Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Küreselleşme Paradoksu

Paradoks kendi içinde çelişkili gibi gözüken doğruluğu da yanlışlığı da kanıtlanabilen önerme şeklinde tanımlanabilmektedir.

 

Bu kapsamda küreselleşme olgusu da küreselleşme karşıtı olanlar ve küreselleşme yanlısı olanlar niteliğinde iki dinamik meydana getirerek kendi içinde bir paradoksa neden olmaktadır. Yani ülkeler küreselleşmelimidir ya da küreselleşmemelimidir şeklindeki ikilem çok hassas bir çizgiyi ortaya çıkarmıştır. Bu noktada ilk önce küreselleşme yanlısı sonra da küreselleşme karşıtı görüşlerini incelemek söz konusu çelişkiyi çözmeye yardımcı olacaktır.

 

2.1. Küreselleşme Yanlısı Görüşler

 

Küreselleşme taraftarları küreselleşme karşıtlarını küreselleşmenin zararlarını büyütenler ve sadece küreselleşmenin getirdiği değişimlerden korkanlar olarak tanımlamaktadırlar.

 

Diğer taraftan kalkınarak refah devleti olmak isteyen ülkelerinin küresel ekonomiye daha fazla entegre olmasını savunmaktadırlar. Onlara göre küresel ekonomi, bilginin, teknolojinin, malların ve hizmetlerin, sermaye ve fikirlerin akışının hızlanması demektir. Eleştirdikleri husus, ülkelerinin piyasalara ulaşmada her zaman yeterince imkâna sahip olmamasıdır.

 

Diğer taraftan geçiş ekonomilerinin (Sosyalizmden piyasa ekonomisine geçiş yapan ekonomiler) küreselleşme sürecine daha yakından katılması konusundaki beklentileri üç noktada toplanmaktadır. Sistem reformlarının kalitesi ve yapısal politikalar, yapısal dönüşüm reformları, yabancı sermayenin yatırım ortamının kabiliyeti ve dış âlemle karşılıklı ekonomik faaliyetlere açık ve liberal bir yaklaşımdır. Dolayısıyla başarılı ve etkin bir ekonomik dönüşümün en önemli gereksinimleri, toplumun sabretme gücünün patlama noktasına varmasını beklemeden, hükümetlerin makroekonomik istikrarı başarabilme kabiliyetini gösterebilmesi ve zaman içinde kapsamlı politikaların maksimum tutarlılıkla hazırlanarak uygulanmasıdır.

 Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin performanslarının bu kadar farklı oluşu, tamamıyla küreselleşme sürecinin bir sonucundan ziyade, her ülkenin geçiş öncesindeki ekonomik durumunun ve liderlerinin sağlam ekonomik politikaları istikrarlı bir şekilde uygulama kabiliyetlerinin farklı oluşuna bağlıdır.

Uluslararası piyasalarla açık ve liberal karşılıklı etkileşme olmaksızın, küresel eğilimleri başarılı gayretlerle yakalayabilmek mümkün değildir. Örneğin, Rusya ve Yeni Bağımsız Devletler’in WTO gibi çok taraflı ticaret sistemlerine katılmaları, onların pazar uyumlu reform süreçlerinin daha tutarlı olmasına yol açabilir. Bu husus, geçiş öncesinde bazıları GATT ve WTO üyesi olan Orta ve Doğu Avrupa’daki ekonomilerin, onları geçişe yönlendiren yaşanmış tecrübeleriyle de desteklenmektedir.

Küreselleşmenin, ekonomik büyüme, teknolojik birikim ve teknolojik gelişme, rekabet, istihdamın arttırılması, ülkeler ve bölgeler arasındaki mesafeyi kısaltması, yerleşmiş oligopolleri parçalama gibi faydalarının olduğu savunulmaktadır. Hatta küreselleşmenin çoğulcu demokratik sistemleri yaygınlaştırma gibi siyasal faydaları da söz konusudur. Bu noktada küreselleşmenin diğer yararları şu şekilde incelenebilmektedir. Bunlar ekonomik büyüme, rekabet, ölçek ekonomileri ve uluslar arası finans alanlarında ki başarılarıdır.

 

2.1.2. Küreselleşmenin Yararları 

Küreselleşmenin yararları ekonomik büyüme, dış ticaret ve ekonomik canlanma, rekabet ve çok uluslu şirketlerin güçlenmesi şeklinde incelenebilmektedir. 

·  Ekonomik Büyüme 

 

Küreselleşme sayesinde gelişmekte olan ülkeler açısından en önemli unsurlardan biridir. Öncelikle küreselleşme ticareti arttıracak, dolayısıyla ticaretten sağlanacak kazancı arttırmıştır. Etkin olarak faaliyette bulunmayan endüstrileri daha etkin çalışmaya zorlamıştır. Dışsal faaliyetler az gelişmiş ülkelerde yeni endüstrilerin oluşumunu sağlayarak yabancı sermayenin söz konusu ülkeler içine akışını sağlamıştır. Bunun ortaya koyduğu sonuç ise ülke içerisinde tarife fabrikalarının oluşmasıdır. Küreselleşmenin büyümeye olan bir diğer katkısı ise her ülkenin ayrı olarak başaramadığı optimal kaynak dağılımı ve tam istihdamın beraber sağlanmasıdır (Ertürk, 2001. s.177-178).  Bu bağlamda küreselleşme sayesinde az gelişmiş olarak kabul edilen birçok ülke gelişmiş üretim merkezlerine dönüşecek ve çağı yakalayarak gelişen ülkeler seviyesine ulaşacaklardır.

