Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Pax-Europeana (Avrupa Düzeni) 

Oğuz Gökmen 

XX.nci asra artık veda etmek üzereyiz ; Yeni bir yüzyılda başlamak için şunun şurasın­da ne kaldt ki? Aslında insanlık âlemi sadece yeni bir yüz yıla girmekle kalmıyor İsa takvi­minin üçüncü bir bin yıllık dönemine başlıyor. Bu çok önemli bir olaydır. Herkes sağına solu­na bakarak, kendisine bir çeki düzen vermek, üçüncü bin yıla açılan dar kapıdan mümkün olduğu kadar derlitoplu, hazırlıklı ve güven­celi geçebilmeyi tasarlıyor. Bu bakımdan ha­len dünyamızda Politico-economico-sosyal fa­aliyetlerin trafiği şimdiye kadar hiç görülme­dik ölçülerde artmıştır. Her alanda büyük de­ğişimler yaşanıyor. XXI. nci aşrın dar kapısın­dan dünyamızın hangi düzen içinde, bunca olumsuz ve lüzumsuz problemler bagajı ile nasıl geçebileceği tartışılıyor. 

Geçmişte dünyamızın düzeni, dönem­lere hükmedenlerin adı ile anılırdı. Pax Roma­na vardı, Pax Christiana geldi. Osmanlı Avru-paya çıkınca Pax Ottomana bir süre düzeni elinde tuttu. Pax Britannica kısa sürdü. Ardı ardına gelen ve elli milyondan fazla insanın yaşamına mal olan iki dünya savaşından sonra Pax Americanave Pax Sovietica adıyla iki ku­tuplu bir düzen ortaya çıktı. Şimdilerde ise artık bir veya iki devletin değil, Uluslar arası Toplulukların hükümranlık dönemine girildi. Halen böyle bir düzen tasarımlarının mahsup ve mütereddit denemeleri içinde yaşıyoruz. 

Henüz kurulmadı ama, eğer Uluslar üstü he-veskârlar ellerini çabuk tutarlar ise belki de üçüncü bin yıllık döneme Pax Europeana ile girebilmeyi hayal edenler çoğalacak. 

Henüz kapı arkalarında yarım ağızla te­laffuz edilen Pax Europeana'mn işi çok zor­dur. Hangi adı taşırsa taşısın hiçbirinin dün­yanın bu hali ile yeni bir düzene, düzenli bi­çimde girebilmesi kolay görülmüyor.

Pax diye başlıyan bu düzenleri tarihi gelişim içinde özetle anlatmaya çalışacağız, ama önce dünyamızın bugünkü en büyük der­dine değinelim : Son asırdaki aklın havsalanın alamayacağı kadar muazzam teknik, teknolo­jik ilerlemelere ve gelişmelere rağmen insanlar jeometrik ölçülerde çoğaldıkça dünyamız gi­derek küçülüyor. İnsanların yaşamları için ge­rekli ürünler, araç ve gereçler giderek azalı­yor. Üstelik ortalama yaşam sürelerinin uza­ması zorlukları daha da çoğaltıyor. 

Dünyadaki insanların sayısı 1650 yılın­da 500 milyondu. Yüz yıl içinde yani 1750 de sadece yüz milyon artabildi. 1850 de bir mil­yar 170 milyon, 1850 de ise ikibuçuk milyar, 1975'de 3 milyar 600 milyon,. 1990'ların başın­da ise beşbuçuk milyara çıktı. 

Dünya nüfusunun bir kat çoğalabilmesi için 16,50-1820 senelerinde 170 yıl beklemek gerekmiş. Şimdilerde ise bunun için sadece 50 yıldan az bir zaman gerekecek. Türkiye hala kendi nüfusunu besleyebilecek onbeş ülke arasında bulunmaktadır. Lakin bu, yeterli bir teselli sayılmamalıdır. Nüfus planlaması bütün dünya için olduğu kadar bizim için de gerekli­dir. Geçen yıl 1994 bahannda Kahirede Bir­leşmiş Milletler örgütü tarafından düzenlenmiş olan Dünya Nüfus Konferansında yapılan ça­lışmalarda XX. nci asrın ilk çeyreğinde yani 2025 yılında dünya nüfusunun 8.5 milyar ola­cağı ve ancak 2150 yıllarında bu nüfusun 12 milyar civarında stabilize olabileceği hesap-lanmıştır. Bu insanlık açısından korkunç bir perspektiftir. Zira bu nüfusa yetecek serveti

