Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Yoksulların Sesi: Peter Bauer 

Yirminci yüzyılın ikinci yarısında sosyalizm ve merkezî planlamanın yeniden dirilen piyasa güçleri karşısında direnci kırıldıkça ideolojik ıssızlıktan üç büyük iktisatçı sahneye çıkmıştır. "The Road to Serfdom" adlı eserinde kumanda eko­nomilerinin ölümünü daha 1944 yılında tahmin etmiş olan Friedrich Hayek, son­raları Ronald Reagan ve Margaret Thatcher'm serbest piyasacı politikalarına il­ham kaynağı olmuş, Keynesyen talep yönetimi politikalarının günün modası ol­duğu bir zamanda dehşetli bir serbest piyasa savunucusu olmuş olan Milton Fried-man'a da ilham vermiştir. M. Friedman artık, iki yılda bir takdim edilecek yeni bir ödüle adını vermiş durumdadır. "Özgürlüğün gelişimi" adına verilmesi öngörülen ödül bu yılın Mayıs ayında sözkonusu üç iktisatçıdan en az tanınmışı olan Peter Bauer'e verilecektir. 

1935 yılında Budapeşte'de doğan Bauer genç yaşta, 1934 yılında, İngiltere'ye gelmiş, Cambridge ve London School of Economics'de dersler vermiştir. 1982 yılında kendisine Lord unvanı verilmiştir. Lord Bauer'in çalışmalarının klasik ik­tisattan yoksulluk ve kalkınma sorunlarına kadar uzandığı 1945'i izleyen 30 yıllık dönem, egemen düşüncenin piyasacı çözümlere karşı katı bir düşmanlık içinde olduğu bir dönemdir. 

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra çoğunlukla Dünya Bankası gibi kuruluşların teşvikiyle, yoksul ülkelerde politika yapma mekanizmasına yeni bir "kalkınma iktisadı" anlayışı egemen olmuştur. Bu anlayış, fakir ülkelerin bir yoksulluk kısır döngüsünün kurbanı olduklarını, yatırıma yönlendirildiğinde ekonomik büyüme yaratan tasarruflara vücut veren gelirden yoksun oldukları için bu ülkelerin yok­sul kalmaya mahkûm olduklarını ileri sürüyordu. Öyleyse çözüm neydi? Zengin ülkelerin dış yardım formunda bu ülkelere sermaye sağlaması. Bu sermayeyi etkin kullanabilmeleri için de yoksul ülkelerin hükümetleri ekonomilerini planla­mak, yabancı ülkelerden yapılacak ithalatı ikame edecek yeni sanayiler kurmalıy­dılar. Yeni kurulan bu sanayilere bir şans vermek için de tekel imtiyazları vermek ve dış ticarete engeller koymak suretiyle rekabet sınırlandırılmalıydı. 

Hem teori hem de uygulama Lord Bauer'e cazip geliyordu. Malezya lastik  endüstrilerindeki küçük işletmeler ve Batı Afrika'daki küçük ölçekli tacirlerin öne-miyle ilgili çalışmaları kendisini, piyasa güçlerinin işlemesine izin verilmesi ha-linde, geçimlik ekonomilerde bile zenginliğin yaratılabileceği kanaatine ulaştırmıştı. Ticaret engelleri ve tekeller girişimcilik ruhunu öldürmekten başka bir işe yaramıyordu. 

Sözünü sakınmayan tarzıyla Lord Bauer alternatif teoriler ortaya koymuştu, ki bu teoriler 1950'lerden 1970'lere kadar egemen öğretilere aykırı teorilerdi. Bütün  ülkeler fakir olarak yola çıkmışlardı, diyordu. Eğer kısır döngü kuramı doğru ol­saydı, insanlık bugün hâlâ taş devrinde yaşıyor olurdu. Ona göre kalkınmanın anahtarını elde tutan şey hükümet planları değil, özel kesimin kâr fırsatlarıydı. Hükümetlerin mülkiyet haklarını korumak, sözleşmelere uyulmasını sağlamak, kanun önünde herkese eşit davranmak, enflasyonu en aza indirmek ve vergileri düşük düzeyde tutmak konusunda sınırlı ama önemli bir rolü vardı. Ülkelerin bu rolü ihmâl etmiş olmaları bir trajediydi. 

Herşeyden önemlisi, diyordu Lord Bauer, dış yardım denen şey icat edilmemiş olsaydı üçüncü dünya diye bir kavram hiç olmazdı. Dış yardım ekonomileri poli-tize etmiş, parayı kârlı işlerden ziyade hükümetlerin ellerine yönlendirmiştir. Bu­nun sonucunda çıkar grupları üretken faaliyetlerle uğraşmak yerine bu parayı kont­rol etmenin kavgasını yapmışlardır. Dış yardım çoğunlukla girişimciliğin ve piya­sa güçlerinin nefes almasını zorlaştıran veya engelleyen politikalar izleyen hükü­metlerin himayesini ve gücünü artırmıştır. Gerçekten de dış yardımın "zengin ül­kelerin yoksullarından, yoksul ülkelerin zenginlerine para transferi yapmanın mükemmel bir metodu" olduğu ortaya çıkmıştır. 