Küreselleşme yeni ekonomik hareketlerin oluşturduğu yeni bir gerçektir. Bu gerçek ülkeler arasında karşılıklı pazar ve politik ilişkilerinin değişimine aynı zamanda büyümesine sebep olmuştur (Bhagwati, 1996, s.310).

 

Diğer taraftan hızlı teknolojik değişim ve dünya mali piyasalarının bütünleşmesi, düşük işlem ve bilgi maliyetleri yoluyla prodüktivite artışına ve büyümeye yol açmıştır. Böylece düşük maliyetler, piyasaların artan etkinliği, yüksek verimlilik ve düşük gümrük duvarları yeni yatırım imkânlarını arttırmıştır. Bu sayede coğrafi uzaklık, mal ve hizmetlerin sağlanmasını sınırlayan bir faktör olmaktan çıkmıştır.

 

·  Dış Ticaret ve Ekonomik Canlanma

 

Uluslararası ticaret milli ekonomik refahı arttırır (Walther, 2002, s.147). Küreselleşmenin bütün dünya ülkelerini birleştirerek geniş bir kent yarattığı, bu kentte tüketicilerin tüketim tarzlarının, kurumların, grupların, yaşantıların birbirleri ile benzeştiği, ekonomi ve ticarette milli devletlerin etkinliğinin ve denetimlerinin azaldığı, uluslararası şirketlerin belirleyici oldukları bir pazar ortaya çıkmaktadır. Bu pazarda emek, mal, hizmet ve sermayenin önündeki bariyerler ortadan kalkmaktadır. Ulaşım ve iletişimin hızla geliştiği, teknoloji sayesinde dünyanın her yerinde üretim ve pazarlamanın mümkün hale geldiği, mali piyasaların dünya ölçeğinde bağımsız ve olağanüstü güç olduğu tam rekabet ortamına ulaşılmaktadır. Ayrıca uluslar arası ticaret milli ekonomik refahı da arttırtmaktadır (Walther, 2002, s.147). Bütün bunların ışığında hız kazanarak artan dış ticaret beraberinde ekonomiyi de canlandırmaktadır.

 

·  Rekabet

 

Küreselleşme yerleşik oligopolleri parçalayarak rekabetin yolunu açmaktadır. Finansal sektörün dışında yatırım için gelen yabancı sermaye bazen ana ülkedeki bir şirketin şubesini açarak, özelleştirme yoluyla eski kamu kuruluşlarını satın alarak, dikey ya da yatay bütünleşme metodunu kullanarak, ortaklıklar kurarak ya da tümden satın almalarla reel sektörde rekabete yol açmaktadır. Banka birleşmeleri veya banka şubelerinin açılması gibi yıllarca mali piyasalarda daha çok rekabete itilmekte dolayısıyla firmalar verimli ve etkin çalışmaya zorlanmaktadır (Kar ve Günay, 2003, s.18). Bu yüzden gelişen rekabet firmaları daha kaliteli mal ve hizmet üretimine teşvik etmektedir. Ayrıca küreselleşme istikrar, risk alma, bankacılık sisteminin denetimi ve düzenlenmesi, piyasa disiplini, mevduata devlet garantisi ve bilinçli zararları önleme gibi bazı kavramları yeniden tanımlamıştır.

 

Diğer taraftan rekabet hem sanayileşmiş ülkelerde, hem de gelişmekte olan ülkelerde hemen hemen aynı seviyeye ulaşmıştır. Bu noktada son yirmi yıl içinde birçok gelişmekte olan ülkenin, özellikle gelişen piyasa ekonomilerinin dünya ticaretine ve küresel ekonomiye aktif olarak katılmaktadırlar. Ayrıca gelişen piyasa ekonomilerinde Asya ekonomilerinin varlığı kendini giderek daha fazla hissettirmektedir. Rekabet dolayısıyla bu devletlerin dünya ticaretindeki payları önemli ölçüde artmıştır.

 

·  Çok Uluslu Şirketlerin Güçlenmesi

 

Günümüzde şirketler hem dış ülkelere mal satmakta, hem de dış ülkelerden kaynak kullanmaktadır. Özellikle, ihracat yaparak ve faaliyetlerini düşük maliyetli bölgelere kaydırmak kaydıyla dış ekonomik ilişkiler kurmaktadırlar. Bu yeni ekonomik düzende güç, çok uluslu şirketlere geçmektedir. Böylece şirketler birleşmekte ve daha güçlü bir konuma gelmektedirler. Ülkelerin pazarları çok uluslu ekonomik firmaların rekabetine sahne olmaktadır. Hemen hemen tüm ülkelerde yerli üreticiler ve girişimciler arasındaki rekabet mücadelesine yabancılar da katılmakta ve bu süreçte ülkeler, dünya standartlarında mal, hizmet ve bilgi üreten toplumlar olmaya doğru yol almaktadırlar

 