üretmek kadar bu servetin ve üretimin kıt'alar bölgeler ve ülkeler arasında nasıl dağıtılabileceği de fevkalade önemli ve her türlü an­laşmazlıklara ve çatışmalara açık bir konudur. 

Avrupa Bütünleşmesinin Kökenleri ve Bütünleşme Felsefesi 

Avrupa bütünleşmesi fikri çok eskidir. Kökleri  antikite  dönemlerine  kadar  uzanır. Eski Çin ve Yunan Medeniyetleri kendi baş­larına bir Dünya oluşturduklarına inanırlardı. Çinliler için Dünya, imparatorun altın teker­lekli arabasının toprakta bıraktığı izlerin geri­sinde kalandan ibaretti. Başka bir dünya olabi­leceğini düşünemezlerdi. Yunanlılar ise Delp-Ass'in dünyanın merkezini oluşturduğuna ina­nırlar, Avrupanın da Salamis ve Marathon'dan başladığını iddia ederlerdi. Hazreti İsa'nın yer yüzündeki vekili Romada ikamete başladıktan sonra dünyanın vahdeti fikri Katoliklik ile öz-deşleşti. Onlara göre dünyada sadece Hıristi­yanlık vardı. Hıristiyan olmayanlara Barbar de-niliyordu.   İslam   ile  karşılaştıklarında   Arap-Türk farkı gözetmeksizin hepsine birden "Kâ-firler-İnfideles"  diyorlardı.  Avrupa  ve Avru­palılık fikri Papa ile özdeşleşmiş gibi idi. Kral­ların, Prenslerin taç'larını "Mukaddes Peder" giydiriyordu.  Avrupa  siyah papaz elbiseleri içinde Tek İman, Tek Medeniyet hayalleri gü­derken birden İslam ile karşılaştı. Hıristiyanlık içinden bölündü. Çeşitli mezheplere ayrıldı. Bu da Türklerin ve Arapların Avrupada boy göstermeleri tarihine rastladı. Bohemyadan İn-giltereye, İspanyadan Hollandaya kadar bütün Avrupa birden karıştı, çalkalandı. Avrupa veya Hıristiyanlık elden gidiyor diye feryada baş­ladılar. "Birleşelim, bütünleşelim..." fikri böyle doğdu. Bu hareketin felsefesi ise şu esaslara dayanıyordu : 

1/ Bir uygarlık biçimine veya düzenine karşı dışarıdan gelebilecek herhangi bir tehdit veya saldırıya karşı alınabilecek en etkili tedbir birleşmek ve bütünleşmektir. 2/ Daha sonraki dönemlerde ekonomik

ve ticari çıkarlara karşı dışarıdan gelebilecek her türlü tehdit veya tehlike dahi aynı şekilde değerlendirilir oldu. 

3/ Birlik veya bütünleşme, ya yukarıdan (Supra national) bir güç tarafından sağlanır yahut ülkeler ve devletlerin varlığından hare­ket edilerek karşılıklı bir muvafakat ve muta­bakat ile kurulabilir. Tarih her ikisinin de de­nemeleri ile doludur.