O halde neden bu kadar dış yardım verilmektedir? Batılı sömürgecilik sonrası suçluluk duygusu, diye iddia ediyor Lord Bauer, ardından da ülkelerin eski sömür­geciler tarafından sömürüldükleri için yoksul kaldıkları anlayışının yanlış tarafları­nı ortaya koyuyor. Bu ülkeler genel olarak sömürgecilik öncesi durumlarına kıyasla şimdi daha iyi durumdadırlar. Yoksul ülkelerin en gelişmişleri, ticaret ve fikirlerin mübadelesi yoluyla zengin ülkelerle en fazla etkileşim içinde olanlarıdır. 

Bugün, dış yardım ve kalkınma konusunda Lord Bauer'in görüşlerinin çoğu artık yeni bir geleneksel anlayışın birer parçası haline gelmiştir. Artık Dünya Ban­kası bile, piyasaların gelişmesi için doğru koşulların yaratılmasının ekonomik kal­kınmanın anahtarı olduğunu, ayrıca yakın zamanlara kadar kendisinin vermiş oldu­ğu paraların büyük bölümünün kötü şekilde kullanıldığını teslim etmektedir. Yine de Bauer haklılığının anlaşıldığına kani değildir, zira devletten-devlete yardım azal­mamış, artmıştır. Her ne kadar kamuoyu artık dış yardımları daha fazla sorgulasa da, daha ileri bir değişim için iyimser değildir. "Etkileri ne oluşa olsun," dış yardım­ların ardında o kadar çok kazanılmış çıkarlar yatmaktadır ki, demektedir. 

Başka bazı görüşleri en azından bugün için hâlâ anaakım anlayışın dışında kalmaya devam etmektedir. Lord Bauer gelir eşitsizliğini azaltmaya yönelik poli­tikalara itiraz etmeyi sürdürmektedir. Bunun nedeni kendisinin eşitsizlikten yana olması değildir—her ne kadar çoğu zaman bunun üretilen çıktının adil bir bölüşü­mü olduğunu düşünse de—asıl neden, eşitliği sağlamak için dizayn edilen politi­kaların genellikle kişisel özgürlüklere ekonomik kalkınmayı yavaşlatacak kadar darbe vurmasıdır. Şayet, çoğu zaman olduğu gibi, kalkınma eşitsizliği azaltacak olursa ne âlâ, ne hoşdur. 

Lord Bauer nüfus kontrolünü de benimsemez. Nüfus artışı konusundaki endi­şeler, der, yoksulların çocuk sahibi olma konusunda makul tercihler yapabilmek­ten aciz oldukları gibi himayeci bir görüşü yansıtırlar. O çok hayıflanılan nüfus patlaması "bir felaket olmaktan çok bir nimet olarak görülmelidir, zira bu durum ölüm oranında bir düşmeden kaynaklanır, ki bu da insanların refahında aşikâr bir iyileşmenin sonucudur." Aynı zamanda, der, nüfus artışı (hatta yoğunluğu) ile yok­sulluk arasında bir korelasyon yoktur. Batı dünyasının nüfusu 18. yüzyılın ortala­rından beri dört kat artarken, buna karşılık kişi başına reel gelir en azından beş kat artmıştır. 

Kısacası, iktisadî kalkınma doğru amaçlar ve davranışlara sahip insanlar ile, insanların bu doğrultuda hareket etmelerine imkân veren bir siyasî ve hukukî sis­temin varlığına bağlıdır. Bu noktada yoksullar başkalarından daha farklı bir ko­numda değillerdir. Dış yardım ve kalkınma dünyasının sevgilisi, Lord Bauer'in hem eski bir öğrencisi hem de kapışma-tartışma hasmı olan Amartya Sen, "vaktiy­le yerleşik anlayışlara aykırı bu gibi öngörüler Lord Bauer'i ekonomist olarak kendine özgü bir konuma yerleştirmiştir" demektedir. Siyaseten doğruluktan3 yok­sun dobralığı Lord Bauer'i 1998'de Nobel ödülünü Bay Sen ile paylaşmaktan mahrum etmiş olabilir. Milton Friedman ödülü biraz teselli verecektir, 500.000 doları da zikretmeye gerek yok herhalde. 

Çeviren: Mustafa Acar 

Kaynak: The Economist

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005