2.2. Küreselleşme Karşıtı Görüşler

 

Küreselleşme taraftarlarının karşısında yer alan bu görüşler literatürde kuşkucular olarak yer almaktadır. Bu küreselleşme karşıtı görüşlerin başında küreselleşmenin kapitalizmden beslenen bir olgu olduğu ve kapitalizmin genel teorisi içinde ele alınmasıdır. Bu bağlamda sonuçları açısından değerlendirildiğinde bu süreci savunanlar kadar karşı çıkanların varlığı da bir hakikattir. Amerika’nın keşfi, Asya’nın yeni deniz yollarının bulunuşu, modern endüstriye yeni pazar yollarını açmıştır. 18. yüzyılda buhar gücünün kullanımı, telefon telgraf gibi iletişim araçlarının icadı burjuvanın aradığı fırsatları ayağına getirmiştir. Bu şekilde çoğalan yeni ürünler, yeni tercihler, yeni istekler ve yeni alışkanlıklar doğurmuştur. Kendi kendine yeterliliğin yerini karmaşık ilişkiler almış ve yeni evrensel bağlar gelişmiştir. Bu konjonktür sadece maddi ürünler ile sınırlı değildir. Kültürel ürünler, fikir ve bilgi alış verişi de aynı oranda ülkeler çapında yaygınlaşmıştır. Küreselleşme karşıtı görüş açısına göre ise burjuva kar elde etmek zorundadır. Bunun için üretim yapmalı, ürettiklerinin tamamını piyasaya sürmeli ve satabilmelidir. Bu nedenle burjuva kendisine uygun her yere gidebilmeli mal satışını gerçekleştirebilmelidir. Yani yerel pazarlamanın yerini küresel pazarlama almaktadır. Böylece başarılı ve tanınmış maker’lar oluşmaktadır. Tabi bu pazarlarda lobi düzeni de meydana gelmektedir. Bu pazarlara giriş edebiyat ve sinemayla yapılmaktadır. Dünya’nın dört bir yanına ulaşma gücü arttıkça kar etme ihtimali de aynı doğrultuda artmaktadır. Burjuva bu imkâna, ulaşım teknolojisinde yaşanan gelişmelerle kavuşmaktadır.

 

Küreselleşme olarak bilinen ekonomik liberalizasyon ve teknolojik gelişmelerin bir sonucu olarak ülkelerin ve insanların gittikçe birbirlerine yakınlaşmasına rağmen gelir farklılıkları dünyanın en göze çarpan gerçeklerinden birisidir. Bazı çevrelere göre küreselleşme eşitsizliğe neden olmaktadır. Modern teknoloji ve ekonomik liberalizasyon yoksulu daha da yoksul yapmamıştır. Fakat zenginlerin daha da zengin olmasına yardımcı olmuştur.

 

Ayrıca ekonomide, siyasette ve bilimde küreselleşme taraftarları gelecek için pembe tablolar çizmiş olsalar da ancak bugünkü durum yaşanan dünya düzeni fakirle zengin arasındaki uçurumu giderek büyütmekte hatta kavuşamayacak kadar açmaktadır. Bu noktada piyasaya daha fazla nüfuz edebilmek için rekabetin sürekli artan boyutta olması ve haşinleşmesi nedeniyle bazı firmalar piyasa uyum problemi yaşamaktadır. Dolayısıyla alta kalanın canı çıksın mantığını oluşturan bu rekabet türü söz konusu firmaların piyasadan silinerek yok olmasına neden olmaktadır. Küreselleşme bu doğrultuda toplumların hümanist değerlerini de yok etmektedir. Ayrıca silah sanayi açısından çok ileriye giden küresel güçlerin insanlığa büyük tahribatlar verebileceği de bir ihtimaller dâhilindedir. Örneğin ABD’nin uzayda patlamaya yönelik yaptığı bir bombanın dünyadaki tüm iletişim sistemlerini çökertebileceği teorisyenler tarafından belirtilmektedir. Bu bombanın yapılış amacı dünyayı yüz yıl geriye götürmektir. Fransızların AB’nin anayasasını kabul etmemeleri de küreselleşmeye karşı gösterdikleri tepki olarak değerlendirilebilmektedir. Yine Fransa’da, 26 yaşından küçüklerin gerekçe gösterilmeden işveren tarafından işten çıkarılmasına yönelik olan istihdam yasası, anarşijan protesto gösterilerine sebep olmaktadır. Oluşan bu tepkilerin asıl sebebi küreselleşme olgusunun amacını aşarak vahşi kapitalizme doğru yol almasıdır.

 

Küreselleşmeye her şeyiyle karşı çıkanların kendilerini haklılaştırmak için ileri sürdükleri görüşlerden bir diğeri ise şöyledir; Afrika’da 20-30 sene önce kişi başına kullanılan su, örneğin, Almanya’da kullanılandan daha fazlaydı. Yine Afrika’da, küreselleşme öncesinde hiç açlık, kıtlık yaşanmamıştır. İnsanlar İsviçrelilerden daha iyi beslenmiştir. Keza, küreselleşme öncesinde Afrika’da ne ülkeler arasında savaşlara ne de iç savaşlara şahit olunmuştur. Bütün bu felaketler küreselleşmenin etkisiyle ortaya çıkmıştır.