Avrupa Bütünleşmesinin Tarihi Gelişimi 

Bugünkü anlamda ilk Avrupa bütünleş­me planı   1306  yılında   Dante Alighieri ta­rafından ortaya atılmıştır. "La Comedie Divine-İlahi Komedya" adlı ünlü eserine "Enfer-Ce-hennem" ile başlamış, cehennemden ileri gi­dememiştir. Bu eserinde Dante, Roma barış ve vahdetinin kaybolmasından sonra Avrupa'nın nasıl bir cehenneme dönüştüğünü anlatır. Av­rupa çok başlı bir Ejderhaya dönmüştür. Ona göre mevcut kralların başına bir tek büyük kral ve imparator geçmelidir.  Hakem duru­munda olacak bu imparator, krallar arasında çıkabilecek    anlaşmazlıkları    halledecek   ye halkların özelliklerine de saygı gösterecekti. Bugünkü anlama göre Dante bir federalistdir. Fransada hemen hemen aynı tarihlerde yaşayan hem şair, hem papaz, Pierre Du Bois, Avrupada Hıristiyanlığın savunulması için bir­likte hareket edilmesini öneriyor, Devletlerin varlığından hareket ederek onların aynı dü­şünce istikametinde hareket etmeleri fikrini savunuyordu. Bunu bugünkü fikir akımlarına uygulamaya kalkarsak Pierre Du Bois bir Gaıı-list olarak gözükür. De Gaulle de "Non a l'Eu-rope departis, mais oui a l'Europe despatries" Siyasi partiler Avrupasına hayır, ama ülkeler, devletler Avrupasma evet., diyordu. Bugünkü akımlar da döndü dolaştı, bu istikamete doğru yönelir oldu.

Bohemya Kralı Podiebrad 1470'lerde ilk defa bir Avrupa Parlamentosu fikrini ortaya attı. Bale şehrinde bir Avrupa Parlamentosu kurulmasını önerdi. Şimdi Avrupa Parlamento­su hemen hemen aynı yerde Strazburg'da me­kân tuttuğuna bakılırsa Bohemya Kralının o zamanların içine doğmuş.. Ama en büyük hatası bu tasarının gerçekleşmesi için Kilise gelirlerinden % 10 kesilerek bu işe tahsisini is­temek olmuş. Papaza ne istersen söyle, yap valnız paracıklarına dokunma. Papa bunu şiddetle reddetti. 

Sonunda Fransız ihtilalinin sonlarında bir Napoleon çıktı. Avrupayı kendi üslubuna göre birleştirmek bütünleştirmek istedi. Başa­ramadı. XX. nci asırda birbiri ardından gelen iki dünya savaşının sonunda Avrupa birliği ve bütünleşmesi fikri ve akımı bu sefer düz ayak tabandan geldi. 1950'li yıllardan beri bu sü­recin içinde yaşıyoruz. Türkiye'nin de başın­dan beri iki ileri bir geri adımlarda Mehter görüntüsü ile kanşmak kararında olduğu bu maceranın .hikayesini, kısa da olsa yazmak-özellikle AB ile Gümrük Birliğine girebilmek için bunca çırpındığımız şu günlerde- bir zo-runluk olduğunu sanıyorum. 

Avrupa bütünleşmesi istikametinde ta­rih boyunca yapılan girişimlerden en ciddi olanı ikinci dünya savaşından sonra hem ikti­sadi, hem sosyal, hem de savunma alanlarında birden ve bir arada başladı. Asırların hayalleri gerçeklerle sarmaş dolaş oldu. Bu akımlara Türkiye başından beri katılmaya çalıştı. Zaman oldu alkışlandı. Zaman oldu dışlandı.. Sebep­lerini "Avrupa" ve "Avrupalı" kavramlarında aramak gerek. Konuya bu açıdan girmek isti­yorum. 

Avrupa nereden başlar nerede biter? Bunun çok tarifi yapılmıştır. Çoğu geçersizdir. Yunanistan, kendisini antik medeniyetinin temsilcisi, beşiği sayar, hemen doğusundaki bütün ülkeleri Barbar diye tanımlar. Avru­palıların çoğu Sava ve Tuna nehirlerinin geri­sindeki bütün ülkeleri, Balkanlardan başlaya­rak Avrupanın dışında saymak eğilimindedir. Aslına bakarsanız Balkanların tümü Slovenya ve Hırvatistanm bir bölümüne varıncaya kadar Batı ile Doğunun arasındaki (bir ara bölge) sayılır. General De Gaulle "Atlantikten Urallara kadar" bir Avrupa tanımlamasını yapmıştı. Şimdikiler özellikle Yunanistan Balkanlarda Türk kokusu sinmiş bütün ülkeleri Avrupadan dışlar. Bu fobi giderek eskinin Monotheiste dinler arası kavgayı yeniden körükleyecek bir nitelik kazanmaya başlamıştır. İslam Avnıpada ikinci din haline gelmiştir. Buna karşı gizli bir nazi ırkçılığı ve islam düşmanlığı başlamış ve buna karşı İslamda da yavaş yavaş bir kök­tencilik akımı başlamıştır. Her ikisi de kendi varlığını koruma şuuru altında ve ters istika­metlerde başlamış hareketleri akımları temsil eder. 

