bugünkü şartlarında gerçekleşmesi çok zor ve sakıncalar yaratabi­lecek bir düşüncedir.

Türkiye'nin mevcut üniter yapısına sa­dık kalınarak mülki idarenin yeniden etkili ve yetkili hale getirilmesi, ülke şartlan bakımın­dan en salim yol olarak gözükmektedir. Bunu gerçekleştirmenin en kısa ve pratik yolu, çe­şitli kanunlarla uygulama imkânı ortadan kal­dırılmış bulunan 5442 Sayılı İl İdaresi Kanunu­nun hükümlerini yeniden hayata geçirmektir. Zira İl idaresi kanununda mevcut görev, yetki ve sorumluluklar, İdarenin bütünlüğünü, et­kinliğini, kuruluşlar arasındaki koordinasyo­nu, hizmetlerin verimli ve süratli bir biçimde gerçekleşmesini sağlayacak niteliktedir. Bunu gerçekleştirmek ise, göründüğü kadar zor ve külfetli bir işlemi gerektirmemektedir. Çıkarılacak bir kaç maddelik bir kanunla sonuca varmak mümkündür.

Bu kanun tasarısı aşağıdaki hükümleri ihtiva etmelidir. 

1-  Diğer kanunların, İl idaresi kanunu­na aykırı hükümleri yürürlükten kaldırılmıştır.

2- İl yönetimi ile ilgili konularda, İl ida­resi kanunu, özel kanun hükmünde kabul edilir.

3-  Bu kanunun yayımı tarihinden itiba­ren yapılacak mevzuat düzenlemelerinde, İl idaresi kanunu hükümleri esas alınır.

4-  Hizmet alanı birden fazla İI'i kapsa­yan otoyollar, büyük barajlar ve orman hiz­metleri dışındaki bölgesel kuruluşların görev ve yetkileri, İl esasına uygun şekilde yeniden düzenlenir.

5- Olağanüstü Hal Bölge Valiliği statüsü erdirilir. Olağanüstü Hal Kanununda be­lirtilen yetki, görev ve sorumluluklar, olağan üstü hallerde kullanılmak üzere İl valilerine devredilir.

6-  İl Özel İdareleri, İl çapında halkın mahalli ve müşterek hizmetlerinin yerine geti­rilmesinden sorumlu yerel yönetimler haline getirilir. İdari ve mali özerkliğe kavuşturulur. 

Merkezi İdarenin yetkileri, idari vesayet ve de­netimle sınırlı hale getirilir. Buna paralel ola­rak Özel İdarelerin genel bütçe vergi gelirle­rinden aldıkları pay, devredilen hizmetler ora­nında artırılır.

Yapılan bu düzenleme ile hem taşra yö­netimleri güçlendirilmiş olacak, hem de Ba­kanlıklar kendi asli görevlerini daha iyi yapa­bilme imkânına ve zamanına sahip olacaklar­dır. Bakanlıklar aynı zamanda Denetleme, destekleme ve genel politikaları belirleme gö­revlerini, daha etkili bir şekilde gerçekleş­tirme imkânına kavuşacaklardır.

Böyle bir düzenlemeyi gerçekleştirmek hem zor olmıyacak; hem de Ülkemizin Mer­kez ve Taşra yönetimi, bugünkü perişanlık ve dağınıklıktan büyük ölçüde kurtarılmış ola­caktır.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005