 

            Diğer bir görüş ise şu şekildedir; küreselleşmenin maksadı, azgelişmiş ve gelişme sürecindeki dünya ülkelerinin her türlü kaynağının küresel güçler tarafından sömürülmesi ve bu ülkelerin her alanda teslim alınmasıdır.

Küreselleşmenin başlangıcında gelişmiş ülkeler himayeci politikalara başvurduklarından, kalkınmakta olan ülkelerin ürünlerinin piyasalara girmesini engellemişlerdir. Diğer taraftan geçiş ekonomilerinin (Sosyalizmden piyasa ekonomisine geçiş yapan ekonomiler) küreselleşme sürecine daha yakından katılması konusundaki beklentileri üç noktada toplanmaktadır. Sistem reformlarının kalitesi ve yapısal politikalar, yapısal dönüşüm reformları, yabancı sermayenin yatırım kabiliyeti ve dış âlemle karşılıklı ekonomik faaliyetlere açık ve liberal bir yaklaşımdır. Dolayısıyla başarılı ve etkin bir ekonomik dönüşümün en önemli gereksinimleri, toplumun sabretme gücünün patlama noktasına varmasını beklemeden, hükümetlerin makroekonomik istikrarı başarabilme kabiliyetini gösterebilmesi ve zaman içinde kapsamlı politikaların maksimum tutarlılıkla hazırlanarak uygulanmasıdır. Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin performanslarının bu kadar farklı oluşu, tamamiyle küreselleşme sürecinin bir sonucundan ziyade, her ülkenin geçiş öncesindeki ekonomik durumunun ve liderlerinin sağlam ekonomik politikaları istikrarlı bir şekilde uygulama kabiliyetlerinin farklı oluşuna bağlıdır. Uluslararası piyasalarla açık ve liberal karşılıklı etkileşme olmaksızın, küresel eğilimleri başarılı gayretlerle yakalayabilmek mümkün değildir. Örneğin, Rusya ve Yeni Bağımsız Devletler’in WTO gibi çok taraflı ticaret sistemlerine katılmaları, onların pazar uyumlu reform süreçlerinin daha tutarlı olmasına yol açabilir. Bu husus, geçiş öncesinde bazıları GATT ve WTO üyesi olan Orta ve Doğu Avrupa’daki ekonomilerin, onları geçişe yönlendiren yaşanmış tecrübeleriyle de desteklenmektedir

 

2.2.1. Küreselleşmenin Zararları 

Küreselleşmeden kaynaklanan riskler değerlendirildiğinde, küreselleşme sürecinde kazananlar kadar kaybedenlerin de olduğu görülmektedir. Bu noktada küreselleşmenin zararları hususundaki etkiler şu şekilde meydana gelmektedir

1. Azgelişmiş ülkeler, II. Dünya Savaşı’ndan sonra dış borçlanmaya dayalı kalkınma modellerini uygulamaya teşvik edildiler.  Bu ülkelerin içine düşürüldüğü dış borç batağıyla beraber; Dış destekli kalkınma modelleri ve dış destekli ekonomik programlar, tarım, sanayi, maliye vb. alanlarda yapılan sözde reform önerileri, yerine getirilmesi gereken bir yığın, siyasi ve sosyal talep ortaya çıkmıştır. Böylece ülkelerin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü ciddi şekilde tehlikeye girmiştir ve girmektedir. Dolayısıyla küresel dünyada büyük sermaye sahipleri, üretimden ziyade parayla para kazanma metodunu uygulamaktadırlar. 

2. Küreselleşme ile ülkeler arasındaki ekonomik, siyasi ve sosyo-kültürel entegrasyonun artması, ulus-devletin güç ve etkinliğini azaltmıştır.  Ulus devlet, sınırları içindeki fikirlerin akışını ve ekonomik politikaları artık kontrol edememekte ve böylece iç politika araçları etkisini yitirmektedir.  Bir bakıma ulus-devlet, rolünü, sorumluluklarını ve politik ilişkilerini yeniden tanımlamaya zorlanmaktadır.  Küreselleşme sürecinde ulus-devlet, yetkilerinin birçoğunu bir taraftan uluslararası kuruluşlarla diğer taraftan da yerel otoritelerle paylaşmaya mahkûm olmuştur.  Bir zamanlar ulus devletin sorumluluk alanı içinde yer alan savunma, ekonomik yönetim gibi pek çok alan artık büyük ölçüde IMF, Dünya Bankası, WTO, NATO ve BM gibi uluslararası kuruluşlar ya da bölgesel düzeydeki siyasi ve ekonomik birlikler (Avrupa Konseyi, Avrupa Merkez Bankası gibi) temelinde koordine edilmektedir.  Küreselleşme, bu bağlamda bir paradoksu ortaya koymaktadır.   