Türkiye ve Türkler bu çatışmanın dışın­da kalamazdı. Bizde de "biz Doğulu muyuz? Batılımıyız? Müslüman mıyız, Laik miyiz" tar­tışmaları yazık ki yanlış başlamıştır. Hareket noktalan ayrı olduğu için bu tartışmalara ger­çekçi bir çözüm bulmak zorlaşmaktadır. Önce Laik olmanın Müslüman olmanın karşıtı ol­madığını   bilmeli,    öğrenmeli,    öğretmeliyiz. Sonra Doğulu olmanın kompleksinden kurtul­malı, ve Doğulu olmanın aynı zamanda Batılı olmaya bir engel oluşturmadığının şuuruna varmalıyız. İslam, Araplarda doğmuş, Türkler müslüman olmuş fakat Araplarla asla karış­mamıştır. Avnıpa okullarında Avrupa ve Asya arasında bir Coğrafya sınırı çizilirken genelde Karadenizin batısından İstanbul boğazı, Mar­mara denizi ve Çanakkale boğazının batı ya­kası Avrupa, doğusu Asya olarak gösterilmiş­tir.   Gerçekte  bu   sınır  Karadenizin   Kafkas bölgesini de içine alarak Türkiyenin bugünkü sınırlarından geçen hat olarak kabul edilmeli­dir.  Batı buradan başlar.   1952'de NATO'ya girişimiz sırasında bu konu gündeme gelmiş ve Türkiye Anadolu yakası-Avrupa yakası diye ikiye ayrılarak sadece Avrupa yakası NATO şemsiyesi altına alınmak istenmiştir. O tarihler­de Türkiye'nin buna karşı reaksiyonu çok sert olmuş ve sonunda Türkiye tümü ile NATO ve Avrupa sınırlarının içine alınmıştı. Ne yazık ki bu ayırımı hala biz kendimiz yapmaya devam ediyoruz. Telefon rehberlerimizden başlaya­rak resmi muhaberelerimize varıncaya kadar Avrupa-Asya ayırımını yapıyoruz. Belirli konu­larda daha bilinçli ve uzak görüşlü davranmak durumundayız. Roma Devleti vaktiyle kendin­den başka inanç ve yönetim sistemlerinin de bulunabileceğini ilk kabul eden devlet olmuş­tu. Sonraları Roma İmparatorluğu Batı-Doğu diye ikiye ayrılınca Bizans imparatorluğu Batı ile Doğu arasında bir çevre bölgesini oluşturdu. Daha sonraları Osmanlı İmparatorluğu da   aynı   tutumu   sürdürdü.   Hıristiyan   değil müslümandı. Ama Arap da değildi. Doğudan çok Batıya önem verdi. Osmanlı İmparatorlu­ğunun çöküşünden sonra Atatürk Milli Misak'ı çizdirdi. Bu aslında bir cerrahi ameliyattı. İm­paratorluğun henüz elde kalanı orasından bu­rasından kesildi. İleride iltihaplanması muhte­mel yöreler ve bölgeler sınırların dışında bı­rakıldı. Zaten buraları İngiliz ve Fransızların ortak   gayretleriyle    ağrımaya   başlamışlardı. Atatürk eski Ümmeti Millete dönüştürdü. Mil­letten de Ebed-Müddet bir Devlet oluşturdu. Bu günlerde eski sınırlarımızın dışında kalan ülkelerden   kaynaklanan   bazı   sıkıntılarımız oluyorsa sebebi budur. Bazı organlar kangren oldukları için kesilip atılsa bile vücud bu or­ganların ağrıdığını hissedenniş. 