Şöyle ki; bir taraftan küreselleşme ile tüm ülkelerde demokrasinin gelişmesi amaçlanırken diğer taraftan da gücün uluslararası kuruluşlara devredilmesiyle ülkeler kendi gelecekleriyle ilgili temel kararları almaktan yoksun bırakılmaktadır. Öte yandan küreselleşme, ulusal politikaların etkinliğini azaltmakta ve ülkelerin radikal kararlar almasını güçleştirmektedir.  Ulus devlet, artık ne ekonomik politikaların yönlendiricisi ne de tek başına ulusal güvenliğin sağlayıcısıdır.  Dünyanın dört bir yanında ulus devlet içinde etnik milliyetçiliğe ya da dini temele dayalı özerk bölgeler ortaya çıkmıştır.  Rusya’da, Çeçenistan; Kanada’da, Quebec; Yugoslavya’da, Kosova ve İspanya’da, Katalonya örnek gösterilebilir. Ulusal sınırları aşan işlemlerin, sayısının ve ölçeğinin her geçen gün artması devletin gücünü olumsuz yönde etkilemektedir.  Globalleşme sürecinde trans-nasyonal firmalar hem ekonomik hem de siyasi karar almada daha etkin hale gelmektedir.  Örneğin, uluslararası arenada faaliyet gösteren General Motors, Shell, Microsoft gibi firmalar, çoğu hükümetten daha büyük ve daha güçlü hale gelmiştir. Yani ülkeler artık kendi kaderlerine kendileri karar verememektedirler.

 3. Küreselleşme ile gelişmekte olan ülkelerin milli gelir ve ihracatları içinde sınaî ürünlerin payı gittikçe artmaktadır.  Bununla beraber küreselleşmenin, bu ülkelerin teknoloji üretir hale gelmesine olanak sağladığını söylemek çok zordur.  Bu ülkelerin ithal teknolojiye bağımlı yapısı, sağlıksız dış ödemeler bünyesi ve sık sık dış şoklara maruz kalmaları hala önemini korumaktadır. 

4. Öte yandan, kültürel küreselleşme ile ortaya çıkan kültür, batı kültürüdür.  Kısaca, batılı değerlerin dünyada hâkimiyet kurmasıdır.  Dünya da çok sayıda farklı kültür mevcuttur.  Yerel kültürler küresel kültürü benimsediği ölçüde ancak kültürel küreselleşme gerçekleşebilecektir.  Fakat yerel kültürlerin küresel kültüre karşı bir reaksiyon göstermesi ihtimali de her zaman mevcuttur.  Diğer taraftan kültürel küreselleşmenin ortaya çıkardığı batı tüketim anlayışının ve yaşam biçiminin, diğer ülkeler için bir tehdit mi yoksa bir fırsat mı olduğu kişilerin bakış açısına göre değişebilmektedir.  Liberal bir perspektiften bakıldığında kültürel küreselleşmenin, dünyada barış ve huzurun sağlanmasına katkıda bulunabilecek iken; milliyetçi perspektiften bakıldığında kültürel küreselleşme, ulusal kültürlerin yok olması anlamına gelmektedir.  Sonuçta kültürel küreselleşmenin toplumları Amerikancı-komünist, çağdaş-gerici vb. kamplara ayırdığı da bir realitedir.  Ayrıca, ticari reklâmcılığın artması ve dünyada tek tip tüketim alışkanlığının yayılmasının Batılı olmayan ülkelerin sosyal gelişimine zarar vermesi ihtimali de bir hayli yüksektir.

 5. Küreselleşme, bir yandan yerel farklılıkları minimize ederek ortak bir kültür ortaya çıkarırken diğer yandan da küresel köyün içinde alt köylerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktadır.  İnsanların ulusal/yerel değerlerini bir tarafa bırakmadıkları gibi köklerine daha sıkı sarılmalarına ve bölgesel blokların ortaya çıkmasına yol açarak adeta bir ‘küresel paradoks’ yaratmaktadır.  Kültürel küreselleşme, değişime ayak uyduramayan, değişim talebiyle baş edemeyen veyahut ta değişimi benimsemek istemeyen kesimlerin kendi iç dünyalarına kapanmalarına neden olabilecektir.  Ayrıca küreselleşme sürecinde, değişime ayak uyduramayanlar ya da bunu başaramayanların kimlik krizi ile karşı karşıya kalmaları ve sonuçta da küreselleşmeye karşı mücadeleye girişebilmelerine neden olmuştur.  1970’li yıllardan sonra dünyada bir taraftan dini ve milli akımların güç kazanması, diğer taraftan da bölgesel blokların artması bunun bir göstergesi sayılabilir.  Dolayısıyla kültürel küreselleşmenin, anti-küreselleşme sürecini ortaya çıkarması doğal bir durumdur.  

 6. Günümüz dünyasında bir taraftan küreselleşme hareketi yaşanırken, diğer taraftan da buna karşı eğilimler mevcuttur.  Korumacılık ve bölgeselleşme hareketleri bunların başında gelmektedir.  Gelişmiş ülkeler de dahil pek çok ülke, bir takım bürokratik engellerle korumacılığı hala sürdürmektedir.  1970 sonrasında ekonomik bloklaşma ya da bölgeselleşme gibi eğilimlerin bir hayli arttığı görülmektedir.  AB, NAFTA ve APEC' in başını çektiği ticaret bloklarının korumacı karakteri göz önüne alındığında, dünya ekonomisi açısından bölgesel ticaret anlaşmalarının, GATT çerçevesinde gerçekleştirilmeye çalışılan çok taraflı ticaretin liberalleştirilmesi hareketine ters düştüğü görülmektedir.

 7. Küreselleşme ile beraber sermaye hareketleri, hem hacimsel olarak artmakta hem de kısa vadeli ve spekülatif amaçlara yönelmektedir.  Hacim ve karakter açısından biçim değiştiren yabancı sermaye hareketlerinin özellikle gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerini olumsuz yönde etkilediği, bu ülkelerde makro ekonomik istikrarsızlığa sebep olduğu ve finansal krizlerin sorumlusu olduğu sık sık gündeme gelmektedir.  Arbitraj peşinde koşan, daha seçici davranan, kısa vadeli ve spekülatif amaçlara yönelen sermaye hareketlerinin hacminin büyümesi, gelişmekte olan ülkelerde finansal kriz potansiyelini artırmaktadır.  1994-1995’teki Meksika krizi ile 1997-1998’deki Asya Pasifik krizi buna örnek gösterilebilir.  Her iki krizin nedenleri gerçek manada hala netlik kazanmamakla birlikte, sermaye hareketlerinin önemli bir istikrarsızlık kaynağı olduğu ve küreselleşmenin bu problemi hafifletmekten ziyade daha da kötüleştirdiği görülmektedir.

8. Küreselleşme sürecinin gelişmiş ülkelerde yoğun işsizliğe neden olduğu ve özellikle niteliksiz işgücünün cahil ilan edilerek acımasız rekabetin kurbanı olduğu sık sık iddia edilmektedir.  Şöyle ki; küreselleşmenin ortaya koyduğu şiddetli rekabet ortamı, düşük işgücü maliyetine sahip gelişmekte olan ülkelere emek yoğun üretime dayalı mallarda karşılaştırmalı üstünlük sağlamaktadır.  Bu durum gelişmiş ülkelerin tekstil, demir-çelik, gıda gibi daha çok emek yoğun ve niteliksiz işgücünün istihdam edildiği endüstrilerdeki rekabet gücünü alabildiğine zorlamaktadır.  Hızla artan rekabet, gelişmiş ülkeleri daha düşük ücretli işgücü kullanımına ya da arayışlarına zorlamakta; bu durum ise söz konusu ülkelerde hem işsizliği körüklemekte, hem de işgücünün işveren karşısında pazarlık gücünü zayıflatmakta ve böylece ücretlerin gerilemesine yol açmaktadır.  Bundan da özelikle bu ülkelerdeki niteliksiz işgücü en fazla zararı görmekte ve yaşam standartları düşmektedir.  Ayrıca, endüstri toplumundan bilgi toplumuna geçiş, iş alanlarını imalat sektöründen hizmet sektörüne kaydırarak gelişmiş ülkelerin istihdam yapısını değiştirmekte ve böylece sendikalı olarak çalışan kesim için iş olanaklarını hızla azaltmaktadır.  Diğer taraftan küreselleşme, gelişmekte olan ülkelerdeki niteliksiz işgücünü de zora sokmaktadır.  Dünya çapında artan ticaret ve yatırım fırsatları küresel firmalara faaliyet gösterdikleri bölgelerde mükemmel sermaye ve nitelikli işgücü arzı sunarken, niteliksiz işgücü ya da toprak gibi mobil olmayan üretim faktörleri bundan istifade edememekte ve niteliksiz işgücünde arz fazlalığı ortaya çıkmaktadır.  Niteliksiz işgücü piyasasındaki artan arz fazlalığı zaten düşük olan ücretleri daha da düşürmekte ve sonuçta bu kesimin hayat standartlarını kötüleştirmektedir.  (Küreselleşmenin gelişmiş ülkelerde sadece niteliksiz işgücü üzerinde olumsuz bir etki yapmakla kalmamaktadır, aynı zamanda ekonomik güvensizliği arttırarak, sosyal güvenlik sisteminin zayıflamasına yol açmaktadır.)  Bu gelişmeler ise gelişmiş ülkelerde serbest ticarete ve sermaye hareketlerine karşı politik baskıların ve dolayısıyla da korumacı eğilimlerinin artmasına sebebiyet verebilmektedir.  Gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkelerin emek yoğun üretim yapan endüstrilerdeki rekabetine dayanamayınca, yukarı da belirttiğimiz endüstrileri dış rekabete karşı koruma yollarına başvurmaktadırlar.  Gerçi GATT müzakereleri korumacılığı engelleyici tedbirler içermekte ise de gelişmiş ülkeler mevzuat boşluklarından faydalanma ya da bir başka gerekçeyle korumacılığın arkasına sığınmaktadırlar.  Söz konusu ülkelerde işsizliğin artışına paralel olarak korumacı eğilimlerin daha da artması kuvvetle muhtemeldir. 

9. Küreselleşme ile ülkeler arasındaki gelir dağılımında adaletsizliğin arttığı gözlemlenmektedir.  Özellikle, 1980 sonrasında gelişmiş ülkeler arasında kişi başına gelir açısından bir yakınlaşma gözlemlenirken; günümüzde gelişmekte olan ülkeler ile gelişmiş olan ülkeler arasındaki kişi başına gelir uçurum gibi büyümüştür.  Birçok gelişmekte olan ülkede kişi başına gelir artışı ortalama olarak ikiye katlanmasına rağmen, bu artış yine de gelişmiş ülkelerin sağladığı artışın çok gerisinde kalmıştır.  Ayrıca, gelişmekte olan ülkeler arasında kişi başına gelir açısından bir kutuplaşma söz konudur.  Kore, Malezya, Tayland gibi ülkeler gelişmiş ülkelerin kişi başına gelirde sağladıkları artışı yakalayabilirlerken; Orta Doğu ve Afrika ülkeleriyle, Hindistan ve Bangladeş gibi Asya ülkelerinde bu artış çok gerilerde kalmıştır.   