Birinci dünya savaşı sona erdikten ve mütareke imzalandıktan sonra Osmanlı ordu­ları 15.nci Kolordunun Alman Komutanı Li­man Van  Sanders Adana'daki karargâhında emir ve ko'mutayı Mustafa Kemale devreder­ken şöyle diyordu: "Ekselans artık savaş bitti. Biz askerlerin de görevi sonaermiş oluyor. Ko­lordunun komutanlığını size devrediyorum." Atatürk'ün  cevabı  şöyle  olmuştu:  "Ekselans savaş belki sizin için bitti. Ama bizim için henüz yeni başlıyor. Lütfen Medineden komu­tanız altındaki Türk Birliklerine karargâh ma­halline dönmeleri emrini veriniz." Liman Van Sanders bunu yapamayacağın söyleyince bu emri bizzat Mustafa Kemal vermişti. Bu Birlik­lerin komutanı Fahreddin Paşa bir kısım asker­ler ve Mehter takımı ile orada kalmayı tercih etmişti.   Sonraları  bu  yörelerde Mandat yö­netimi altında İngiliz hardalı, Fransız salçası ile mantar gibi üreyen ülkelerde yaşayan aileler­de "Asalet" nisbeti, şecerelerindeki Türke ya­kınlık ile ölçülür oldu. Herkes Fahreddin Paşa ve askerlerine A ile nisbeti ile öğünür oldu. 

AB, 1957nin Roma anlaşması ile önce bütünleşmeyi ekonomik alanda gerçekleştir­meyi sonra da siyasi bütünleşmeye gidebilme­yi hedef almıştı. Maastrich'den sonra Birliğin iki ana temel üzerinde gerçekleştirme amacı billurlaştı. Birincisi Avrupa ortak güvenlik ve dış politika temeli, ikincisi ise ortak ekonomik ve parasal politikalar.  Ortak dış politika ve güvenlik konularındaki işbirliği dayanışmadan çok danışma  aşamasında  kalmaya  mahkum görünüyor. Henüz Milli Hakimiyet kavramın­dan bu ölçüde feragat ve fedakarlığa yanaşan çok değil. Örnekleri Yugoslavyanın dağılma­sında, Bosna Hersek faciasında görüldü. Bü­yük Avrupa Devletlerinin zamiri meydana çık­tı. ABD ise kendini boşlukta hissederek daha fazla angaje olmamayı tercih etti. Kafkaslarda durum biraz değişiktir.  Burada Avrupa Gü­venlik ve İşbirliği örgütünün gerisine gizlene­rek bir çekingenlik içindedirler. ABD nin du­rumu daha farklıdır. Bölgede nükleer silahlar konusu nihai bir sonuca varmadan önce Rus­lara ters düşecek bir tutum içinde girmek iste­miyorlar. ABD Dünyayı eskisi gibi kutuplaş­madan, zıtlaşmadan Rusya federasyonu ile bir­likte, tek dümenli aynı bisiklette yönetmeyi hayal ediyor. 

Avrupa Birliğinin Doğuşu 

Avnıpanın bütünleşmesi Avrupanın ta­rihi kadar eskidir. Ama bunun ne kadar zorun­lu ve kaçınılmaz olduğu milli şuurlarda ancak ikinci dünya savaşı sonlannda anlaşıldı. Hikâ­yesi uzundur, bilenlerce bilinir, ama yine de kısaca özetlemeye çalışalım. XX.nci asırda kor­kunç iki dünya savaşının sonunda anlaşıldı ki suçlu olan bölünmüşlük ve kıskançlıktır. İlk suçlu sınırlar ve gümrük kapıları idi. Kömür ve çelik'in kullanılmasındaki sorumsuzluktu. Sa­vaş bu suçlulara bir de Atomu ekledi. Savaş sonrasında Avrupadaki insanların ilk reaksiyo­nu sınır kapılarına saldırmak,  sınır taşlarını kaldırmaya çalışmak oldu. Sınır nöbetçileri ve gümrükçüler taşlandılar, dövüldüler. Aslında onların bir kabahatları yoktu. Avrupa böyle kurulmuştu. Asırlar boyu Avrupa birliği bir ha­yal, bir ütopya, bir derlenip toparlanma, sil-;; kinme hareketi olarak zaman zaman bir siya­set   modası   halinde   parladı   söndü.   İkinci dünya savaşı sonunda bu hareketi başlatanlar aynı zamanda savaşın da suçluları idiler. Kimi­leri bakanlık, başkanlık, kimi başkaları ise komutanhk başkomutanlık yapmış olan insan-I rdı Kendi başarılarından zaferlerinden ken­dileri korktular. Zürich'de, Harvard'da nutuk-ı r çektiler, Lahey'de kurucu halk meclisleri önceleri mahcup ve mütereddit, ürkek giri­şimlerle başladı. Önce ekonomiden başlandı. Avrupa ekonomik işbirliği örgütü (OECE) son­ra da Avrupa Konseyi kuruldu. Türkiye birin­cisinde kumcu üye, ikincisinde ise vakit dar­lığından sadece ilk oturuma katılabilmiş yarı kurucu durumunda bulunmaktadır. 1950 de ilk cesaretli adım Fransadan geldi. Rhein neh­rinin öte yakasındaki Almanlarla yüzyıllardır savaşa savaşa yorulmuş, gına getirmişti. İki ülke de kömür ve çelik'in gücünü zaptede­mez, başedemez olmuşlardı. Savaşın sebebi olarak bu iki maddeyi görüyorlardı. Bir gün Fransız dışişleri bakanı Robert Shumanın par­lamentonun karşısına çıktı bomba gibi bir nu­tuk söyledi. Muhatabı daha ziyade Almanya ve Avrupa ülkeleri idi. "Biz", diyordu, "kömür ve çelik kaynak ve imalatımızı hükümetler üstü bir 'Yüksek otorite'nin kontrolüne bırakmaya hazınz. Bu zatı Fransadaki görevim zamanın­da tanımıştım. Büyük Elçimiz Rahmetli Numan Menemencioğlunun yakın dostu idi. Çok uzun boyunun üzerindeki başı omuzlarından baş­layan hafif bir kamburlaşmanın sonunda öne eğik görünürdü. Alsas'lı idi. Ömrü boyunca sinir değişiklikleri yüzünden üç defa tabiiyet değiştirmek durumunda kalmıştı. Artık yet­mişti. Rhein nehrinin iki yakasındaki Franklar­la Germenlerin barış içinde yaşamasını özlü-yordu. Pariemento'da söylediği nutkun cevabı ertesi gün Almanya'dan geldi. Çekik gözlü, bir Almandan ziyade mongol tipli Federal Alman­ya'nın ik Şansölıyesi Conrad Adenauer hemen hemen kelimesi kelimesine aynı şeyleri söy­ledi. Avrupa kömür ve çelik topluluğu İtalya ve Benelüks devletlerinin de katılımı ile ta­mamlanmış oldu. Tam yedi sene sonra aynı devletler 1957 yılında Romada bu şehrin adı ile anılacak andlaşmayı imzaladılar. AET böyle doğdu. Aynı yerde ve tarihte Avnıpa Atom enerjisi topluluğu anlaşması imzalanınca Avnı-pa Topulukları tamamlandı. Üç Avrupa toplu­luğu, AET-CEC-EURATOM, zamanla tek ka­zanda kaynatılarak birleşti. Avrupa Toplulukları tanımlaması böyle doğdu (AT). Önceleri bu topluluğu pek ciddiye almayan İngiltere katılmak isteyince bu sefer De Gaulle'ün en-gelenmesi yüzünden çok zorlanarak ve bekle­tilerek Topluluğa girebildi. Avrupa Topluluk­ları önce yedi, sonra dokuz, Yunanistanla on, İspanya Portekizle oniki ve nihayet Avusturya, İsveç ve Finlandiyanın da katılması ile 15'ler Avrupasına dönüştü. 