Öte yandan, üzerinde henüz bir uzlaşma sağlanmamış olmakla birlikte küreselleşmenin ülkelerin kendi içinde de gelir dağılımında adaletsizliğe yol açtığı iddia edilmektedir.  Gelir dağılımını olumsuz yönde etkileyen çok sayıda faktör olmasına karşın, küreselleşme bağlamında özellikle ticaret ve teknolojik değişim ön plana çıkmaktadır.  Gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelerle artan ticareti ve bu ülkelerdeki teknolojik gelişme sonucu endüstri toplumunun yerini bilgi toplumuna bırakması, gelişmiş ülkelerin imalat sektöründe istihdam edilen işgücünün hem istihdamını, hem de yaşam standartlarını olumsuz yönde etkilemektedir.  Ayrıca küreselleşme, mobil haldeki üretim faktörleri nitelikli işgücü ve sermaye ile mobil olmayan üretim faktörleri -niteliksiz işgücü ve toprak- arasında ayrıcalıklı vergi uygulamasına neden olmaktadır.  Şöyle ki, mobil haldeki üretim faktörleri, vergi oranlarının daha düşük olduğu coğrafi alanlara kayarak vergi yükünden kısmen kurtulabilmektedir.  Buna karşın mobil olmayan üretim faktörleri, bu vergileri ödemek zorunda kalmaktadır.  Bu durum, nitelikli işgücünün yaşam standardını yükseltmekte; buna karşın, niteliksiz işgücünün standardını düşürmektedir.  

10. Küreselleşmenin ortaya çıkardığı önemli tehditlerden birisi de nitelik ve niceliksel olarak çevre sorunlarının arttırmasıdır.  Dünyada, bir taraftan rekabetin her geçen gün inanılmaz bir şekilde kızışması diğer taraftan da dünya nüfusunun hızla artması ile beraber küresel boyuttaki çevre sorunları giderek artmaktadır.  

Küreselleşmenin çevreyle ilgili olarak ortaya çıkardığı dört farklı tehlike söz konusudur.  Bunlar;

·  Sanayileşmenin çevreye verdiği zarar,

·  Fakirliğin çevreye verdiği zarar,

·  Kitle imha silahlarının hızla artmasıdır.

       Sanayileşmenin çevreye verdiği zarar, genel olarak üretim ve tüketim faaliyetlerinin ortaya çıkardığı negatif dışsallıklardan kaynaklanmaktadır. Küreselleşme ile birlikte ortaya çıkan endüstriyel ürünler ve bunun hızla diğer ülkelere hızla yayılması ekolojik dengeyi bozmaktadır.

Trans nasyonal firmalar, dışsal maliyetlerin getirdiği ek yükten kurtulmak için faaliyetlerini gelişmiş ülkeler yerine çevre mevzuatının daha gevşek olduğu gelişmekte olan ülkelere doğru kaydırmaktadırlar.  Böylece söz konusu firmalar, kirleten öder prensibine pek maruz kalmamakta ve dolayısıyla da ek bir maliyet avantajı sağlamaktadırlar.  Buna karşın gelişmiş ülkelerde faaliyet gösteren firmaların, çevre standartlarının yüksekliği dolayısıyla rekabet gücü zayıflamaktadır.  Böyle bir durum gelişmiş ülkeleri çevre standartlarını düşürmeye zorlamakta ve sonuçta küresel çevre standartları düşmektedir.

 Öte yandan küreselleşmenin sürükleyicisi trans nasyonal firmaların, gelişmekte olan ülkelerdeki faaliyetleri genel olarak kömür, ağaç işleme ve kâğıt sanayi, motor parçaları, kimyevi maddeler, petrol ürünleri gibi çevrenin duyarlı olduğu alanlarda yoğunlaşmaktadır.  Bu firmaların faaliyetleri, çevreye yerel endüstrilerden daha fazla zarar vermekte çevre ve insan sağlığı için potansiyel bir tehdit oluşturmaktadır.  Örneğin, trans-nasyonal firmaların bu ülkelerdeki faaliyetleri sonucu Orta Amerika’nın tropikal yağmur ormanlarının %25’i yok olmuştur.  Ormanların yok olması ise, hem iklim değişikliklerine hem de olumsuz çevresel değişikliklere yol açmaktadır.  Ozon tabakasının gittikçe incelmesi bunun bir işaretidir.  Ozon tabakasının incelmesi ise insan sağlığını doğrudan tehdit etmektedir.  Ozon tabakasının incelmesi sebebiyle iyice süzülemeyen ültraviyole ışınları başta deri kanseri olmak üzere, güneş ışınlarıyla bağlantılı pek çok hastalığın ortaya çıkmasına neden olmaktadır.   