1991'de 12 Devlet ve hükümet başkan­ları Maastrichtâe. toplanarak Avrupa Toplu­luklarını Avrupa Birliğine dönüştürdüler. İşte şimdilerde komşu Yunanistanın gümrük kapı­sından bile olsa bizi içeriye aldırmamak için çırpındığı Avrupa Birliği böyle doğdu. Yuna­nistanın şirretliği, Avrupaya ders oldu. Herkes­ten tenkit ve tekdir gördü. "Tekdir ile uslan­mayanın, hakkı Kötekdir..." İnşallah o da ge­rekirse bizden gelecektir.

Avrupa Birliği 4 ana temel üzerinde gelişmesini sürdürmektedir: 

l/Topluluğun esasını teşkil Ortak Pazar bazında  bir  Ekonomik  ve  Parasal   politika (P.E.M.) politique economique et monetaire. Bu Alman lokomotifine bağlanmış bir hızlı tren gibidir. Vagonlar süratten sarsılıyor. 

2/Avrupa ortak güvenlik ve dış politika temelidir. Bu yavaş ve tarifesiz işleyen bir marşandiz treni gibidir. Mal bulundukça hare­kete geçiyor.

3/Sosyal alanda ortak politikalar oluş­turulması. Bu üçüncü temele pragmatik İngi­lizlerin aklı ermemiş ve buna katılmamışlardır. Temel bir eksiği ile atılmıştır. 

4/Adli ve hukuki işler ortak politikası. Bu, eğer AB komisyonunun şimdiye kadar ka­bul edip yürürlüğe koyduğu binlerce Tüzük, Direktif ve Talimatlar toplanması, milli kanun­ların birbirlerine uyum sağlaması gibi konu­ların tümünü kapsayacak bir nitelikte olacaksa işi çok uzun olacaktır. Bilmem AB'nin ömrü yeter mi? Zira burada tüzükler arasında doma- tesin cinsi, ebadı, hıyarın, pırasanın boyu ve kalınlığından tutunuz, içme suyunun cinsine, prezeı-vatiflerin tiplerine kadar uzanan yaygın bir teferruat yığını söz konusudur.

Avrupa Birliği Nasıl İşleyecek? 

Eskisi gibi Konsey-Komisyon ikilisi ta­rafından yürütülecek. Maastricht devlet ve hükümet başkanları düzeyinde konsey top­lantılarını hukukileştirmiştir. Parleınento'nun yetkilerini arttırmıştır. Bu konuda zaten Parla­mento kendi yetkilerini Ipso-facto, oldu bitti-lerle giderek arttırmaktadır. Komisyon inisyatif ve icra organıdır. Karar almak yetkisi yine Konseydedir. Veto sistemine bir kısıtlama geti­rilmiştir. Son Yunan maskaralığından sonra daha büyük ve açık kısıtlama getirileceği anla­şılmaktadır. Nitelikli oy sistemi öne geçiril­miştir. Her üyeye bir oy ağırlığı tanınmıştır. Son üç katılımdan önce oy ağırlığının tümü 76 idi. Bundan 54 oy yeterli idi. Tabii ittifak ara-nacak konular Devlet ve Hükümet Başkanları Konseyinde alınacaktır.