Sanayileşmenin çevreye verdiği zarar, ozon tabakasının incelmesi ya da delinmesiyle sınırlı kalmamakta; iklim değişikliklerine ve zararlı atıklar yoluyla çevre kirliliğine neden olmaktadır.  Bir taraftan ormanların yok olması diğer taraftan da hava kirliliğinin artması, atmosferdeki karbondioksit yoğunluğunu yıldan yıla arttırmaktadır.  Endüstri devriminden bu yana atmosferdeki karbondioksit yoğunluğu yaklaşık %25 oranında artmıştır.  Atmosferdeki karbondioksit yoğunluğunun yükselmesi, sera etkisi ile (greenhouse effect) küresel ısınma sorununu gündeme getirmektedir.  Yapılan tahminler, 2050 yılına kadar küresel ısınmanın 1,5 ile 4,5 Co arasında artacağını göstermektedir. 

 Çevreye zarar veren bir başka faktörde fakirliktir.  Fakirlik, insanların çevreye bağımlılığını arttırmakta ve zorunlu olarak insanları aşırı ölçüde doğal kaynak kullanımına yönelmektedir.  Fakirliğin hızlı nüfus artışı ile birleşmesi halinde pek çok gelişmekte ya da az gelişmiş ülkede olduğu gibi çevreye verilen zarar daha da artmaktadır.  Ancak fakirliğin çevreye verdiği zararın sanayileşmenin çevreye verdiği zarar ile karşılaştırıldığında, daha dar bir alanı etkilediğini en azından kısa dönemde söylemek mümkündür.  Sanayileşmenin çevreye verdiği zarar, çok daha geniş boyutlu olup etkisi bütün dünyaya yayılmaktadır.  Öte yandan, kitle imha silahlarının (kimyasal, biyolojik ve nükleer) dünyada hızlı bir şekilde yayılması bütün insanlık adına potansiyel bir tehdit oluşturmaktadır. 

SONUÇ VE ÖNERİLER 

İnsanlık tarihinde değişim ve gelişim her zaman kaçınılmaz bir gerçek olmuştur. Bu değişimin ve gelişimin en radikal olanı ise küreselleşmedir. Küreselleşmenin yapısında barındırdığı bu radikallik küreselleşmeli ya da küreselleşmemeli şeklinde bir gerilimi ortaya çıkarmıştır. Burada meydana gelen bu gerilimin kaynaklarının ve sonuçlarının doğru bir şekilde tespitine ve doğru bir şekilde anlaşılmasına çalışılmış ve iktisat biliminin karşılaştırmalı üstünlük teorisinden yararlanılmıştır.   

Bu bağlamda küreselleşme, toplumsal bütünlük arasındaki gerçektir ve kendiliğinden kaybolması da beklenemez. Bu mesele hususundaki bağlayıcı düşünmedeki güçlük küreselleşmenin sonuçlarıyla alakalı temel amprik ve analtik çalışmaların yapılmamış olmasıdır. Pek çok ekonomistin inandığının tersine küreselleşmenin nasıl işlediği hakkında tam bilgimiz maalesef yoktur (Rodrik, 1997, s. 116). Bu yüzden küreselleşme hakkında  tam bilgi sahibi olunabilmesi ve küreselleşme paradoksunun çözülebilmesi için amaçların daha şeffaf olması gerekmektedir.  

Bütün bu arayışların işaretleri ışığında elde edilen sihirli formül, toplumların karakterlerini bir güç olarak ortaya koyabildikleri sürece küreselleşme karşısında ezilmeyecekleridir. Dolayısıyla her ülke gücünü milletinin karakterinden almaktadır. Bu noktada küreselleşme, hassas dengelerdeki maksadı aşmadığı takdirde hem insanlığın hem de az gelişmiş ülkelerin gelişmesindeki yegane çözüm yolu olacaktır. Aksi takdirde maksadını aşan her olgu gibi küreselleşme de tüm insanlığa zarar verecektir

KAYNAKÇA 

KEVÜK, S., (2006). Bilgi Ekonomisinin Türkiye Ekonomisindeki Yeri ve Önemi, Kahramanmaraş. YüksekLisasns Projesi. 
RODRİK, D., (1997). Küreselleşme Sınırı Aştımı?, (Çev: İzzet Akyol-Fatma Ünsal), İstanbul. Kızılelma Yayıncılık.
ROGOWSKY, R, A., LINKİNS, L, A., TSUJI, K, S., (2001). Trade Liberalization, London. CSIS

RUPP, M. A., 2001. The Turkish Europen Union Accesion Process, Economic Development Foundation Publications, İstanbul.
ORAN, B., (2000). Küreselleşme ve Azınlıklar, Ankara. İmaj Yayınevi. 
ÖZTÜRK, A., (1998). Küreselleşen Dünyada Yöneticilik, Adana. Nobel Kitabevi.
WALTHER, T., (2002). Dünya Ekonomisi (Çev: Ünsal Çağlar, The World Economy), Bursa. Alfa/Aktüel Kitabevi. 
Makale Yazarı: İktisat Bilim Uzmanı Süleyman Kevük – Sütçü İmam Üniversitesi


-----Küreselleşme; Tanımı, Özellikleri, Gelişimi
 

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005