Sonuç 

Herşey gösteriyor ki, Pax Eıtropeana iki binli yılların kapısından henüz Birleşik bir Düzen olarak geçebilecek kadar örgütleneme­miştir. Her hal ve karda kendinden önceki /torlara, Düzenlere alternatif oluşturabilecek bir düzeye gelememiştir. Bu hali ile "Bitmemiş bir Senfoni" gibidir. 2000 li yıllara da bu hali ile girecektir. Sebepleri çok ve çeşitlidir. Bü­yük bir ekonomik potansiyel oluşturabilmiş, fakat bir Avrupa düzenini oluşturabilmek için diğer boyutlar beklenenin çok gerisinde kal­mıştır. Bir Avrupa düzeni "Pax Eurupeana" oluşturabilmek için siyasi ve askeri boyutlar aksamaktadır. Ortak dış politika ve hareket her zaman sağlanamıyor. Savunma konusun­da Batı Avrupa Birliği BAB, hayali ve platonik bir yaratık olmaktan ileri gidemiyor. Şimdilik küçük bir Fransız-Alman askeri birliğinden oluşan savunma çekirdeği yeşillenecek ve.filiz verecek ve hele hele NATO'nun sözüm ona yerini alabilecek durumda değildir. İngiltere AB'ye başından beri zaten pek sıcak değildi. De Gaulle'in reddine rağmen inat etti, içeri gir­di. Ama gönülsüz bir tutumu vardı. Maastricht andlaşmasmda, AB'nin dayandığı esas temel­lerden   en   önemlilerinden   Sosyal   olanına katılmadı. Bu yıl sonunda yapılacak revizyoıf sırasında ilerlemekten çok ihtiyatlı bir gerilS menin söz konusu olacağı şimdiden görü­lüyor. Her hal ve karda İngilterenin daha fazla' angaje olmayarak kendi adasımın işleriyle daha yakından meşgul olmayı tercih edeceği' muhakkaktır. 

Bu arada Almanyanın durumu ve tutu­mu çok özel bir önem taşımaktadır. Kimse kimseden saklamasın, kimse bilmezlikten gel­mesin. Avrupa bütünleşmesinin yaratıcı ve iti­ci güçleri arasında hiçbir zaman açıklanmamış bir "İç-güdü"vardı. Bu, Almanya'yı bir üçüncü defa Avnıpa'yı karıştıracak olasılıkları kati ola­rak önlemek, onun her bakımdan boyunu aşabilecek gelişmelerden alıkoymak için sü­rekli kontrol altında tutabilmekti. Olayların akışı buna imkan vermedi. Basiretli ve dene­yimli Alman yöneticilerin bütün dikkatlerine rağmen bu durum kendiliğinden gerçekleşti. Ekonomik bakımdan birden bir Dev haline geldi. Politik bakımdan bir cüce idi. Bu halin­den de memnun idi ama o da olmadı. Sovyet impatorluğu beklenmedik biçimde çöktü, da­ğıldı. İki Almanya birleşiverdi. Buna rağmen Almanya hiçbirşey istemiyor. Tam tersine Av-; rupa Birliği içinde saklanmak, gizlenmek, onunla yuğrulmak istiyor. Pax Europeandnm içinde izini kaybettirmek, geçmişin kötü anılarından uzaklaşmak istiyor.  

Türkiye için de durum pek farklı değil­dir. Avnıpa Birliğine girebilmek için bugüne, kadar sarfettiğimiz bütün gayretler gelecek yüzyıllara her bakımdan güçlü bir "Bütün", içinde girebilmektir. 1950'lerde sefere çıkan "Avrupa treni" bir acaip işler. Sürrati, durak yerleri lokomotifi yöneten "Makinistlerin bi­raz da keyfine bağlıdır. Bu treni iki defa ka­çırdık. Eğer başarabilirsek "Gümrük Birliği" sa­hanlığından sonuncu vagona kapağı atabile­ceğiz. Sahanlıkta da seyahat edecek olsak yine kâcdır. Bir vagondan ötekine geçmek daha ko­laydır. 

Avrupa Birliğinin bütün hayalleri, emeli dünyanın üçüncü bin yıllık döneme güçlü düzenli biçimde, Amerika-Rusya-Çin ve Japonnya'nm ardında Beşinci bir güç olarak gire­bilmektir. Üye ülkeler için bu bir ölüm kalım Meselesidir. Eğer toplu bir düzen oluşturamazlar   ise,    ufalanıp   dağılacaklar   ve    bir Binyıldan ötekine geçerken kervanın tozu du­manı arasında yollarını kaybedebileceklerdir. İşte bu DÜZEN'in adına AVRUPA DÜZENİ "PAX EUROPEANA" denilecektir.

Başkaları  isteseler de  istemeseler de TÜRKİYE bu trenin içinde seyahat edecektir.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005